Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Mart 4, 2019
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen ve 26 Ocak'tan itibaren her hafta Cumartesi günleri saat 21.00'de Diyanet TV'de bölümler halinde yayınlanan "Ezan'ı Güzel Okuma Yarışması" programı, mukaddes sözlerin, hânelerimize ve gönüllerimize, güzel sesli müezzinlerimizin Davûdî sadalârıyla ulaşmasına vesile oluyor.

Söz konusu programı izleyenler şunu fark edeceklerdir. Yarışmaya katılan/katılma hakkını kazanan her bir müezzin, aynı zamanda sosyal hayat içinde kendisine cemaat olan kimselerle, onun ezanını duyup camiye gelen kişilerle ikili ilişkileri sağlam ve güzel olan şahsiyetlerdir. Onlar, çoğunluğu evli olan ve bir aile reisi olarak yetiştirdiği/yetiştirmeye çalıştığı evlatlarıyla ilgilenen, ezanı-kameti önce minik yavrusuna okumayı önceleyen babalardır, aynı zamanda... Sadece bu yönüyle bile yapılan yarışmanın ve yayınlanan programın, din görevlilerinin topluma "güzel örnekliğini" yansıtan bir işlev gördüğünü/göreceğini ifade etmeliyiz.

Bundan önce kaleme aldığımız iki yazıda, müezzinlik vazifesini ilk defa bir Peygamberin (Hz. İbrahim) üstlenmiş olmasından ve İslam'ın şiarı (sembolü/simgesi) olarak kabul edilen Ezân'ın tarihçesinden söz etmiştik. Bu yazımızda, önceki yazılarımızda dile getirdiğimiz hususları esas kabul ederek yazımızın başlığındaki soruya cevap aramaya çalışacağız. Zira içinde adeta kaybolduğumuz modern hayat, bizlere öyle günler yaşatıyor ki, İslam coğrafyasının önemli bir bölümünde, Ezan gibi önemli bir ibadet ve sembolün, hak ettiği değeri görme konusunda Ümmet-i Muhammed'in iyi bir durumda olmadığını düşünüyoruz… "Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz." denildiği günlerden, duyduğu ezana, göstermesi gereken saygıyı "esirgeyen" Müslümanlar haline geldik. Halbuki, Allah'ın adını tekbirlerle semaya yükselten, O'ndan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed'in elçiliğine şahitliğini tüm evrene ilan eden bu sözlerin, -okuyan ve dinleyen açısından- bir Müslüman için taşıdığı değeri ortaya koyan nice ayetler ve hadislerle muhatabız her birimiz!..

Problem, böylesine net ve yalın halde ortada dururken, soruyu daha da daraltarak özelleştirelim ve bir kez daha soralım: Acaba, ezanı hem Müslümanlara hem de tüm insanlara duyurma vazifesini üstlenen; canlı-cansız tüm varlıklara sadâsıyla bu sözleri ilan etme görevini yüklenen müezzinlerin, bu son derece ulvî ve şerefli ibadeti ifa ederken nelere dikkat etmesi gerekmektedir? İşte bu yazı, bir "din eğitimi-öğretimi" ve bir "din hizmetlerinde iletişim ve rehberlik" konusu olarak gördüğümüz bu meseleyi, samimiyetle ve iyi niyetle ilgililerin dikkatine sunmak, nazarlarına vermek maksadıyla kaleme alınmıştır.

MÜEZZİNİN TAŞIMASI GEREKEN MADDİ ŞARTLAR

Allah Teâlâ, "emanetleri/görevleri ehline yani onu gereği gibi yerine getirene verilmesini emretmektedir." (Bkz. Nisa, 58) Dolayısıyla, böylesine önemli bir vazifede de "işinin ehli olmak" gibi bir ön şart duruyor karşımızda…

Hz. Peygamber (sav) Efendimizin, ezan ile ilgili rüyayı görme şerefine nâil olan ve bu sebeple Hadis Külliyatında "Sâhibu'l- Ezan" olarak anılan sahabi Hz. Abdullah b. Zeyd'e değil de vazifeyi Hz. Bilal'e vermesi ve ezan sözlerini "Bilal'in sesi daha gür ve tatlıdır" buyurarak onun okumasını istemesi, yukarıdaki ayet ile doğrudan alakalıdır. Zira Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, "işi ehline verme" prensibini hayatı boyunca uygulamıştır. O halde müezzinliğe talip olacak kişilerde gür ve güzel bir sesin mevcudiyeti önemli bir ön şarttır. Böyle bir "Allah vergisi" sese sahip olan kimselerin imam-hatipliği değil, müezzinliği tercih etmesi daha doğrudur ve daha faziletlidir kanaatindeyiz.

2. Doğru/Sahih telaffuz: Kur'an-ı Kerim'in doğru bir şekilde okunması, tecvîd ve tashîh-i hurûf hususlarında nasıl bir ehliyet gerektiriyorsa, nasıl bu konularda bir "Fem-i Muhsin" sahibi hocanın rahle-i tedrisinden geçmeyi şart kılıyorsa, ezanın sözlerini makam ile icra ederken, bu sözleri oluşturan harflerin sıfatlarını muhafaza etmek, kelimelerin de hakkını vermek adına aynı şekilde bir eğitim-öğretim sürecinden geçmek şarttır. Çünkü Arapçadaki bazı harflerin telaffuzları birbirine yakın ama taşıdıkları manalar farklıdır. Sözgelimi, Türkçedeki H harfine karşılık Arapçada iki H harfi vardır; ve bunlar birbirine yakın okuyuşa ama farklı anlamlara sahiptirler. İşte tam da bu duruma uygun diyebileceğimiz bir örnek, ezanda karşımıza çıkmaktadır. Bazı müezzinlerin, "Hayye ale's-Salâh" derken "Salât" kelimesinin sonundaki harfi yanlış telaffuzla okuduklarına şahit olmaktayız. Bu ise namaz anlamındaki salât'a çağrılmayı ifade eden cümlenin, "sulha, salaha" çağrılmak gibi farklı bir manaya bürünmesine sebep olmaktadır. Aynı şekilde, "İllallah" ve "Resûlüllah" kelimelerindeki (He) harfine de aynı hassasiyeti ve özeni göstermek gerekmektedir. Önceden bu konuda sağlam bir eğitim ve yeterli bir meşk temeli yoksa, yüksek ses ve performans eşliğinde icra edilen ezan okumalarında bu gibi harflerin ve kelimelerin telaffuzunda hatalara düşmek kaçınılmaz olmaktadır.

3. Makam/Musikî Bilgisi: Güzel bir ses ve doğru bir telaffuzla icra edilen ezan, elbette ki etkili olacaktır. Ancak onun etkisi, Allah Teâlâ'nın tüm kâinatta, kalbin atışındaki ritimden tutunuz, suyun akışına, rüzgarın esişine, bülbülün ötüşüne gizlediği musikinin eşlik etmesiyle katmerlenecektir. Şairin,

"Kumru sesindeki Hû, yaylı tamburdaki sır
Hep Seni hatırlatır, hep Seni hatırlatır."

Dediği gibi, ezandaki her bir söz bizi can evimizden yakalayacak ve Allah'ı hatırlatacaktır. Musiki terbiyesinden geçmiş bir sesin, güzel bir makamla icra ettiği nice ezan, onu işiten kişileri imana getirmiş, İslam'la şereflendirmiştir. Hidayet elbette ki, Allah'a aittir ve Allah'tandır. Ama çoğu kez vesile, kişinin duyduğu bir ezan ise, işte böylesi bir ezan içindeki makam ve musiki de son derece önemlidir. Bir müezzinin, Sabâ, Rast, Uşşak, Hicaz ve Segâh makamlarını içselleştirmesi, kendine mal ederek okuduğu ezanlarda bu makamları rahatlıkla icra edebilecek hale gelmesi için çaba sarf etmesi ve birtakım eğitimler alması, aynı zamanda Allah vergisi sesinin zekatını eda etmek olarak düşünülmelidir.

4. Nefes Eğitimi: Nefesi doğru bir şekilde alıp vermek de yine bir müezzin için önemli hususlardan biridir. Onu en sonda zikredişimiz konunun önemini azaltmaz. Ezan, önemli ve aslında zor bir performanstır. Doğrusu, musiki ile ilgilenen herkesin öyle kolaylıkla icra edebileceği bir iş de değildir!..

Sesi doğru kullanmak bu işin en önemli kısmıdır. Bu nedenle, müezzinlik yapan veya müezzinliği başarıyla icra etmeyi düşünen genç kardeşlerimize tavsiyemiz, doğru nefes alıp verme tekniklerini uzmanından öğrenip uygulamaları, bir de diyaframı geliştiren egzersizlerle nefes alma kapasitelerini arttırmaya çalışmalarıdır. Zaman zaman verdiğimiz örneği burada bir kez daha tekrarlayalım. Dâvûdî sesi ve uzun nefesiyle ünlü hâfız Abdulbâsit Muhammed Abdussamed, gençlik yıllarında her gün 20 km. koşarak ve bir süre yüzerek sonunda tek nefeste 70 saniye kadar Kur'an okuyabilecek bir duruma gelmişti. Genç kardeşlerimizin düzenli yapacakları spor ve nefes açıcı egzersizlerin, onları rahat bir ezan icrasına muvaffak kılacağını ifade etmek isteriz. Göbekte oluşan yağlanmanın ise nefes kullanımına önemli bir engel oluşturacağını da ekleyerek!..

Gelecek yazımızda kaldığımız yerden devam etmek dileğiyle sağlıcakla kalınız…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN