(Merhum M. Emin Saraç Hocamızın ardından…)
Üç aylara gireli henüz bir hafta olmuştu. İdrak ettiğimiz Leyle-i Regâib'in ardından, kendisine Arapça "kandil" anlamına gelen "Sirâc" ismiyle hitab edilen bir ilim ve irfan "kandili"nin ışığını ne çâre kaybettik…
Cuma günü duyulan vefat haberi kısa sürede yayıldı ve sadece ülkemizde değil, İslam dünyasının pek çok merkezinde ve memleketinde, kendisini tanıyan binlerce dostu, seveni ve talebesi tarafından taziye mesajları yayınlanmaya başladı… Merhum Muhammed Emin Saraç Hocamız, bu fâni âlemdeki hayatına dair süresini tamamlayıp ebediyet âlemine göçmüştü… Geride, başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere pek çok devlet ricalinin kendisini hürmet ve muhabbetle yâd ettiği, yakından ve uzaktan nice sevenlerini, aile efradını ve sayısı binlere ulaşan talebelerini mahzun ve mükedder halde bırakarak asıl yurduna uğurlandı dün… O talebeleri ki, Diyanet İşleri Başkanımız başta olmak üzere, Başkanlık teşkilatında görev yapan nice üst düzey personeli; ülkemizin muhtelif İlahiyat Fakültelerinde görevli nice öğretim üyelerini ve hatta farklı bakanlıklarda ve yerel yönetimlerde önemli görevler üstlenen nice talebelerini…
Vasiyeti üzere, kadim dostu ve dünürü Mustafa Demirkan Hoca tarafından kıldırılan cenaze namazına iştirak eden binlerce cemaat, salgın hastalık sebebiyle var olan kısıtlama şartlarına rağmen öğle namazına saatler kala caminin içini ve dışını doldurarak böylesine güzel bir müminin, salih bir kulun ve hayatını yüce dinimizi insanlara anlatacak talebeler yetiştirmeye adamış bir İslam âliminin cenaze namazında bulunmak ve bu son yolculuğunda onu dualarla uğurlamak istemişti, Rabbinin katına…
Merhum hocamızı bundan yirmi yıl öncesinde Bursa Uludağ'da her yıl Temmuz ayında gerçekleştirilen ve İslam dünyasından muhtelif ülkelerden davet edilen "Âlimler Buluşması"nda tanıma şerefine nâil olmuştum. Hayatının bir bölümü Bulgaristan hapishanelerinde geçen ve Türkiye'ye hicret ettikten sonra ticaret hayatına atılan ilim ve irfan ehli merhum Bursalı Halil Uzunoğlu'nun yıllarca büyük bir samimiyetle organize ettiği bu buluşma sayesinde her yıl yeniden hem merhum hocamızı hem de zaman zaman Seyyid Kutub'un kardeşi Muhammed Kutub ve o zamanlar Mekke'de görevli olan Muhammed Ali es-Sâbûnî gibi âlimleri görüyor, hocamızın misafirlerle yaptığı tatlı sohbetlerini zevkle dinliyorduk. Sonraki zaman diliminde İstanbul'a gidişlerimizde bir namaz vaktini Fatih Camii'ne denk getirmek, merhum hocamızı ziyaret etmenin, birkaç kelama sığdırdığı, değerine paha biçilmez bilgileri devşirmenin en mühim sebebiydi… Zira hayatını ilme ve yetiştirdiği talebelerini "âlim" olmaya teşvik eden bir İslam âliminin yüzüne bakarak feyizyâb olmak bile bulunmaz bir nimet, kaçırılmaması gereken bir fırsat idi… Dahası, Sünnet-i Seniyye'ye olan bağlılığı ve Hadis ilmindeki derinliği, onu mutlaka Sevgili Peygamberimiz'den bahsetmeye yönlendirirdi ki, her defasında yeni bir hadis-i şerif öğrenerek yanından ayrılmanın huzur ve mutluluğunu yaşatırdı bizlere…
Doğrusu, vefatıyla birlikte yurt içi ve yurt dışından binlerce taziye mesajı yayınlanan; cenazesine katılan binlerce müminin hüsn-i şehadetiyle Rabbinin katına uğurlanan böylesine müstesna bir kulu, vefatının ardından kaleme alınan pek çok yazıya rağmen yeniden ondan bahsedişimizin bir tek sebebi var: Allah'ın salih kullarının anıldığı yere, rahmet ve bereket iner… Maksadımız bu ilahi rahmete, feyiz ve berekete nâil olmaktır vesselâm. Zira ilmiyle âmil bir İslam âliminin yüzüne bakmak nasıl ki sevap ise ondan bahsetmek de bir irşad vesilesidir. Bazen bu irşada, gönderilen kutlu elçilerin hayat hikayelerinin anlatıldığı kıssaların yer aldığı ayetlerle Kerîm Kitabımız Kur'an-ı Hakîm aracı olurken, bazen "Tezkiretü'l-Evliyâ" adı verilen ve Allah'ın sevgili kullarından bahseden biyografik eserler vasıta olur bizlere… Bazen de Allah'ın bir lütfu olarak memleketimize ihsan ettiği Muhammed Emin Saraç gibi ilim-irfan ehli faziletli kimselerin yaşantıları, tecrübeleri, fikirleri ve tavsiyeleri yol gösterir; doğrunun, iyinin ve güzelin tâlibi olanlara… Hiç tereddütsüz diyebiliriz ki, "Emin Saraç Hoca" olarak bilinen bu güzel insanın yaşadığı hayat hikâyesi de nice nice ibretler ve dersler ihtiva ediyor…
ACILAR, ZORLUKLAR, GAYRETLER VE BAŞARILARLA DOLU BİR HAYAT…
Merhum Hocamız (Allah'ın engin rahmeti üzerine olsun) ile hayatına dair yapılmış olan röportajlar içinde en muhtevalı olanı, Taha Kılınç'ın bundan iki yıl önce gerçekleştirdiği ve Kitabın Ortası Dergisi'nin, Temmuz 2018 tarihini taşıyan 16.sayısında "Bizim Evimiz Kur'an Medresesiydi" adlı yazısındadır denilebilir. Sevgili Taha Kılınç, sorduğu sorularla merhum hocamızdan, hayatına ve son devrin âlimlerine dair bilgiler devşirdiği gibi, çıkaracağımız derslere ve alacağımız ibretlere de vesile olmuş… Sizlere bu yazının tamamını dikkatle okumanızı tavsiye ederek biz bu röportajdan sadece birkaç nokta üzerinde duracağız.
İdeal ve fedâkâr anne-baba: Merhum hocamızın verdiği bilgiler içinde dikkat çeken hususlardan ilki, onun nasıl bir aile ortamında yetiştirildiğini ortaya koymaktadır. Aşağıdaki satırlar, genç yaşta vefat etmesine rağmen bir annenin şefkat ve dirayetini; bir babanın ise takvâsını, evlatlarının yetiştirilmesindeki hassasiyetini ve zorluklara karşı sabır ve metanetini ortaya koymaktadır…
"Bizim evimiz tam bir Kur'an medresesiydi. Babam teheccüde kalkmanın bereketiyle soğuk kış gecelerinde dahi bütün aile efradını kaldırır, hepimize şefkatle davranır, o teheccüdünü kılarken biz abdestlerimizi alırız, sonra ders başlardı. Yazları evimizin arkasındaki bahçede Kur'an okurduk. Ortalık aydınlanırken bizim de gönlümüz aydınlanırdı. Seher vakitlerinden güneş doğuncaya kadar bütün aile Kur'an ile meşgul olurdu. Bir takım maddi sıkıntılar içinde yaşıyorduk fakat huzurluyduk.
Bütün kardeşlerimin hafız olmasında çok genç yaşta vefat eden annemizin emeği çok büyüktür. Bizler babamız tarafından verilen günlük ezberlerimizi önce annemize dinletirdik, dersimizi yapmadan rahmetli annemiz bize yemek vermeyi geciktirirdi.
Babam bize Kur'an okuttuğu, öğrettiği için evimiz defaatle jandarma tarafından basıldı, babam hapsedildi."
Yukarıdaki satırlardan anlaşılan şudur ki, -Allah kendilerine rahmetler eylesin- işte bu muhterem anne baba, diğer evlatlarıyla birlikte ileride çok okunacak "Emin Saraç Hoca" adlı eserlerini, şefkatle, sevgiyle, dirayetle ve zorluklara karşı büyük bir "sabır"la yazmışlar, vesselâm…
Osmanlı'nın son çınarlarına talebe olmak: Maneviyat dolu evlerinden ve köylerinden, Osman isimli kardeşiyle ilim tahsili için gurbete çıkışının daha henüz 14-15 yaşlarındaki bir delikanlı için tek teselli kaynağı, "Osmanlı'nın Son Çınarları" denilen müstesna kişilere talebe olmaktı… Çarşambalı Ali Haydar Efendi ve Fatih Camii Baş İmamı Ömer Efendi'den okudukları dersler yanında; merhum hocamız, Gümülcineli Mustafa Efendi, Muhaddis İbrahim Efendi, Silistreli Süleyman (Tunahan) Efendi gibi zâtlardan da dersler alarak azami derecede istifa etmişti… Merhumun, "İstanbul'da bizler Karagümrük'te Üçbaş Camii'nin medrese olarak yapılan yerlerinde kalırdık. Üç beş talebe Fatih Camii'nin üst katında o yıllarda gizli gizli İslâmî ilimle meşgul olurduk. Kimi zaman Ali Haydar Efendi'nin evinde ders yapardık. Hacı annemiz çok büyük bir hoşgörü ile davranırdı." sözlerinden, o dönemin siyasi anlamda devam eden olumsuz şartlarını, imkansızlıklarını ve hocalarıyla birlikte onların hâne halkının, talebelere olan şefkat ve ilgisini de anlamak mümkündü…
Mısır'da geçen yıllar: Sekiz yıllık İstanbul'daki talebelik döneminin ardından hocası Ali Haydar Efendi'nin teşvikiyle tahsil için Mısır'a gönderilen merhum, Kahire'de meşhur Ezher medresesinin önce lise kısmına sonra da yüksek tahsil bölümüne öğrenci olur… O zamanlar Türkiye'den yurt dışına gitmek zorunda kalan âlimler arasında Mustafa Sabri Efendi, Zahidü'l-Kevseri ve İhsan Efendi önemli isimler vardır ve merhum hocamız işte bu isimlere talebe olur. Bir taraftan fakültesini bitirirken bir taraftan da Cuma günleri özel derslerine devam ederek Zâhidü'l-Kevserî'den Hadis ilminde icazetname almaya hak kazanır ki, bu icazet merhumun nazarında "Ezher Diplomasından daha değerli"dir…
Dokuz yıl boyunca sürekli olarak Mısır'da kalarak ilim tahsil eden merhum hocamız, beraberindeki arkadaşlarıyla burada da birtakım zorluklar yaşarlar. Sabır ve sebat ile bu günleri de geride bıraktıktan sonra Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi İslâmi ilimleri okutacak bir donanımla Türkiye'ye döner ve bilindiği üzere artık adı Fatih Camii ile birlikte anılacak müderrislik ve muallimlik vazifesinin ilk yılları başlar…
Detayları öğrenmek isteyenler için ilgili yazıya başvurmalarını tavsiye ederek merhum hocamız için Doç. Dr. Cemal Aydın hocamızın vefatının ardından yazmış olduğu şiiri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yazımızın başlığına kaynak teşkil eden "Benden bir söz işitip onu öğrenen ve başkalarına da aktaran kişinin Allah yüzünü ağartsın…" hadis-i şerifindeki Peygamber müjdesine nail olan nur yüzlü hocamıza Rabbimiz Teâlâ, gani gani rahmetler eylesin. Makamını Cennet, mertebesini Firdevs kılsın…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ey hilâfet devri mîrâsı, Nebî'nin vârisi.
Hâfızu'l-Kur'an, Buhâriyy-i Şerîfin râvisi.
Gelse Fatih Câmii'nin taşları bir gün dile,
Anlatır kaç bin rivâyetlerle mezkur silsile.
Dâim oldun tâlib-i ilmin yolunda meş'ale,
Nesl-i âtîyi yetiştirmek ne ulvî meşgale.
Hak Teâlâ eylesin binlerce rahmet rûhuna.
Parladıkça şems-i âlem, ehl-i ilmin subhuna..
(Cemal Aydın)