Bundan önceki, "Zorluklara dayanmanın yolları" başlığını taşıyan yazımızda : "And olsun ki, sizi bazen korku, bazen açlık çekmekle; bazen mallardan, bazen canlardan, bazen de ürünlerinizden eksiltmekle; ama mutlaka bir şekilde imtihan edeceğiz, sınayacağız…" (Bakara, 155) ayetini ele alarak gerek Kur'an-ı Kerim ve gerekse Peygamberimizin tavsiyeleri doğrultusunda karşımıza çıkacak zorluklara dayanarak, direnerek üstesinden gelmenin ve bu dünya sınavlarını başarıyla geçmenin, yollarını bulmaya ve aktarmaya çalışmıştık. Son cümlemiz ise şuydu: Çünkü sınavsız geçmeyeceği belli olan bu hayatta başarılı olmanın bir yolu var ki, o da yukarıda zikrettiğimiz Bakara suresinin 155. ayetinin sonundaki şu ifadeyle bildiriliyor: "(Ey Resûlüm!) Sen sabredenleri müjdele!.."
Her ne kadar ayet bu cümleyle bitiyor olsa da Kur'an-ı Kerim'in fesâhat ve belâğatiyle edebî açıdan da mucize oluşu ve bu yönüyle taşıdığı birtakım özelliklerden dolayı bazı ayetlerin, sonraki ayete "lam elif" işaretiyle bağlandığı görülür ki, işte 155 ayet de onlardan biridir; ve bu ayet ardından gelen 156 ayetle birlikte değerlendirilmesi gereken bir muhtevaya sahiptir. Sanki bu ayet, tam da bizim hâlet-i ruhiyemize hitap etmek için indirilmiş… Sanki, Asr-ı Saadet'teki Ashab-ı Kiram'a değil, 21. yüzyılı yaşayan biz müminlere hitap ediyor!.. Sanki, dün yaşanan elim bir kazada şehadet şerbetini içerek ruhunu teslim eden vatan evladı Mehmetçiklerimizin ve onların başındaki komutanlarının derin acısını yüreğimizde nasıl taşıyacağımızı bize öğretmek, buna nasıl tahammül edeceğimizi göstermek için duruyor karşımızda…
Evet, birazdan ayet-i kerimeyi ele alacağız; belki bize de teselli bahş edecek esintisi… Belki bir nebze dağıtacak elem ve kederimizi… Ama önce biri Korgeneral komutan olan 11 şehidimize ve yaralı 2 Mehmetçiğimize rahmet ve şifalar dilemektir vazifemiz… Yüce Rabbimiz, karlı dağlarda vatan için, bayrak için, milletin ve memleketin huzuru ve emniyeti için gece-gündüz demeden, yaz-kış ayırmadan tüm muazzez değerlerimiz uğruna bu mukaddes vazifeyi, canını ortaya koyarak yapan aziz ve sevgili vatan evladı her bir Mehmetçiğimize, komutanlarıyla beraber yükseldikleri "Şehitlik Makamı"nı mübarek kılsın… İçtikleri "Şehadet Şerbeti" onlara hiçbir acı ve elem hissettirmesin; ve âğûşunu açarak onları karşılayan, Sevgili Peygamberimiz olsun… Bütün yakınlarına, Yüce Mevlâmız büyük sabır ve metanet versin; Mahşer Gününde şehitlerin yakınlarına mahsus şefaatine nâil kılsın onları… Yaralı Mehmetçiklerimize de en kısa sürede âcil şifalar lûtfeylesin…
Şimdi ilgili ayeti ele almaya ve bu ayette, musibetler karşısında bizler için teselli kaynağı kabilinden hangi ifadelerin zikredildiğini aktarmaya çalışalım.
İNNA LİLLAH VE İNNA İLEYHİ RACİUN NE DEMEK?
Biraz önce bahsini ettiğimiz 155 ayet, "(Ey Resûlüm!) Sen sabredenleri müjdele!.." şeklinde bitmektedir. Ancak bu ayetin ardından gelen ayet, önceki ayetteki "sabredenlerin" özelliklerini açıklamaktadır. Bu özellikler pek çoğumuzun, bir vefat haberi aldığımızda hemen dilimize aldığımız sözlerin muhtevasıdır aynı zamanda… Peki bu sözler, ne mana ifade ediyor, söyleyen ve dinleyenler için?.. Önce dilerseniz 156. ayeti zikredelim: "Onlar (o sabredenler) öyle kimselerdir ki, başlarına bir musibet geldiğinde, 'Biz Allah'ın kullarıyız (O'na aidiz) ve O'na döneceğiz' derler."
Evet, bizler günlük hayatımızda -genellikle böyle gördüğümüz ve duyduğumuz için- bir vefat haberini duyduğumuzda "İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn…" derken aslında ayette ifade buyrulan işte o "sabreden" kulların özelliklerini kuşanmaya çalışırız, bir mümin olarak… Kültürümüze bir gelenek olarak yerleşmiş bu âdetimizin kökeninde işte bu ayet vardır. Sadece şu önemli hususu eklememiz gerekir ki, son derece önemli bir ikrarı ihtiva eden bu manidar söz, sadece bir vefat haberi duyduğumuzda değil, herhangi bir musibete uğradığı zaman da müminin dilinde vird olmalı... Zira Sevgili Peygamberimizin (sav) "Mümine eziyet veren her şey onun için bir musibettir." buyurduğu üzere, türlü türlü musibetler karşısında bu sözle Rabbine kulluğunu, O'na aidiyetini ve sonuçta O'na döneceğini hatırlamak, kabullenmek ve ifade etmek, bir mümini Rabbi katında "müjdelenmeye değer sabrın sahibi" biri konumuna yükseltmektedir. Özellikle sevdiklerini kaybeden, bilhassa evlat acısı gibi dayanılması son derece zor bir acıya sabırla katlanan ve bu sözleri söyleme başarısını gösteren bir müminin halini Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz şu cümlelerle anlatıyor:
"Bir mümin kulun, çocuğu vefat edince Allah Teâlâ görevli meleklere "Kulumun çocuğunun ruhunu siz mi aldınız?" diye sorar. Onlar "Evet Yâ Rabbi" derler. Sonra tekrar sorar: Siz onun gönül meyvesini elinden aldınız, öyle mi? "Evet Yâ Rabbi" derler. Allah Teâlâ tekrar sorar: "Peki siz onun gönül meyvesini alınca o kulum buna ne dedi?" Melekler: "O kul, Senden gelen bu emre rıza gösterdi hamd etti ve 'İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn' dedi." cevabını verirler. Bunun üzerine Allah Teâlâ meleklere şunu emreder: "Siz de kulum için cennette bir köşk inşa edin ve ismini de "Beytül-Hamd" (Hamd Köşkü) koyun…"
İslam büyükleri, kısaca "istircâ" adı verilen ve "Biz Allah'a aidiz (O'nun kullarıyız) ve O'na döneceğiz" anlamındaki 'İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn' sözünü, musibete uğrayan bir kimsenin dilinden düşürmemesinin, ona şu beş hususta teselli, metanet ve sabır kaynağı olacağını ifade ederler:
- Bu sözü söylemekle meşgul olmak, uygun olmayan birtakım sözlerin o anda insanın ağzından çıkmasına engel olur.
- Bela ve musibete uğrayan kimse için bu sözde manevi bir teselli tecelli eder, üzüntüsü ve hüznü dağılır.
- Şeytanın o kişiye vereceği vesvese gibi şeylerden korunmuş olur.
- Bu sözü ondan duyan diğer insanlar için de bir hayra yönlendirme görevi ifa eder.
- Diliyle bunu söyleyen kimsenin kalbine güzel düşüncelerle birlikte Allah'ın kaza ve kaderine rıza ve teslimiyet arzusu gelir. Çünkü bir hadisi-i şerifinde Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: "Başına bir bela veya musibet gelen kimse 'İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn' Biz Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz. Yâ Rabbi! Bu musibet sebebiyle bana ecrimi ver. Bana, benden aldığından daha hayırlısını bağışla' derse, Allah da onu mutlaka mükafatlandırır ve ona kaybettiğinden daha hayırlı olanı verir."
Yine İslam âlimlerinden Said b. Cübeyr şöyle der: "İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciun sözü Ümmet-i Muhammed'e verilen bir ayrıcalıktır. Eğer daha önceki ümmetlere, uğradıkları musibete karşı teselli olacak bir söz öğretilmiş olsaydı, Yakub (as) Yusuf'u kaybedince, 'Ey Yusuf'a olan üzüntüm! Gel, şimdi senin vaktindir' yerine, 'İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciun' sözüyle teselli bulurdu."
Evet, merhum Necip Fazıl'ın, "Büyük randevu… Bilsem nerede, saat kaçta? Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta!.." beytinde dile getirdiği üzere, hiçbirimiz nerede ve ne zaman taşıdığımız can emanetini sahibine teslim edeceğimizi de, elimizde olan farklı nimetlerin ne zaman ve şekilde kayıp gideceğini de bilmiyoruz. Ama konuyla ilgili yazılanlardan edindiğimiz bir hakikat var: Varlıklar dünyasındaki her şeyin –kendimiz de dahil- Allah'a ait olduğunu düşünmek, kişiye Allah'ın nimetlerini hatırlatır. Bu hatırlama işlemi, beraberinde Allah'ın geride bıraktıklarının, elimizden aldıklarından çok fazla olduğunu bilmemize kapı aralar… Bu bilgiye erişen kişide artık ne isyan ne de sızlanma değil, Yüce Yaradanın hükmüne rıza tecelli eder… İşte, "İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciun"sözü bu tecellinin dışa yansımasıdır…
Cuma gününün feyiz ve bereketi, teselli, huzur ve sürur vesileniz olması dileğiyle…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
"Varlıklar dünyasındaki her şeyin Yüce Yaradan'a ait olduğunu düşünmek, kişiye Allah'ın nimetlerini hatırlatır."
— Fikriyat (@fikriyatcom) March 5, 2021
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay'ın kaleminden✏️
"İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn" cümlesindeki derin manalar…https://t.co/Tcm98Mq17A