Hz. Nuh (AS) uzun yıllar yaşadığı toplum içinde Allah Teâlâ'nın verdiği kutlu görevi yapmaya çalışmış ama istediği neticeyi alamamıştı… Onun hayat hikayesinden bahseden ayetlerin bir kısmı, adıyla anılan Nuh sûresinde bulunmaktadır. Bu sûre, Mekke'de nâzil olmuştur. Surenin böyle bir özelliğe sahip oluşu, üzerinde daha bir hassasiyetle durmamızı gerektirmektedir. Nitekim iki sayfalık bir metne sahip olan bu surenin çok derin manalar ihtiva ettiği göze çarpmaktadır.
Bu sûrede Allah Teâlâ, Hz. Nuh'un başından geçenleri onun dilinden anlatmaktadır. Sûre, öncelikle bir avuç müslüman ashabıyla Mekke'de hayat-memat mücadelesi veren Resûl-i Ekrem (SAV) Efendimize bir tesellidir. Bunun yanında, müşriklere ve inkarcılara, geçmişte yaşamış bir peygamberin ve toplumunun yaşadıkları anlatılarak iman etmeyen inkarcı toplumların hangi özellikler taşıdıklarına dikkat çekilmekte ve Mekke müşrikleri uyarılmaktadır. Son olarak bu ayetler hem Ashab-ı kiram'ın karakterlerini inşa etmekte hem de kıyamete kadar gelecek ümmet-i Muhammed'in karşılaşacakları olaylarda nelere dikkat etmeleri hatırlatılmaktadır.
Sûre, Hz. Nuh'un (AS) kavmine, yıllarca içinde yaşadığı o topluma bir peygamber olarak gönderilişinden bahsederek başlamaktadır. Şimdi geliniz Nuh sûresinde bu aziz peygamberin sözlerinin bir kısmından aktarımda bulunarak çıkarabileceğimiz derslerin ne olduğuna bakalım.
(Nuh dedi ki, Ey Rabbim!) "Ben onlara şunları söyledim: Geliniz Rabbinizden bağışlanma dileyiniz. Çünkü O, çok affedendir. Siz bunu yapın ki, O da sizin üzerinize semadan yağmuru yağdırsın. Yine bu sayede size mal-mülk versin ve evlatlar bağışlasın; etrafınızda bahçeler var etsin ve yanı başınızdan ırmaklar geçsin…"
"Geliniz Rabbinizden bağışlanma dileyiniz…"
Ayet-i kerime içindeki bu cümle, üzerinde düşündüğümüz zaman, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ile başlayıp, tüm zamanları kapsayan peygamberler tarihinden Mekke günlerine; oradan asr-ı saadete ve günümüze kadar ulaşan kadim bir geçmişe sahip… Çünkü Hz. Adem ve eşi Hz. Havva, affetmesi için Rablerinden hatalarının affı için niyazda bulunmuşlar ve Rableri de onları affetmiş, günahlarını bağışlamıştı. Yukarıdaki ayette ifade edildiği üzere, ezelden ebede, hiç şüphesiz O, çok affeden ve çok bağışlayandır…
Geride bıraktığımız iki aylık süreçte bir husus dikkatinizi çekti mi bilmiyorum?.. İçinde bulunduğumuz mübarek üç aylar mevsiminin daha başlangıcından itibaren idrak ettiğimiz mübarek gecelerin her birinde, "o gece, Allah Teala'nın sonsuz rahmeti, affı ve mağfiretiyle kullarını affedeceği", onun göze çarpan ilk özelliği olarak zikredilmektedir.
Bu bağlamda şunu diyebiliriz: Leyle-i Regâib, işte tam da bunun müjdesidir;
Resul-i Ekrem (SAV) Leyle-i Mirâc'da, Rabbinin katından ümmetine bu kutlu muştuyla dönmektedir.
Allah Teâlâ, Leyle-i Berât'ta sesleneceği ilk kişinin günahından bağışlanma dileyenlerin olduğunu ilan etmektedir;
Yine Sevgili Peygamberimiz (SAV) tarafından, "Ramazan-ı Şerif, başı rahmet, ortası mağfiret ve son günleri de cehennem azabından kurtuluş müjdesinin verildiği bir ay" olarak tarif edilmektedir;
Kur'an-ı Kerim'de "bin aydan daha hayırlı bir gece" olarak vasfedilen Leyle-i Kadr'in tesbihatı ve zikri, yine Peygamber Efendimiz (SAV) tarafından "Allah'ım sen çok affedensin ve affetmeyi seversin. Beni de affeyle" olarak öğretilmiştir…
Görünen odur ki, mübarek üç aylar mevsimi bize güzel kulluğu yaşayacağımız bir zaman dilimi olarak lütfedilmiştir. Bu güzel kulluk içindeki en müstesna özelliğin de bitmeyen ve yitmeyen bir süreklilik içinde her daim Allah Teâlâ'dan affını ve bağışlamasını dilemek olduğu hakikatidir… Bu hakikat bize Hz. Habibullah'ın dilinde sık sık tekrar ettiği tesbihlerle öğretilmiştir aslında… Zira o yüce Resûl (SAV) kendisine indirilen Nasr suresindeki vahy-i ilahiden sonra vefatına kadar hiç ihmal etmeksizin sıklıkla okuduğu bir tesbihat cümlesi haline getirmişti şu sözleri: "Allah'ım! Sana hamd eder ve Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Beni bağışla, çünkü Sen tövbeleri kabul edensin!"
İslam alimleri, insanın ibadetleri ne kadar fazla olursa olsun, hatalardan ne kadar uzak durursa dursun, yine de bir kişinin, sürekli Allah'tan af ve bağışlanma dilemesinin, onun kulluktaki güzelliğine ve kemâline işaret edeceğini ifade etmişler; bu konudaki en güzel örneğin de Son Nebi Hz. Muhammed (SAV) olduğunu belirtmişlerdir.
Allah'tan affını ve bağışlamasını dilemek anlamındaki "İstiğfar" nedir?
Ayetler ve hadislerde geçen "istiğfar" kavramının kök harflerini olan teşkil eden ğ-f-r kelimesi, lügatlerde, "örtmek, gizlemek, birinin kusurunu ifşa etmeyip bağışlamak" mânasındadır. Kur'an-ı Kerim'de de geçen "ğufrân" ise Allah Teâlâ'nın "kulunun günahını örtüp kusurunu bağışlaması" demektir. Aynı kökten gelen "istiğfâr" ise "bir kişinin hatasının, kusurunun, günahının bağışlanmasını Allah'tan dilemesi"dir. Kur'an-ı Kerim'de yer alan 114 sureden neredeyse tamamına yakını diyebileceğimiz şekilde 100 suresinde Allah'ın engin merhamet ve bağışlayıcılığını ifade eden ayetlerin bulunması ve O'nun affının, mağfiretinin, bağışlamasının sonsuzluğundan söz edilmesi son derece dikkat çekici ve önemli bir durumdur. Adeta Yüce Rabbimiz, O'nun bu özelliğinin farkında olmamızı ve ikrarında bulunmamızı istemektedir. "Şunu bilmelisin ki, Rabbinin bağışlaması çok engindir." (Necm, 32) gibi ayetler de bu hususa işaret etmektedir.
Hz. Nuh'un (SAV) toplumuna önemseyerek tebliğ ettiği "Gelin Rabbinizden affını ve bağışlamasını isteyin" ayet-i kerimesi üzerine söyleyeceklerimizi ve bu ayetlerin günümüzde yaşadıklarımızı anlamlandırma adına bize verdiği mesajları sonraki yazımıza bırakarak huzurla geçireceğiniz bir gün dilerim. Sağlıcakla kalınız...
Mehmet Emin Ay