Karada ve denizlerde meydana gelen "fesad"ın, insan eliyle gerçekleştiğinden bahseden bir ayeti ele alarak yeni bir konuya başlamıştık bundan önceki yazımızda…
Bugün de aynı konuya devam etmek ve müfessirlerin bu hususta, söz konusu ayetin yorumlarında nelere yer verdiğini sizlerle paylaşmak istiyoruz. Önce ayet-i kerimeyi hatırlatalım sizlere… "İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden, karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor..." (er-Rûm, 41)
Osman Şahin'in sesinden Rum Suresini dinlemek için tıklayın
Kadim tefsirlerden biri olan Taberî Tefsiri'nde, bu ayette geçen "fi'l-berri ve'l-bahr" cümlesiyle "karasıyla deniziyle her yer" anlamının kastedilmiş olduğunun ifade edilmesi manidardır. Doğrusu, o dönemde uçakların bir ulaşım aracı olarak varlığı söz konusu olmadığı için gökyüzü insanın elinin ulaşabildiği bir yer olarak zikredilmemiştir ama günümüzde maalesef hem teneffüs ettiğimiz havanın hem de bizzat gökyüzünün yine insan eliyle kirletilmiş olduğuna da şahitlik etmekteyiz… Nitekim fabrikaların bacalarından çıkan ağır kokulu zehirli dumanlarının da uçakların gökyüzünde iz olarak bıraktıkları karbon salınımının da günümüzde birçok felakete sebep teşkil ettiği, artık net bir şekilde bilinen fakat tedbiri alınamayan acı gerçeklerdir.
Toplumsal olaylar ve çevremizde olup bitenler hakkındaki ayetlere getirdiği dikkat çekici yorumların sahibi olan Muhammed Esed söz konusu ayetle alakalı olarak tefsirinde şu açıklamalarda bulunmaktadır: "Toprağın, havanın ve suyun, sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden dizginlenemeyen bir şekilde kirlenmesi; bitki örtüsü ve denizlerin artan bir şekilde zehirlenip yok olması; yaygın uyuşturucu ve görünürde 'faydalı' ilâç kullanımı sebebiyle insanın kendi bedeninde ortaya çıkan her türlü genetik bozukluklar ve insanlara yararlı birçok hayvan türünün giderek yok olması... Bütün bunlara, insanın sosyal hayatındaki hızlı bozulmayı ve çürümeyi, cinsel sapıklıkları, suçları ve şiddeti ve son aşamada nükleer dehşeti ilâve edebiliriz. Bunların tamamı, son tahlilde, insanın Allah'a ve mutlak mânevî/ahlâkî değerlere karşı umursamazlığının ve bunun yerine, 'maddî ilerleme'yi tek önemli hedef sayan inançlara tutsaklığının bir sonucudur."
Muhammed Esed'in, ayetten aldığı ilhamla ortaya koyduğu bu hakikatler de acı birer gerçek olarak karşımızda duruyor. Evet geliniz "Asrın Felaketi"ne dûçar olmadan önceki günlerimizi bir hatırlayalım….
Hatırlayacağınız üzere, yağmur dualarına çıkmayı gerektiren bir kuraklıkla muhataptı ülkemizin bazı yöreleri…Bu kuraklık günlerinde, yağmurun da bulutların da mâliki ve sahibi olan Allah'tan, memleketine yağmur göndermesini dileyen mümin kullar, yağmur duasına çıkmışlardı bazı yerlerde… Ancak yine o günlerde, onların yağmur duasına çıkmalarıyla alay eden bir güruh vardı!..
Allah Teâlâ'nın kullarına gönderdiği hayat rehberi mukaddes kitapların sonuncusu Kur'an-ı Kerim'e saygısızlığa karşılık en ufak bir tepkide bulunmayanların; bu mübarek kitabın okunuşunun öğretildiği Kur'an kurslarına saygısızca söylemlerde bulunan önyargılı ve tahammülsüz kişiler vardı yine o günlerde!...
Gönlünde Allah korkusu olan, mahşer gününde görülecek bir hesabın varlığına inanan hiçbir kimsenin asla tevessül etmeyeceği sahtekârlıklar yapan inşaat sektörünün gözü doymaz aktörleri vardı!.. Kimisi işçi, kimisi usta, kimisi kontrol veya denetim sorumlusu, kimisi belediyelerdeki yetkili, kimisi müteahhit vasfına sahipti!..
Depremin hemen ertesi günlerinde ise enkaz haline gelmiş meskenlerden hırsızlık yapmaya cüret edenlere de felaketzedelere yardım götüren araçları yolda gasp edip yardım malzemelerini yağmalamaya kalkışanlara da büyük hayretler içinde şahit olduk…
Daha dün, Kahramanmaraş depremlerinden etkilenen illerden biri olan Malatya'da, kolonların içinden tahta parçalarının çıktığından şikayet ediyordu yana yakıla, evleri hasar gören vatandaşlar…
Sizce bu durum, ahlakî yönden bozulmanın en acı, en ürkütücü örneği değil de nedir? O tahta parçalarını, kolonun içine yerleştiren/gizleyen -insanlıktan nasibini almamış- bu kişi/kişiler, hangi kültürün, hangi eğitim sisteminin, hangi hayat anlayışının ürünü? Muhatap olduğumuz ve şahitlik ettiğimiz bu acı ve bir o kadar da düşündürücü tablolar, bu büyük felaketten önce toplum olarak aslında büyük bir ahlakî sarsıntı içine girmiş de dünya meşgalesinden dolayı ne hale düştüğümüzün farkına varamamış olduğumuzun göstergesi değil de nedir? Hiç tereddütsüz diyebiliriz ki, eğer sunulan ve onaylanan projelerinin dışına çıkılmadan gereği neyse onu yaparak mesken inşa etseydi/ettirseydi her biri kişi; deprem, belki de bu kadar yıkıma ve bu denli can kaybına sebebiyet vermeyecekti… Yaşadıklarımız adeta, ayet-i kerimenin son kısmını bize acı bir şekilde öğretti maalesef… Ayete bir kez daha bakalım dilerseniz… "İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden, karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor..." (er-Rûm, 41)
Yaşanan bu devâsâ felaket, kıyametin kopmasını gerçekleştirecek felaketler yanında elbette küçük kalacaktır. Ama ders çıkarılması gereken husus şudur ki, bugün yıkılan meskenlerin her birinin, inşa edilişindeki her bir safhadan sorumlu tutulacak bir muhatabı varsa, bu muhatapların sorguya çekileceği bir dünya mahkemesi nasıl kurulacaksa ve sorgulama süreci başlayacaksa; asıl "büyük-küçük her hesabın görüleceği bir günde"; paranın-pulun; yoldaşın-arkadaşın; çevrenin-akrabanın; şöhretin-servetin hiç geçmediği ve değer görmediği bir yer olan Mahşer'de de bir mahkeme kurulacak ve "o gün şahitler kişinin kendi eli ve ayağı olacaktır" (bkz. Yâsin, 65)… Ayet bize, işte o büyük mahkemeyi unutmamak, unuttuysak hatırlatmak için başımıza bunların geldiğini söylüyor… Tabii ki, bu celâl tecellisinin ardındaki hikmet ve ibret dersini alanlara…
1999 Depremi, ülkemizin bir "Deprem Kuşağı Ülkesi" olduğunu artık kabullenmemiz gerektiğini öğretti ve bu kabulün gereklerinin yerine getirilmesi adına bazı yasal düzenleme ve yönetmelikleri ortaya çıkarttı. 6 Şubat 2023 Depremleri ise Türkiye'nin artık bu yönetmelikleri uygulamama gibi bir lüksünün, tercih ya da seçenek hakkının olmadığını kabullenmemiz gerektiğini çok acı bir şekilde öğretti bize, hepimize… Bir farkla; bugün içimizde birileri var ki, Allah hiçbir mümin kulunu onların durumuna düşürmesin! Onlar ki, hayatını kaybedenlerin, enkaz altında yaralanan veya sakat kalanların, evi başına yıkılanların ve enkaz haline gelen meskenlerin sahiplerinin vebâlini, o ağır "kul hakkı"nı boynuna alanlardır!.. Onlar ki, hesapları sadece bu dünyada görülmekle kalmayıp, ahiret yurduna da intikal edenlerdir, vâ esefâ!..
Görünen o ki, ahlakî bozulmayı düzeltmeden, inançlı, erdemli ve dürüst insanlardan oluşan toplumlara sahip olmadan; bu ahlaki sarsıntılar, yerin altındaki fay hatlarını tetiklemeye devam edecek ve kırılan hatlar, üstündeki sahtekarlıkları yerle bir kılacak!.. Gün, aynı zamanda -belki işlenen hatalardan dönüş vesilesi olur diye- bu acı hakikatlerin farkında olma günüdür vesselâm…
Mehmet Emin Ay