Pazartesi sabahına birkaç saat kala, ülkemizin güneydoğu illerinde, son zamanların en büyük deprem felaketine maruz kaldı, uykuda olan milyonlarca insanımız… Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte felaketin boyutları da ortaya çıkmaya başladı. Depremin büyüklüğü, onun yüzyılın en büyük felaketlerinden biri olacağına işaretti… Nitekim böylesine büyük bir musibeti tarif için verilen bilgiler yetersiz, söylenen sözler kifayetsiz, yaşanan hüzün, nihayetsiz oldu vesselam… Rabbimizden hayatını kaybedenlere rahmet ve mağfiret, yaralılara şifa ve afiyet, geride kalanlara sabır ve metanet diliyoruz…
Devletin bütün kurumları, sivil toplum kuruluşları ve milletimiz, on ilimizi ciddi şekilde etkileyen bu felaketin açtığı yarayı sarmak için hemen yardıma koştu hamdolsun… Enkaz altında kalan canları kurtarmak, bir kişinin de olsa hayatta kalmasına vesile olmak için binlerce görevli ve gönüllü akın etti bu illerimize… Bu manidar ve güzel tablo, felaketin geride bıraktığı hüzün yarasına bir teselli merhemi olurken; insanlıktan nasibi olmayan birtakım kimselerin ise otobüs biletlerine zam, ev kiralarına artış ve böylesi zamanlarda hayati önem taşıyan battaniye gibi ihtiyaç malzemelerine fahiş fiyat uyguladıkları yönündeki haberler ise açılan yaralara tuz biber ekti maalesef…
Bugünün, bu büyük musibete düçar olan insanlara maddi-manevi yardım, teselli, ilgi ve dua günü olması gerekirken yine bazı kimselerin, attıkları mesajlarla halkı kin, nefret ve düşmanlığa sevk etmeye çalıştıklarına da şahit olduk; bir bilim insanın, "özet olarak söylemek gerekirse deprem, takdir-i ilahi değildir; takdir-i siyasidir" söylemine de…
Bu yazıyı kaleme alırken haber kaynakları, vefat sayısının 1.500'e ulaştığını bildirmekteydi… Bu karşı konulamaz felakette hayatını kaybeden yaşlıların, ebeveynlerin, gençlerin, çocukların (…) kısacası her birinin ayrı hikayesi olan bu canların, hayattan kopma sebebi olan bu musibet üzerine neler yazılır, neler söylenir?.. Doğrusu, cevabı kolay olmayan bir sorudur bu… Ancak içimizde yaşayarak var olan mukaddes kitabımızın bizlere böylesi elimizi-kolumuzu bağlayan durumlarda bile söyleyeceği bir şeyler olmalıdır diye düşünüyoruz. Yıkılan ve un-ufak, toz-toprak haline gelen binaların, bir sûrenin ayetleriyle çizilen tabloyu hatırlattığını fark edince, işte bu tablonun, okuduğunuz bu yazının ilham kaynağı olduğunu söyleyebiliriz… Geliniz Vâkıa suresinin ayetleri ışığında, yaşanan bu büyük felaketi yorumlamaya çalışalım…
VÂKIA SURESİNİN AYETLERİ BİZE NELER SÖYLER?
Bizzat deprem hadisesinden doğrudan bahseden ayetlerin önemli bir kısmı Zilzâl suresinde yer almaktadır. Buradaki, "yeryüzü şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı zaman" ifadesiyle kıyamet günü yaşanacak şiddetli bir depremden bahsedilse de (Bkz. Zilzâl, 1-4); Vâkıa suresindeki kıyamet sahneleriyle ilgili çarpıcı tasvirlerde şöyle denilmektedir: "Büyük olay gerçekleştiği zaman, artık onun vukûunu yalan sayacak kimse kalmayacaktır. O, alçaltır ve yükseltir. Yer şiddetle sarsıldığı zaman; Dağlar parçalanıp toz duman haline geldiği; Sizler de üç gruba ayrıldığınız zaman…" (Vâkıa, 1-7)
Dikkat edilirse bu ayetlerde kıyamet hadisesinin yaşanmasından hemen önce yeryüzünde çok şiddetli bir sarsıntının yaşanacağına vurgu yapılmakta bu esnada dağların parçalanarak toz duman haline geleceği bildirilmektedir. Tâhâ suresinde ise "(Ey Muhammed!) Sana dağların (kıyamet günündeki) hâlini soruyorlar. De ki: "Rabbim onları toz edip savuracak." (Tâhâ, 105) denilmektedir. Tıpkı bugün, iki gün önce insanlara mesken olan devasa binaların, büyük bir gürültüyle çöküp toz duman içinde bir yığın haline gelmesi gibi!..
Kur'an-ı Kerim, kıyameti tarif ederken aynı zamanda "kulakları sağır eden ses"ten bahseder (Bkz. Abese, 33)… Bugünkü haberlerde, Kahramanmaraş depreminin ürkütücü sesi paylaşıldı… Yaşanan depremin 7,6 büyüklüğünde olmasına rağmen normal sesten bariz bir şekilde farklılığı hissedilen ve yer altından yapılan kayıttaki haliyle bile insanı dehşete düşüren bu ses, yüksek şiddetlerde yaşanacak depremlerin, kıyametin kopması için yeterli bir felaket sebebi olacağını ortaya koymaktadır… İşte Vâkıa suresi, geleceğinde hiç şüphe bulunmayan kıyametin, insanların üç gruba ayrılacakları bir senaryoyu da beraberinde getireceğine dikkat çekmektedir. Bu gruplardan ilki, "amel defteri sağ tarafından verilenler"dir. İkinci grup, "yoldan sapmış inkârcılar"dır. Bunlar amel defteri sol tarafından veya arka tarafından verilenlerdir. Üçüncü grup ise "es-sâbikūne's-sâbikûn" ve "mukarrebûn" olarak nitelen "Allah'a en yakın olanlar" ve "Allah yolunda öncülerin en önde gidenleri" şeklinde nitelenmiştir. Ki bunların, amel defteri sağından verilenlerin önde gelen, mertebesi yüksek olan kesimi oldukları anlaşılmaktadır.
Vâkıa suresi bize, bu dünyanın da sonunun olacağını ve bu "Son Gün"ün mutlaka geleceğini bir kez daha hatırlatırken, devasa apartmanların nasıl da birkaç saniye içinde gözümüzün önünde yerle bir olduğunu, bizim ise hiçbir şey yapamadığımızın farkında olmamızı da öğretiyor aslında… İnsanoğlunun acziyetini idrak edip anlamasını, bu acizliğini kabullenmesini de istiyor ve öğretiyor diğer bir yönüyle… Unutulmamalıdır ki, acziyetini kabul etmek, ne tedbir almaya, ne görevini ihmale ne de yapması gerekenleri mükemmel şekilde yapmaya engel değildir. Aksine insanın, Yüce Yaradan'ına sığınıp O'ndan yardım dilemesine bir vesiledir. Yardım dilemek ise çoğu zaman, Yaradan'dan "doğru olanı doğru; Hakk'ı Hakk olarak görmek ve uygulamak" için bir niyaza dönüşür… Bu da nihayetinde insan için değerli bir kazanımdır…
Sözlerimizi şu önemli hususu zikrederek bitirmek isteriz. Bazı yetkili kişilerin, "inşallah bir daha böyle felaket yaşamayız" şeklindeki dileklerini, birtakım kimselerin canlı yayınlara çıkarak tenkit etmelerinin ve bu esnada "Bu iş öyle inşâallah ile mâşâallah ile olmaz!" minvalindeki sözlerinin dinî açıdan son derece tehlikeli olduğunu ifade etmeliyiz. Bir mümin, "Allah Teâlâ'nın dilemesi olmadan hiçbir şeyin olmayacağına" inanan kimsedir; ve hem inşâallah hem de mâşâallah, bu inancın, tamı tamına karşılığıdır!..
Konuya devam ederek, kişinin bu tür tabii felaketlere maruz kalma durumunda zarar görmemesi için kul olarak yapması gerekenler ve bu husustaki sorumluluklarının neler olduğuna dair hususları ele alacağımız yazımızda buluşmak üzere…
Mehmet Emin Ay