21 Ocak 2023 Cumartesi günü, İsveç hükumetinin kendisine sağladığı izin ve koruma desteği eşliğinde insanlıktan nasibi olmayan bir siyasetçi, müslümanların mukaddes kitabı Kur'an-ı Kerim'i yakarak menfur ve aşağılık bir eylem gerçekleştirdi…
Bu alçak eylem iznini, kendisiyle devletler arası ilişkilerimizin bıçak sırtında olduğu İsveç hükumetinin vermiş olması kadar; eylemin gerçekleştirildiği alanın Türkiye'nin Stockholm Büyükelçiliği binası önünde olması da manidardı tabii ki…
Bu iznin çıkmaması yönünde Türkiye'nin diplomatik çabaları sonuç vermedi ve bu menfur olay gerçekleşti… Peki bu alçak eylemin, bu insanlık suçunun işlenmesinden sonra tepkiler nasıl oldu?.. Bu sorunun cevabının son derece önem arz ettiğine inanıyoruz. Öncelikle böylesine aşağılık bir eyleme izin veren devletin üst makamında bulunan kişi, yani İsveç Başbakanı "dün yaşanan olayı tasvip etmedikleri" yönünde birkaç kelam yanında, tüm Müslümanlara camiaya "sempatileri"ni ileterek meseleyi kapatmaya çalıştı. Türkiye Cumhuriyeti, devletin muhtelif bakanlıkları aracılığıyla olayı "güçlü bir şekilde/şiddetle" kınayarak, İsveç Savunma Bakanının planlanmış ziyaretini iptal etti…
Diyanet İşleri Başkanlığınca da bizzat Başkan'ın talimatıyla 22 Ocak Pazar sabahı, tüm camilerde müminlerin toplanarak Kur'an okumaları ve dua etmeleri çağrısında bulunuldu. Yurt sathında camilere akın eden müminler bu çağrıya icabet ettiler. Bugün itibariyle ajanslar bazı şehirlerde de İsveç devletinin protesto edildiği haberlerini paylaştılar.
Bütün bunlar beklenen tepkiler olarak kabul edilebilir. Ancak yaşanan bu alçak ve menfur olayın ardından oluşan görüntü ya da ortaya çıkan tabloda, bazı "irdelenmesi/incelenmesi" gereken mevzular olduğu kanaatindeyiz… Bunların başında "medyanın takındığı tavır" geliyor, ardından ülkemizde kamuoyunun tepkisi ve uluslararası müslüman camianın verdiği tepkilerin cılız kalışı…
BİR KESİM MEDYANIN OLAYI GÖRMEZDEN GELİŞİ NASIL YORUMLANMALI?
Üzerinde durmak istediğimiz mevzulardan birinin, ülkemizdeki bir kesim medyanın bu önemli hadiseye yaklaşımı olduğunu ifade etmiştik. Evet, bahsi edilen bu gazeteler, yaşanan bu menfur hadiseyi görmezden gelerek ilk sayfalarında olaya ilişkin hiçbir paylaşımda bulunmadılar. Müslümanların mukaddes kitabına yapılan bu menfur saldırının, bu denli bir haber "değersizliği"nin sebebi ne olabilir? Kur'an-ı Kerim'i yakmak suretiyle mesaj veren insanlıktan yana nasipsiz varlığın, bu mukaddes kitaba bakışı ve onu saygıya ve hürmete layık görmeyişiyle konuya tamamen ilgisiz kalan bu medya kesiminin bakışıyla benzeşen tarafları nedir? İşte bu sorulara cevap aramaktır, bugünkü yazımızın meselesi…
Allah Teâlâ, gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındaki tüm varlıkları; denizleri, dağları, nehirleri, vadileri… bitkileri ve hayvanları yaratmış, bütün bunları insanın hizmetine sunmuştur. İnsan, O'nun yeryüzündeki halifesidir; ve bu halifelik aynı zamanda peygamberlik göreviyle de taçlandırılmıştır. Zira kutlu bir elçilik görevi olan "risalet" de yine -başka bir varlığa değil- insana layık görülmüştür.
İnsanlık tarihi, sayısı yüz binleri bulacak kadar çok sayıda kutlu elçinin gelişine tanıklık etmiştir. Bu şerefli vazifeyle görevlendirilen kutlu elçilerin isimleri beraberlerinde getirdikleri kutsal metinlerde; kimisi sahifelerden kimisi kitaplardan oluşan vahy-i ilahi'de zikredilmişlerdir… Peygamberler Tarihinde adına, Adam, Noah, Abraham, İşmuil, İtzak, Jakob, Josef, Benjamin, David, Salomon, Moşe, Zakarya, John (Hz. Yahya) ve Jesus olarak rastlanan her bir peygamber, Kur'an-ı Kerim'de kendisinden Adem, Nûh, İbrahim (ASM) …. olarak bahsedilen aziz ve sevgili kullardır. Hz. Muhammed (SAV) ise ona en yakın zaman diliminde peygamber olarak gönderilen Hz. İsa tarafından geleceği müjdelenen "Son Nebi" kılınan bir peygamberdir.
Dinler, bu peygamberler tarafından getirilip toplumlarına tebliğ edilen dinî kuralları (şeriat) yaşanan hayata hâkim kılmak isterler. Bu dinlerin müntesipleri, müminleri olduğu gibi, inkarcıları da olmuştur. Tarihler, bu peygamberlere iman eden müminler kadar, onların hayatına kast edecek kadar azgın inkarcıları da kaydederler… Son Peygamber Hz. Muhammed (SAV) Efendimizin hayatı da diğer peygamberler gibi çilelerle geçmiş, O da beraberindekilerle beraber türlü sıkıntı ve işkenceye varan muamelelere muhatap olmuştur. Her peygambere, insanları iman etmeye yönelten mucizeler verildiği gibi Peygamber Efendimize de birtakım mucizeler verilmiştir. Bunların en büyüğü ve sürekli olanı ise Kur'ân-ı Kerim'dir. Kur'ân-ı Kerim, "Mübarek, Hakîm, Ruh, Hüdâ" gibi isimlere sahip olmakla, bizzat Allah Teâlâ'nın mukaddes kıldığı bir kitaptır. Ancak o, insanlar içinde bazı özelliklere sahip kimselere rehberlik ederken, bazılarının ise hüsranına sebep olmakla iyileri kötülerden ayırt eden "Furkan" özelliğinin de sahibidir. Nitekim Fatiha'dan sonra gelen ilk surede, "Bu, içinde hiçbir şüphenin bulunmadığı bir kitaptır; ve bu kitap müttakiler için rehberdir. O müttakiler ise gayb (görünmeyen) alemine inanan, namazını gereği gibi kılan ve verdiklerimizden Allah için infak edenlerdir." (Bakara, 2-3) buyurularak, içinde şüphenin bulunmadığı bu mukaddes kitabın müttaki kimselere rehberlik ettiğine dikkat çekilmiştir. İsra suresindeki bir ayet ise bu hususu teyid etmektedir: "Biz bu Kur'an'ın ayetlerini, müminler için şifa ve rahmet olarak indiriyoruz. Ancak bu ayetler, zalimlerinse sadece hüsranını arttırmaktadır." (İsra, 82) O halde Kur'an kimileri için şifa ve rahmet; kimileri için de hüsran sebebi olabilmektedir. Ona el ve dil uzatanların hüsranını tarihler hep yazmıştır. Son zalim ve azgının, yaptığı bu alçakça eyleminin de elbette bir bedeli olacaktır. O da bu bedeli elbette ödeyecektir. Son sözümüz, Allah Teâlâ'nın va'dini bildiren şu ayet olsun… "Onların varacakları son merci, elbette bizim katımızdır; Ve elbette onların hesabını görmek de bize aittir." (Ğâşiye, 25,26).
Bugün idrak ettiğimiz mübarek üç ayların bütün İslam alemine ve her birimize hayırlar ve bereketler; huzur, afiyet ve esenlikler getirmesi dileğiyle…
Mehmet Emin Ay