Sonuçları her geçen saat artan ve ağırlaşan bir felaket yaşadı ülkemiz… Bir dakikadan fazla süren 7,7 şiddetindeki depremden birkaç saat sonra yaşanan 7,6 şiddetindeki ikinci deprem ve sayısız artçıların yol açtığı büyük felaket, "asrın felaketi" olarak görüldü.
Devletimizin, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere tüm resmi erkânı, kurum ve kuruluşlarıyla tüm resmi görevlileri seferber olmuş durumda… Sivil yardım kuruluşları ve gönüllü vatandaşlar yanında farklı ülkelerden gelen arama kurtarma ekipleri, tek bir amaçla, canla başla enkaz altında kalanları kurtarmak ve şu anda evlerine giremeyen, en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan yüz binlerce insana kol kanat gerebilmek telaşında…
Pazartesi gününün olumsuz, önyargılı ve taraflı açıklamalarına sahip "bilimsel" görüntülü siyasal söylem sahibi birtakım kişilerin sesleri de -gelen tepkilerden midir, bilinmez- duyulmuyor artık… Necip milletimizin felaketzede olan vatandaşlara yardım ulaştırmak için son derece duyarlı olduğuna şahitlik ettiğimiz nice hikayeyi duyduk ve gördük şu iki gün içinde… Bu güzel ve olumlu tabloya, enkaz altından sağ olarak çıkarılan her bir ferdimizin kurtuluş haberi birer sevinç ve mutluluk unsuru olarak katkıda bulundu, hamd olsun…
Dün bıraktığımız yerden bugün devam etmek ve yaşadıklarımızı, imanımızın temelini teşkil eden Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şerifler çerçevesinde yorumlama çabamızı sürdürmek istiyoruz. Zira böylesi zamanlarda kişinin maneviyat desteğine sahip olması, onun dayanma gücünü arttırdığı gibi, yaşananlara bakış açısında da son derece olumlu etkiler sağlıyor, hiç şüphesiz…
DÜNYAYA GELEN HER KİŞİNİN, MUTLAKA BİR SINAVI OLACAKTIR…
Evet, bu bir faraziye olmaktan öte Allah Teâlâ'nın ilâhi beyanına dayanan bir gerçeklik, inkâr edilemez bir hakikat… Bakara suresinin, 154. Ayetinde "şehitlere "ölüler olarak bakmamamızı emreden, aslında onların Allah katında diriler olduğundan fakat bunu bizlerin fark edemediğimizden" bahseden önemli bir bilgiden hemen sonra, insanoğlunu ilgilendiren bir başka hususa dikkatimiz çekilmektedir. Önce ayeti, ardından açıklamasını verelim:
"Andolsun ki, sizi mutlaka bir şekilde sınayacağız. (Bu bazen tabiî felâket ve musibetlerden dolayı) korku ve açlıkla olacak; bazen de mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle… (Ey Resûlüm! Bu sınavlarda) Sabredenleri müjdele! Ki onlar, başlarına herhangi bir musibet geldiğinde, "Doğrusu biz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve kuşkusuz yine O'na döneceğiz" derler. İşte Rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır." (Bakara, 155-157)
AYETİN İNDİRİLİŞİNDE TARİHİ ARKA PLANDA NE VARDI?
Hicretten sonra indirildiği bilinen bu ayetler için kaynaklarımızda şu bilgiler vardır. Müslümanlar Mekke'den Medine'ye göç ederek müşriklerin saldırılarından kısmen kurtulmuşlardı ancak bu süreçte hâlâ birtakım kaygı ve korkuları vardı; çünkü yeni vatanları olan Medine de müşriklerin tehdidi altındaydı. Nitekim kısa zaman sonra birtakım çatışmalar başladı. Bu arada müslümanlar ağır maddî sıkıntı çekiyorlardı; çünkü hicret edenler mallarını geride bırakmışlardı. Yaşanan çatışmalarda da mal ve can kaybına uğruyorlardı. İmkânlarını kardeşçe paylaşmalarına rağmen –Peygamber ailesi de dahil olmak üzere– çok zaman günlerce karınlarını doyurmaktan bile mahrum durumdalardı. Bakara suresi 155. ayette özellikle Medine döneminin ilk yıllarındaki bu sıkıntılara işaret edilmekle beraber, ayet tüm zamanlara hitap eden bir genelleme ile müminlere muhatap almakta ve Allah Teâlâ'nın insanları bu tür sıkıntılarla imtihan etmesinin her zaman mümkün ve muhtemel olduğundan söz etmektedir.
Ayetten anlaşılan şudur, önceki zaman dilimlerinde insanlık ve tüm peygamberler, çeşitli imtihanlarla, musibetlerle sınandıkları gibi, Son Nebi Hz. Muhammed (SAV) ve ona iman eden ashabı da bu hakikate muhatap olmuşlardır. İnsanın kaçınması mümkün olmayan dünya sınavlarına tepki olarak verdiği iki davranış biçimi vardır. Biri, "Neden bu benim başıma geldi/ Neden hep biz böyle şeylere muhatap oluyoruz/ Neden hep bizi buluyor bunlar?" diyerek Yüce Kudret'i inkâr ve O'na isyan davranışı… İkincisi ise "Bu dünya sınavsız olmayacak. Bu da benim/bizim sınavımız. Sabrımızla direnecek ve bu sınavı kazanacağız. Her şeyimizle Yüce Yaradan'a aidiz. Bu gibi musibetlerden de yine O'na sığınırız" diyebilen mümince davranış… Psikoloji bilimi, yapılan yüzlerce araştırma ve inceleme sonucunda defalarca aynı neticeye ulaşmış ve şu önemli bir hakikate dile getirmiştir: "İnsanın felaket ve olağanüstü durumlarla başa çıkması ve muhatap olduğu sınavlarını başarıyla sonlandırmasında maneviyat desteği ona muhteşem bir katkı ve yardımda bulunmaktadır." Biliyoruz ki, maneviyatı besleyen en önemli unsur, Yüce Yaradan'a ve O'nun sonsuz kudretine olan inançtır, imandır…
Bu imanın bitmeyen tükenmeyen enerjisi, insanın sabır çarkını döndürmekte ve ona bitmez-tükenmez bir dayanma gücü sağlamaktadır. Belki de bu sebeple 155. âyetin sonunda "Sabredenleri müjdele" buyurularak, "sabırlı olmaya" vurgu yapılmıştır…
Ardından gelen; 156. âyette ise bu sabrın imanla ve teslimiyetle bütünleşmiş bir sabır olduğu özellikle belirtilmiştir. Bu âyetler, aynı zamanda bir müslümanın karakter yapısını da tarif etmektedir. Onun, Allah'a sarsılmaz iman, güven ve teslimiyetle inanan ve her şeyiyle Allah'a ait olduğunun ve en sonunda yine O'na döneceğinin bilinci içinde bir kişi olduğunu ifade etmektedir. Böylelerinin mükafatı ise son ayette şöyle açıklanmaktadır: "İşte Rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır."
Buna göre âyet, Hz. Peygamber ve ashâb-ı kiramın yaptığı gibi hayatın türlü zorluklarına karşı koyan; özellikle inançlarını, vatanlarını ve diğer yüksek değerlerini koruma uğruna karşılaştıkları sıkıntılara sabır ve metanetle direnen; Allah'a olan inançlarını, güven ve teslimiyetlerini, iyimserliklerini, sabır ve metanetlerini her zaman koruyan yüksek karakterli müminler için, daha yücesi düşünülemeyecek güzellikte bir iltifattır. Çünkü burada müminlere övgülerde bulunup onların hidayette olduklarını bildiren bizzat Allah'tır. Bir mümin için bundan daha büyük bir lütuf ve şeref düşünülemez (Bkz. DİB. Kur'an Yolu Tefsiri, ilgili ayetler).
Son olarak şu bilgiyi paylaşmak isteriz sizlerle… Şehitliğin öneminden bahsedilerek başlanan bu ayetleri ümmetine tebliğ eden Sevgili Peygamberimiz (SAV) bir gün Cebr isimli bir sahabiyi ölüm döşeğinde iken ziyaret eder. Etrafındaki kadınlar ağlayıp sızlamakta ve "Vâh Cebr'e!... Çok arzu ettiği için biz de hep onun savaş meydanında şehit olacağını bekledik, durduk... Ama şimdi yatağında ölmek üzere…" demekteydiler… Bunu duyan Peygamberimiz (SAV) "Sizce şehit kimdir?" diye sordu. Onlar, "Allah yolunda cân verendir" dediler. Bunun üzerine Son Nebi (SAV) şu bilgiyi paylaştı onlarla… "Allah yolunda can veren şehittir. Bunun yanında iç hastalıklarından ölen şehittir. Yanarak ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir. Yıkıntı altında kalarak ölen şehittir. Aklını kaybederek ölen şehittir. Hamile iken ölen kadın da şehittir."
Enkaz altında kalarak can veren kardeşlerimizin, vatan evlatlarının vefatına, yakınları için bir teselli olan bu hadis-i şerifi onlarla paylaşmak, yaşadıkları yürek acısını bir nebze hafifleteceğine inanıyoruz. Niyazımız, iman ettiğimiz; her şeyimizle O'na ait olduğumuza, O'ndan gelip yine O'na döneceğimize inandığımız Mevlâ'mızadır: "Rabbimiz! Kardeşlerimize dayanma gücü ver. Üzerlerine sabır yağdır! Bizi de onların dertleriyle dertlenen gönüller sahibi eyle ve Senin yolunda ayaklarımızı sâbit kıl!"
Bir kez daha, Yüce Mevlâ'mızdan, bu felakette hayatını kaybedenlere rahmet ve mağfiret; mertebe-i şehadet dileriz. Yakınlarına sabr-ı cemil ve metanet; yaralı ve hastalarımıza şifa ve afiyet niyaz ederiz. Ülkemizin ve milletimizin başı sağ olsun!...
Mehmet Emin Ay