Arama

Mustafa Özcan
Ocak 8, 2018
Yavuz’un izinde Afrika’da

Türkiye'nin Afrika ülkelerine açılması özellikle Sevakin Adasına demir atmasına yönelik olarak Sudan hükümetiyle anlaşması birçoklarını kızdırdı. Somaliland gibi bölgelerde korsan tipi askeri üs kuran BAE liderleri de açıkça rahatsızlıklarını dile getirdi, ortaya koydu. Bugün Afrika Boynuzu çerçevesinde bir üs kurma, edinme yarışı var. Özellikle Cibuti gibi küçük bir ülkede 5 yabancı askeri üs bulunuyor. Ülke topraklarını karış karış kiraya metre metre veriyor. Bu küçük ülke topraklarını yabancılara kiraya vererek veya peşkeş çekerek varlığını devam ettirmeye ve geçimini sağlamaya çalışıyor. ABD, Fransa, Almanya, Çin, Japonya gibi ülkelerin üsleri bulunuyor. Burada dikkat çekici hususlardan birisi askeri iddiaları olmayan Almanya ve Japonya gibi ülkelerin de üs kurma noktasında 'biz de varız' şeklinde niyet beyanlarıdır. Bu niyet beyanları Cibuti gibi ülkelerde kuvveden fiile geçmiş ete kemiğe bürünmüş durumda.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Sudan ziyareti ve Türkiye'nin Sevakin Adasını işletmeye talip olması bölgedeki köhne ve arkaik Arap rejimlerini çileden çıkardı. Başkalarına göstermedikleri tepkiyi Türkiye'ye gösteriyorlar. BAE'nin uluslararası ilişkilerden sorumlu Bakanı Enver Gargaş (Karkaş) bölgede ikiye karşı ikili bir mihver oluştuğunu ileri sürmüştür. Tahran-Ankara beraberliğine karşı Kahire-Riyad kampı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretinin bu kamplaşmayı biraz daha yüzeye taşıdığına inanıyor. Bu kampları daha da genişletenler var. Sözgelimi Almısrialyevm gazetesi yazarlarından Abbas Trabeli Türkiye-İran kampını daha geniş ölçekte tarif ediyor. Katar, Etiyopya, Sudan, İran ve Türkiye. Bu sonuca Ömer Beşir'in ilişkiler yumağından yola çıkarak varıyor. Etiyopya'nın Nil üzerine kurduğu Büyük Rönesans Barajı Mısır'ın su güvenliğini tehlikeye atarken ve son derece rahatsız ederken Hartum yönetiminin Etiyopya ile ilişkileri gayet iyi. Bu açıdan, Mısır Etiyopya'dan ziyade 'kardeş' bildiği Sudan yönetimine kızgın. Baraj konusunda yalnız kaldığını düşünüyor. Hatta bir ara Sisi'ye öfkeli anlarından birisinde Kral Selman bile Addis Ababa'yı ziyaret etmişti.

*

'İğneyi başkasına batır çuvaldızı kendine' demişlerdir. Mısır bu hususta Sudan yönetimine son derece haksızlık yapmaktadır. Hem suçlu hem güçlü pozisyonundadır. Enver Sedat 1974 yılında Libya'yı işgale yeltenmiştir. Mübarek ise Mısırlı esirlerin katilleriyle (örneğin Binyamin Ben-Eliezer) sıkı fıkı, senli benli olurken tartışmalı Halayip/Şelatin üçgenine el koymuştur. Şimdi ise Tiran ve Sanafir Adalarını Suudi Arabistan'a satan, pazarlayan Mısır rejimi Sudan'dan Sevakin'i istemektedir. Dedikleri gibi 'geçti Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde'ye! Özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gezisi sonrası büyük bir kampanya başlatmışlar ve 'sömürgeci Türkiye'nin kendilerini Sudan üzerinden kuşattığını ileri sürmüşlerdir. İşte bu kışkırtıcı kampanya sonrasında Sudan Kahire'deki elçisini geri çağırmıştır. Bu ise iyice ağırlarına gitmiştir. Bu yayılmacılık iddialarına kargalar bile gülerken bazı Araplar maalesef ciddiye alıyorlar. İsrail ile Batıların bölgeye sarkmasını ciddiye almazken ya da tehdit olarak görmezken nedense Türkiye'nin bölgeye ilgisini kötüye yoruyorlar. Geçmişte Ömer Beşir yönetiminin İran'la ilişkileri daha iyiydi. Son sıralarda ise daha mesafeli hale gelmiştir. İran-Sudan ilişkileri bile onları bu kadar kışkırtmamıştı. Türkiye ile gelişen ilişkiler ise Mısır gibi ülkeleri can evinden vurmuştur.

Bu refleksi Yavuz döneminden hatırlıyoruz. Yavuz Sultan Selim döneminde bölgede günümüzdekine benzer bir jeopolitik bir harita ve kamplaşma vardı. Müslüman ülkeler arasında üçlü bir denge kurulmuştu. Safeviler ile Osmanlılar yükselirken Kölemenler ise köhne hale gelmekte ve yaşlanmakta idiler. Bu güçler arasında çapraz ilişkiler kurulmuştu. O sıralar Kölemenlerin profili giderek sönmektedir. Haçlı akınları karşısında varlık gösteremeyip; bölgeyi koruma ihtimali giderek zayıflamaktadır. İşte bu boşlukta Osmanlılar yükselmiş lakin bu Kölemenlerin tepkisini çekmiştir. Hala da bunun akisleri günümüze kadar devam etmektedir. Yavuz'un Mısır tabir caizse Afrika seferi bölgesel dengeleri değiştirmiş ve bu dengeler üzerine kurulu çıkar çarklarını bozmuştur. Elbette bundan zarar görenler olmuştur. Bu nedenle de Osmanlı'ya karşı Kölemenler Safeviler ile ittifak arayışına girmişlerdi. Bugün ise Enver Gargaş gibiler tabloyu tersinden okumaya çalışıyorlar. Halbuki, okudukları gibi olduğunu tasavvur etsek bile Türk-İran (Osmanlı-Safevi) ittifakı geçici ve eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu topraklarda Bizans-Sasani ya da Osmanlı-Safevi geleneğinin genlerini görmekteyiz. Geçici ittifaklar kalıcı zıtlaşmayı ortadan kaldırmaz.

Osmanlıların Afrika'ya uzanmaları aşamasında Avrupalıların uzanmasından veya sarkmasından din adına rahatsız olmayanlar maalesef Osmanlı'nın sarkmasından unsuriyet (ırk farkı) adına rahatsız olmuşlardır. Hala da bunun kavgasını güdenler bulunmaktadır. Yavuz'un yıktığı Kölemen Devleti Çerkezler tarafından tedvir edilmektedir. Günümüzde hala bunun yasını tutanlar olabiliyor. Sözgelimi büyük allame Muhammed Zahid el Kevseri Yavuz'u bağışlamayan ilim erbabı veya zevat arasında başı çekmektedir. O dönemde de Osmanlı'nın Mısır'a sarkmasının meşruiyeti tartışılmış ve hatta Suyuti'nin vefatından önce bunu öngördüğü ve müjdelediği bahis konusu edilmiştir. Osmanlı'nın bölgeye nüfuzu karşısında ilmiye sınıfı arasında lehte ve aleyhte tutum takınanlar olmuştur.

Şimdi de din kaygısından ziyade unsuriyet kaygısı ön plandadır. Ama ecelin ölüme faydası yoktur. Zamanın çarklarını temennilerle durdurmak mümkün değildir. Dengeler bozulmuşsa ve boşluk varsa bunu iyi veya kötü birileri doldurur. Bu yeni boşluğun kötü güçler tarafından doldurulmasına ses çıkarmayanlar sıra Türkiye'ye gelince avaz avaz çığlık atıyorlar.

Halayip ve Şelatin Üçgenini işgal eden Mısır'ın yazar ve çizer takımı Türkiye'ye nispet olsun diye Sevakin Adasının da statü olarak kendilerine tabi olduğunu söylüyor. 1865 yılında Osmanlıların bir fermanla buranın egemenliğini Hidiv İsmail Paşa'ya devrettiğini ve bunun oğlu Hidiv Tevfik döneminde yenilendiğini yazıyorlar. 1865, 1873, 1879 yıllarında yayınlanan peş peşe fermanlarla bu statü teyit edilmiştir. 1899 İkili Dominyon döneminde de bu statü sektirmeden devam etmiştir. Bununla birlikte Sudan'ın 1956 yılında bağımsızlığını elde etmesiyle birlikte Mısır ile Sudan'ın yolları ayrılmış ve eski statü tarihin çöplüğüne gitmiştir. Nasır Mısır-Sudan beraberliğini kurtarmak, pekiştirmek yerine Türkiye'nin, Adnan Menderes'in önünü kesmek için Suriye ile birlik olma sevdasına kapılmıştır ve ortaklaşa Birleşik Arap Cumhuriyetini kurmuşlardır. Bu birlik ancak üç/dört yıl yaşayabilmiştir. Şimdi tarihi kinlerden beslenerek ve şantajla birlikte Sudan'ı kazanmak değil kaybetmek adına daha da yabancılaştırmak için var güçleriyle ellerinden geleni yapıyorlar.

Dr. Hişam el Hamami gibilerin ifadesiyle bu politika irticale ve infiale dayanmaktadır. Bu politikanın sıfatlarından birisi de ' nazak' yani taşkınlık ve kibir ve ölçüsüzlük halidir. Türkiye'nin Somali'de askeri üssü bulunuyor keza Katar'da da benzeri bir üssü bulunuyor lakin bu Mısır'a nispet olsun diye değil. Zaten buralarda savunma hatları muhkem olsa ve boşluk olmasa Türkiye'nin ilgileneceğini de sanmam. Bu bölgede maalesef İslam dünyasının esamesi okunmamaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin buradaki varlığını farz-ı kifaye nevinden saymak gerekir. Sevakin Adasında askeri üs kurulma fikri henüz gündemde değil. Mısırlılar bundan gocunuyorlar ve Ömer Beşir'in Halayip/Şelatin Üçgeninden dolayı nispet olsun diye burasını Türklerin idaresine verdiğini düşünüyorlar. Bununla birlikte burasının tarihi, turistik ve stratejik değeri tartışılamaz. Herkesin cirit attığı bölgede Türkiye'yi istememek en azından İslam nokta-i nazarından ihanettir. Mısır'daki aklı evveller de bunu yapıyorlar. Maalesef Batılıların önünde paspas olanlar sıra Müslümanlara gelince firavunluk taslıyorlar. Dr. Hişam el Hamami adlı Mısırlı yazar aynen şunları yazıyor: Biz Sudan'a sırtımızı, arkamızı döndük önünü dönenlere ve ilgilenenlere de kızıyoruz. Görevlerini yapmayanların ellerinden sadece küstahlık gelmektedir. Al Mısriyyun gazetesinden Mahmut Sultan da Sudan'ı kim kışkırttı veya neden kışkırttık diye soruyor. Görevini yapmayan rejimlerin basını da ancak sövmesini bilir. Nitekim, onlar da bunu yapıyorlar.

Birileri bir kaşık suda fırtına çıkarsa da, Türkiye Afrika'da tarihi derinliği olan taze bir başlangıç yapıyor.

Bu başlangıç ışığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretinden beri Sudan-Mısır ilişkileri yüksek gerilim hattında seyrediyor.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN