İslam alemi olarak ne aktör ne de faktör durumdayız. Olayların akışı, seyriyle alakalı belirleyici bir pozisyonumuz yok. Aksine, edilgen bir durumdayız, açıkça figüranız. Ürdün kraliyet ailesinin önemli isimlerinden Prens Hasan Bin Tallal bir konuşma yapmış ve şöyle diyor : "Artık Araplar olarak kriz idaresini bırakmalı, kriz önleyici bir aşamaya gelmeliyiz… "Bunun için hamle gücü kazanmak gerekir. Kaldı ki, Arap dünyasının bulunduğu yeri tespit açısından Prens Hasan'ın söyledikleri havada kalmaya mahkum. Araplar ne zamandan beri kriz idare ediyorlar? Olsa olsa bunun lafını ediyor olabilirler. Krizi önleme aşamasına gelmek için kriz idaresi aşamasında olmalıyız. Araplar hiçbir aşamada değiller. Kendilerini yele vermiş haldeler. Keşke başka bir aşamayı, ileri bir aşamayı konuşuyor olsaydık. Osmanlı sonrasında ikinci defa doğrudan işgal dönemiyle karşı karşıya bulunuyoruz. 2003 yılında Irak bu duruma düştüğü gibi Esat sayesinde de Suriye maalesef küresel işgal pozisyonuna yuvarlanmıştır. Bu halde iken ABD ve Rusya'ya ses çıkaramayan Arap liderleri Türkiye ile didişmenin derdindeler. Zira, himmetleri bu kadar. Bu nedenle de İslam ümmeti olarak yaptıklarımızı değil başkalarının yaptığını konuşuyoruz. Bu baptan olmak üzere incir çekirdeğini doldurmayan Trump ve ortaklarının Suriye eylemini tartışıyoruz. Trump, Suriye'yi bombalamadan öte gündemimizi bombaladı! Daha doğrusu eylemin anatomisi konusunda fil tarifine benzer tarifler yapıyoruz. Bu eyleme nasıl bakmalı? Saldırı mı yoksa darbe mi? Darbe dersek Trump'tan saldırı dersek Esat'tan yana olmuş oluyoruz! Halbuki hiçbir şey değil, sadece tiyatrodan ibaret. Ağız yormaya bile değmez.
Kullanılan 120 kadar füzenin geride bıraktığı hasar Esat rejiminin attığı bir varil bombasına bile denk gelmiyor. Waddah Hanfer'in dediği gibi nasıl isimlendirirsek isimlendirelim sonuçta bu eylem Suriye halkından başka herkesin işine yaradı. Rejim şimdi yeşil ışık yakılmış havada saldırganlığına tüy dikiyor. Bazı muhalifler de Esat'a doğru koşmaya başladılar. Atalarımızın dediği gibi yumuşak tükürüğün sakala zararı vardır. Trump cezalandırma havasında Esat rejimini ödüllendirmiştir. Rusya ile rejim ise bunu bahane ederek saldırganlıklarını daha da artırmış bulunuyor. Hal böyle iken eylemin niteliğini tartışıyoruz. Darbe mi saldırı mı? Hiçbirisi değil elbet. Eğer iş yapmazsak başkalarının deli saçması işlerini tartışmak durumunda kalacağız. Ve meseleye angaje olarak yanlış taraflardan birisine bel bağlayacağız veya taraftarı olacağız. Yanlış olan iki taraftan biri değil tümüyle denklemin kendisidir. Hepsinin canı cehenneme.
Şununla birlikte mesele ülke içinde tartışmayı alevlendirdiği ölçüde bölgede de tansiyonu artırmıştır. Kimileri Saddam-Bush döneminde olduğu gibi taraflardan birisinin yanına geçmiş ve mesele içi boş ama Müslümanları tüketen bir tartışma anaforuna dönüşmüştür. Saddam karşısından bakanlarla yanından bakanlar bakış açısını kilitlemişler ve meselenin diğer boyutlarını görmekte zorlanmışlardı. Halit Muhammed Halit gibi. Suriye'de Türkiye'nin dışında, denklemin içindeki bütün unsurlar yanlış tarafı temsil ediyorlar. Bununla birlikte Hamas'ın Amerikan eylemini saldırı diye kınaması oldum olası Hamas karşıtı olan siyasi tarafları harekete geçirmiştir. Burada üzüm yemekten ziyade bağcıyı dövme eğilimi görünüyor. Hamas meseleye ortak cephe şuuru ile değil de kendi zaviyesinden bakmıştır. Yanlış olsa da mazeret bulunabilir. Ona kızanlar ise peşin olarak Amerikan-İsrail tarafını tutuyorlar. Kuveytli Kari Muşar Raşid El Afasi Hamas'ın mevzi değerlendirmesini İhvan'a mal ederek hepsini bir kefeye koyarak, torbaya doldurarak haksızlık etmiştir. Hepsini Esat-İran yanlısı olarak göstermeye kalkışmıştır. Bu tamim haksızdır. Halbuki bu dağınıklıkta cepheler paramparça olmuş durumda kimse tümden kendi cephesinde değil. Gönüller ve zihinler parçalanmış. Bunun temel nedeni ümmetin sadece siyasi olarak değil zihnen de parçalanmış olmasında yatıyor. Bu nedenle de zihinler toparlanamıyor. Zihin dağınıklığı bakış açısında çarpıklık üretiyor. Bazı kusur avcıları veya pusuda bekleyenler var. İşte Hamas'ın kınama meselesinde olduğu gibi onlar bu gibi bulanık havalarda ava çıkıyorlar.
Fayiz Kenderi isimli Kuveytli bir başka kari veya hoca da El Afasi'si hedef tahtasına koymuş. İhsan El Fakih ve diğerleri de haddini bildirdiler.
'Üçlü eylemi' Zuheyr Salim Bey dost ateşi olarak tanımlıyor. Esat ise tersinden Nasır'a karşı İngiltere, Fransa ve İsrail'den müteşekkil Üçlü Saldırıya gönderme yapıyor. Halbuki, 1956 yılında gerçekleşen Üçlü Saldırının sonucunda İsrail, Sina'yı tamamen işgal etmişti. Fransa ve İngiltere ise Süveyş Kanalı'nın kıyılarına el koymuşlardı.
Suriye'de bir başka tartışma konusu da tarihçi Beşir Musa Nafii'nin gündeme getirdiği gerçekten de Suriye muhalefeti yenildi mi? Nafi'nin yazdığı gibi aslında ne Esat rejimi kazandı ne de muhalifler kaybetti, yenildi. Zira her ikisi de kendi hesabına savaşmadı. Esat yerine patronları olan İran ve Rusya devreye girdi, savaştı. Buna mukabil muhalifler de kendi savaşlarını yürütmediler onlar da bağlı bulundukları ülkeler adına vekaleten hareket ettiler. Esat'ın kefesini temsil edenler dirayetli davrandı ötekiler ise Trump'ın son yaptığını yaptılar. Dolayısıyla Suriye olayları birçok aşamadan geçti. Şimdi sadece yeni bir aşamaya gelmiş görünüyor.
Vekalet savaşları yürüttüğümüz gibi vekalet konuşmaları da yapıyoruz. Bazen başkalarının yaptıklarıyla ağızlarımızı yormanın ötesinde zihinlerimizi yoruyor ve ötesinde birbirimizi çekiştiriyoruz. Bize tasallut edenlere sataşacağımız yerde onların eylemleri yüzünden yine birbirimizle uğraşıyoruz. Aramızda sinir harbi yaşıyoruz.
Ne zaman kendi eylemlerimizi konuşursak doğru yolda ilk adımı atmış olacağız, sağlık ve afiyet kazanacağız. Ötesi Tih Çölünde kısa devre yapmaktan öte bir anlam taşımıyor.