Sanki bütün yollar Esat'a çıkıyor. Cenevre görüşmeleri muhalifleri oyaladı ve muhalefeti sulandırdı. Bunların hesaplı, kitaplı, sistematik olarak yapıldığı bir gerçek. Kısaca BM, ABD gibi ülke ve yapılar Esat'ın gündemine alet oldular, hizmet ettiler daha doğrusu Esat'a rağmen Esat'ı desteklediler. Olayların seyrine baktığınızda bundan başka bir sonuç çıkarmak mümkün değil. Keza Soçi'deki üçlü zirveden bir gün evvel 21 Kasım 2017 tarihinde Putin Esat'ı Soçi'de ağırlayarak buradan "Esat'ın arkasındayım" mesajını verdi. Esasında Türkiye'nin dışında Esat'ın gidip gitmemesi, kalıp kalmaması kimsenin pek umurunda değil. Ankara'daki üçlü zirvede (4 Nisan 2018) ise Esat'ın sözcülüğü yapmak Ruhani'ye düştü ve zımni olarak Esat'ın iktidarda kalıcılığını ilan etti. Suriye'de yeni dönemi ilan etti. Gündemde mültecilerin geri dönmesi, istikrarın sağlanması ve seçimlerin yapılması olduğunu söyledi. Seçimlerin kiminle ve nasıl yapılacağını ise söylemedi. Halkı terörist gören anlayış kiminle seçim yapabilir ki? Zaman zaman Putin buna bir ilavede bulunuyor ve yeni bir anayasa hazırlığından söz ediyor. Bütün yollar Esat rejimini rehabilite etmeye çıkıyor. Bu açıdan Londra'da yaşayan Suriye Müslüman Kardeşler hareketinin sözcülerinden Zuheyir Salim Bey Suriye'de gelinen noktayı şöyle özetliyor: Suriye'de yerel ve küresel mütegallibe, hakimiyet kurdu. Bu hakimiyetin halk ile hiçbir münasebeti yok ve meşruiyeti de bulunmuyor.
ESAT'I BUGÜNE KADAR AYAKTA TUTAN LEHİNDEKİ ZITLARIN İTTİFAKIDIR
Bakış açılarında ve çıkarlarında hafif farklılıklar olsa bile Esat'ı ayakta tutmak için İran ile İsrail, İran ile Suudi Arabistan, Rusya ile ABD birlikte çalıştı, aralarında zımni Esat ortaklığı, ittifakı oluştu. Söz gelimi, Hasan Nasrullah daha önce Suud rejiminin Şam'a elçi gönderdiğini ve elçi aracılığıyla şu mesajı verdiğini açıklamıştı: İran'a mesafe koyması halinde Esat'la bir alıp veremediğimiz yok. Esat rejimiyle bir sorunumuz yok, sadece İran'a uzak olmasını istiyoruz.
Halbuki, Suriye rejimi taraftarları veya Hüsnü Mahli gibiler ilk baştan, ilk günden itibaren Suriye'deki olayların Bender Bin Sultan ve Cemal Cerrah gibi isimlerin kışkırtmasıyla patlak verdiğini savunmuşlardı. Veliaht Prens veya Dennis Ross'un ifadesiyle, 'Suudi Arabistan'ın Mustafa Kemal'i Muhammed Bin Selman, ABD ziyareti sırasında Nasrallah'ın ifşaatını alenileştirmiştir. Muhammed Bin Selman, Esat'ın kalmasına razı olmuş görünüyor.
Nitekim, ABD ziyareti sırasında şunu söylemiştir, "Amerikalı askerlerin Suriye'de uzun vadeli olmasa bile en azından orta vadede kalması gerektiğine inanıyoruz." Suriye'de Esad'ın iktidarda kalacağını iddia eden Veliaht Prens Selman, "Umarım Esad Tahran'ın kuklası olmaz" diye de temennisini ilave etmiştir. Muhammed Bin Selman'ın Washington'da sarf ettiği sözleri Hasan Nasrallah'ın önceki ifşaatını doğruluyor. Demek ki Suudi Arabistan sürekli olarak Esat rejimiyle temas hattı aramış ve sonunda Esat'ın kalıcılığına kani olmuş. İddia edildiği gibi muhalifleri desteklemekte ya da Esat'ı yerinden sökmekte ciddi davranmamış, olmamıştır. Düne kadar Riyad Esat'ın saç ayağı mesabesindeki bölgesel patronlarından birisiydi. Elbette nüfuzunu İran'a kaptırmıştır ama yine de yeni bir denklem arayışında olduğu fark ediliyor. Bu itibarla Riyad ile Tel Aviv'in Esat politikası Esat'a değil daha ziyade Şam'daki İran'a ve nüfuzuna karşı görünüyor. İran'ı sadece kuma olarak görüyorlar.
İsrail baştan beri Esat'ın kalmasından yana olmuştur. Bugün de öyledir. Dağınık muhalifler veya katı İslamcılar yerine dünden bugüne ve ebedi olarak Esat'ı desteklemektedir. "El Esed ile'l ebed / Sonsuza dek Esat" diye slogan atan başkentlerden birisi de Tel Aviv'dir. Yıkılmaya en yakın olduğu sıralarda bile (2012) savunma bakanlığı koltuğunu işgal eden Ehud Barak, "Esat giderse gitsin ama rejimin iskeleti aynı kalsın" diye tempo tutmuştur. Özellikle Amerika ziyareti dönüşünde bu yönde açıklamalarda bulunmuştu.
İsrail genelkurmay başkanlarından Dan Halutz, 2013-2017 yılları arasında yaptığı muhtelif açıklamalarında hep Esat'ın iktidarda kalması gerektiğini savunmuştur. İsrail'in maslahatına uygun olan budur. Bildik şeytan ısırmaz. Nitekim, İsrail ilk günden itibaren bilinmeyen şeytandansa, bilinen şeytanla yola devam kararı almış ve yaklaşımını benimsemiştir. Mevcut İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot da, İran ortağı Esat'a göz kırpıyor. Libya'da Kaddafi, Irak'ta Saddam'ın devrilmesinin ardından husule gelenlere benzer şekilde Suriye'de de ilave krizlerin veya kaosun meydana gelmesine izin verilmemesini istemiştir. İsrail'in aklı yeni mi başına geliyor acaba? Her yerde kriz veya kaos üreten yapı Suriye'de ise yeter; kaos Beşşar'a dokunmasın noktasında, havasında. Ciddi olamazlar! Kısaca, Esat'ı ayakta tutma noktasında bütün zıtlar seferber olmuş durulma. Demek ki küresel düzen için vazgeçilmez bir unsur. Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot, Suriye'de dağınık parçalara laf anlatmaktansa merkezi bir yönetimin (muhaberat rejimi) muhatap alınmasının kolay ve yeğ olacağını söylemektedir www.assabeel.net/article/2018/4/2/
ABD de geçmişte İslam dünyasında halk iktidarları veya demokrasi için böyle demiştir. Dolambaçlı muhataplar yerine generallerle tek elden konuşmayı yeğlemiştir. Peki! Bahsini ettikleri demokrasi veya insan hakları nerede? İrapta mahalli, denklemde yeri yok mu?
Yine de Gadi Eisenkot, Esat'ı denklemin tek değişmeyeni olarak görmekle birlikte Suriye'nin ileride Kürt, Sünni ve Alevi bir konfederasyona dönüşmesi gerektiğini savunuyor. Yani bölünmeye amade ve hazır hale gelmesini istiyor. Düğme onlarda olacak. Aynen Irak veya Sudan örneklerinde olduğu gibi. Kendisi Filistinlilerin yurdunun son kırıntılarını da yutarken başkalarına konfederasyon raconu kesiyor!
İsrail Esat ile birlikte ömrünü uzatıyor ama gün doğmadan neler doğar. Mesele uzun sürünce hesaplar karıştı. İlk kareye geri dönüldü. Ama herkesin hesap hatası yaptığı bir vasatta kalem ve kitap geri dönebilir. Böylece mütegallibiye/yer egemenlerine karşı "Vallahu galibun ala emrihi / Allah işlerinde galiptir" sırrı, semanın egemenliği bir kez daha tecelli edebilir.