1990'lı yılların başında Bernard Lewis, 'Müslüman Öfkenin Kökenleri' adlı bir makale yazmış ve ardından bu makale 'Medeniyetler Çatışması' tezine temel harç ve ilham kaynağı olmuştu. Medeniyetler Çatışması tezi üzerinden de Francis Fukayama Tarihin Sonu tezini bulmuş, geliştirmiş, üretmiştir. Fukuyama, 'Tarihin Sonu ve Son İnsanı' yazdı. Daha sonra bu görüşlerini revize etmek zorunda kaldı. Irak işgali ardından Trump dönemiyle birlikte tarihin sonu tezinin de sonu göründü. 1990'lı yıllar ve bilhassa 1991 yılı tarihin dönüm noktalarından birisi olmuştur. Tek kutuplu dünya ve küreselleşmenin zirve yaptığı yıllar. Özellikle Berlin Duvarı'nın yıkıldığı 1989 yılı Fransız Devrimi'nin 200'üncü yılına denk gelmiştir. 1989 yılı Berlin Duvarı'nın yıkılmasına sahne olarak ideolojiler çağını kapatmıştır. İdeolojik çağ yaklaşık 200 yıl sürmüştür. İdeolojiler çağı dinin yerini almış ve pozitivizm ve komünizmi doğurmuştu. Marksistler, dudak kıvırarak 1789 Fransız Devrimi'ni burjuvazi karakterli bir devrim saysalar da ters etki ile birlikte sınıf devrimi sayılan Bolşevik devrimlere kapı aralamıştır. Marksist devrimler sonuçta Fransız Devrimi'nin gayrimeşru çocuklarıdır. Yine dinci İran devrimi Fransız Devrimi'nin uzantılarından biridir; 190 yıl sonra Paris'te mayalanmıştır.
Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla Fransız Devrimi'nin tetiklemiş olduğu ideolojiler çağı son buldu. Sonrasında İslam'a yönelik olarak İslamafobik bir çağ başladı. Soğuk Savaş'ın doruk günlerinde Berlin Duvarı yıkılırken Amerikan siyasetinin çarklarına ve dümenine Evanjelikler hakim olmuşlar, oturmuşlardı. Yeşil Kuşak projesinin son günlerinde Reagan mücahit heyetlerini Beyaz Saray'da ağırlarken (1986) SSCB'yi şer imparatorluğu olarak tanımlıyordu. Çok geçmeden Mücahitler menfur bir suret kazanacaklardı. 1989 yılında Gorbaçov'un Afganistan'dan asker çekmesiyle birlikte uluslararası ilişkilerin şekli de seyri de değişti.
Müslümanlar yeni dönemin düşman gücü veya potansiyel düşmanı haline geldiler. Buna yönelik olarak Batı'da ideolojik ve askeri yığınaklar yapıldı, seferberlik başlatıldı. Evanjelikler SSCB, komünizm düşmanlığı yerine din olarak İslam'ı, topluluk olarak Müslümanları ikame ettiler. Böylece 1991 sonrasında İslamfobik çağ başlamış oldu. 1994 yılında medeniyetler çatışması teziyle birlikte düşman medeniyet olarak da İslam medeniyeti sahaya sürüldü. Bütün medeniyetler sinmiş, teslim olmuş sadece İslam medeniyeti kökleriyle ve köklerine tutunmuş bir avuç serdengeçti mensubuyla birlikte direniyordu.
İslamfobik çağla birlikte İslami literatürle fitne çağına girmiş bulunuyorduk. Afgan Arapları, Kaide, IŞİD derken bir taraftan İslami değerlerin içini boşaltan örgütler serpiliyor diğer taraftan bu örgütleri istismar ederek İslam'ı karalayan yeni küresel düzen yükseliyordu. İşte bu noktada Zalmay Halilzad gibi Batı yeniçerisi bir devşirme olan Franrcis Fukuyama (Japon asıllı) Batı adına teori geliştirerek Tarihin Sonu ve Son İnsanı ilan ediyordu. Tarihin sonunu Batı medeniyeti kazanmıştı ve liberal insan da gelişmiş son insandı, süper insandı. Fakat Fukuyama çok geçmeden yanıldığını anladı ve önceki tezini tashih eden yazılar kaleme almaya başladı. Esasında o da güneşin altında değişen bir şey olmadığını fark edecekti. Fukuyama'nın tezi başta tarihin kendisine ters düşüyordu. İstikrar yoluyla tarihe baktığımızda sürgit bir biçimde ikili hatta çok başlı, kutuplu sistemin hüküm sürdüğünü görebiliyorduk. Küresel manada bir istibdat düzeni ya da tek güç göremiyorduk. Genellikle dünya sistemi ikili veya çok kutuplu güçler arasında bir denge içinde seyrediyordu. Sistem tek ayağa indiğinde, düştüğünde yani Fukuyama'nın dediği gibi tek gücün, tek insan tipinin hakimiyeti altına girdiğinde ve tek kutuplu olduğunda bu devletin veya medeniyetin sahipleri tanrılıklarını ilan edebileceklerdir. Bu dünyanın zulümle berbat olması anlamına geliyor. Kur'an-ı Kerim, uluslararası ilişkilerde tedafüü (büyük güçlerin birbirini dengelemesi) kanununu öne çıkarır. Bu şaşmaz bir sünnetullah yasasıdır. Yani dünyayı tek egemen bir güç yönetemez. Yönetirse denge, adalet kalmaz. Bu itibarla Fukuyama'nın ilan ettiği tarihin sonu tezi gerçek olsaydı bizi dünyanın sonuna götürürdü. Dolayısıyla ABD'nin tahttan inmesiyle birlikte tarih yürümeye devam eder.
Bununla birlikte dünya küreselleşme ile birlikte yapısal bir değişim geçiriyor, asimetrik bir çağda yaşıyor. 1989 ve 1991 yılları insanlık tarihi içinde bir milattır. İdeolojiler çağından yeniden dinler çağına geçiş dönemi. Fransız Devrimi sonrası çağa giriş! Dinler çağı olarak da karşımıza Evanjelikler çağı çıkıyor. Evanjelikler çağı Mehdici ve Mesihçiler çağı demektir. İmam Rabbani'nin hayatını yazan Ebu'lHasen en Nedevi, döneminde Hindistan'ı tehdit eden iç gaileler meyanında Şiileri ve Mehdici hareketleri sayar. Günümüzde Suriye ve Irak'ta onların yerini İran ekseni ile IŞİD güruhu almıştır. Değerler üzerinden İslam'ın çağa söyleyebileceği bir şey kalmadığını ve süresini tamamladığını düşünen Ekber Şah Çıla ismiyle bir sentetik din kurar. Hatta aynı dönemlerde Mısır'da da Suyuti'nin bahsettiği gibi bininci yılına giren İslamiyet'in vaktinin dolup dolmadığı yani kıyametin kapıda olup olmadığı baş tartışma meselelerinden birisidir. Yavuz'un Mısır seferinden 14 yıl kadar önce vefat eden Suyuti, kendisini dokuzuncu asrın müceddidi olarak saymış ve bin yılında İslamiyet'in inkıraza uğrayacağı veya kıyametin kopacağı yönündeki tezleri reddeden eserler kaleme almıştır. Bu çerçevede 'el-Keşf 'an mücavezeti hazihil-ümme el-elf/Bu ümmetin ömrü bin yılı aşacak' kitabını telif eder. İslam'ın ilk milenyumu bu tür tartışmalara eşlik eder. Sonrasında her yüzyılda bir Mehdici hareket zuhur eder. Sözgelimi, 1300 yılının başında Sudan Mehdisi mehdiliğini ilan eder. Ondan tam yüzyıl sonra ise Kabe baskınıyla birlikte 1400 hicri yılının başında Cüheyman Uteybi adını duyurur. Bunlar İslam dünyasında Mehdici hareketlerdir. Keza Türkiye'de Adnan Oktar gibi nevzuhur tipler de aynı dönemde masonilk mehdiliklerini ilan etmişlerdir.
İmam Rabbani'nin dediği gibi Müslümanların birlik ve beraberliklerine en büyük zarar bu tür Mehdici hareketlerden gelmektedir. Yine İslam dünyasına en büyük zarar dünden bugüne Hristiyan kökenli ve eksenli Mesihçi hareketlerden gelmektedir. Önce komünizme karşı mevzilenen, durumdan vazife çıkartan bu hareketler komünizmin sahneden çekilmesiyle onun yerine İslam ve Müslümanları ikame etmişlerdir. 1989 yılında ideolojiler çağı biterken daha ziyade Evanjelik karakterli dini bir çağ başlamıştır. Bu aynı zamanda İslamfobik bir çağdır. Zira bu dini çağın merkezinde İslam düşmanı evanjelikler bulunmaktadır.
1991 sonrasında Rusya ile Çin'in yükselmesiyle birlikte yeniden 'tedafüü' asrına yani çok kutuplu çağa adım atılsa bile sonuçta ideolojiler çağı bitmiş, din çağı başlamıştır.
1991 yılına kadar dünyaya ikili bir sistem hakimdir. Bu ikili ve çok parçalı ya da çok kutuplu sistem zaman zaman güçlerden birinin öne çıkmasına sahne olmaktadır. Yılmaz Öztuna gibi tarihçilerin yazdığı gibi dünyada bir iki asır, Türk asrı olmuştur. Osmanlı rakipsiz bir biçimde dünya liderliğini ele geçirmiştir. Lakin onunla birlikte tali güçler de vardır. Düvel-i muazzama vardır. Endülüs'ün düşmesinden sonra İspanya ile Portekiz dünyanın iki büyük gücü olmuştur. Bilahare onların yerini Fransız ve İngilizler almış ve bu süreç 1945'e kadar sürmüştür. 1945 sonrasında ikili sistemi SSCB ile ABD yürütmüştür. Bazen muvazaalı ilişkiler yürütmüşlerdir. İlişkileri her zaman düşmanlık kalıbında olmamıştır. Diğer güçlere karşı ikili yapılarını savunmuşlardır. 1989 yılında Berlin Duvarının yıkılmasıyla birlikte ideolojiler çağı sona ererken iki yıl sonra 1991 yılında Soğuk Savaş'ın galibi olarak ABD küresel rakipsizliğini ilan etmiştir. Bu esasında tek güç olma değil, birinci güç olma halidir. ABD İslam dünyasına düşmanlık üzerinden bunun sınırlarını zorladığı için on yıl içinde çaptan düşmüştür. Fırsattan istifade ile sınırsız yayılma politikası (over-stretching) enerjisini tüketmiştir. Esasen zıtlık üzerine kaim ikili veya çift kutuplu dünya düzeninin öteki ayağı olan SSCB'nin ortadan kalkmasıyla birlikte Kuzey Atlantik Paktı misyonunu tamamlamıştır. Kendisine anlam kazandıran karşı ağırlığı kalmamıştır. Bu yüzden de Atlantik'in iki yakasındaki halkaların birer ikişer dağılması mukadder ve kaçınılmazdır. 1989-1991 yılları sadece günümüze bakan yüzüyle değil aynı zamanda tarih boyunca da yapısal bir değişimin miladıdır veya kırılma noktasıdır. Şimdi biz bu yapısal değişimin sancılarını yaşıyoruz. İlişkiler dengesini bulamamıştır.
Komünizm sonrasında değer kazanma yerine değersizleşen kapitalizm ceberrutlaşmıştır. Bunun sonucunu, A Haber ekranlarından Murat Koç'un ifade ettiği gibi Atlantik Düzeni bitmiştir. İnşaallah geri dönüşü olmaz.
Şimdi Atlantik Paktının çözülme devrini yaşıyoruz. Türkiye ile ABD arasındaki sıkıntının temelinde bu yapı bozumu ve yapısal değişiklik yatıyor. Devamu'l hal mine'l muhal dedikleri gibi eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal.
Beşeriyet adil yeni bir düzeni gözlüyor. Ya kurulur ya da dünyanın sonu olur…