Eskiden en güzel unvanlardan birisi hacı olmaktı ve hacı sıfatını taşımaktı. Merhum Muzaffer Ozak'ın kitaplarının başında ' el hac' unvanını veya teşrifini kullanması dikkatimi çekmiştir. Suriye'de bulunduğum sırada da genellikle insanlar 'hacı' unvanını yeğlemekte idiler. Günümüzde ise bunu pek göremiyorsunuz. Hacca gidenlerin fazlalığından mı yoksa manevi unvanların değersizleşmesinden mi, yerlerini dünyevi unvanların almasından mı, tam kestiremiyorum. Hüsam Şakir isimli yazar Murad Hofmann ile Mekke'ye Yolculuk kitabının üzerine mülakat yapmak için yanına vardığında Harvard'dan hukuk doktorasını almış olan muhatabına, 'dr' sıfatıyla hitap ettiğini lakin beklemediği bir tepki ile karşılaştığını söylemektedir. Murad Hofmann, Hüsam Şakir'e 'hacı' unvanıyla hitap etmesi halinde daha çok memnun kalacağını söyler. Günümüzde bu tarz insan kalsa bile nadir olduğuna kalıbımı basarım.
İlginçtir, Murad Hofmann hakkında bu yazım on sene aralıkla ikinci taziye veya değini yazım olacaktır. 10 yıl kadar önce Mısır gazetelerinden birisinde Murad Hofmann'ın vefat haberini ve ilgili bir makaleyi okumam üzerine ben de kaynağa güvenerek bir yazı yazdım ve vefatından on yıl kadar önce kendisini önden göndermiş olduk (https://www.haksozhaber.net/murad-hofmannin-ardindan-18357yy.htm). Vefatını on yıl evvel ilan ettik. Bununla, vefatı üzerine ikinci kez yazı yazmış oluyorum. Birinci yazıyı yazdıktan sonra esasında ben de bir tereddüt oluştu ve kaynağın da yanılmış olduğunu düşünmüştüm. Meselenin pek de üzerine gitmedim. Emeklilik günlerini bir ara ülkesi Almanya'da geçiren Hofmann ardından Boğaz içine yerleşmişti. İkinci eşi de Türkiyeli olmalıydı. Ardından ABD'ye göç etmişti.
Bir ara İngilizce dilinde İslami dergilerin yoğunluğu vardı ve buralarda ya yazıları çıkıyor ya kendisiyle mülakatlar yapılıyor ya da eserleri hakkında değerlendirmeler yapılıyordu. Göz önünde bir diplomat olmasa bile göz önünde bir yazardı. Bununla birlikte son dönemde eskisi kadar kendisinden bahsedilmez oldu, nisyana terk edildi. Ölüm haberiyle birlikte kendisiyle yeniden karşılaşmış olduk.
Aslında Bernard Lewis ile aynı şeyleri söylüyordu lakin Bernard Lewis'e herkes kulak kabartıyor ve birilerini etkileyebiliyordu. Lakin Murad Hofmann farklı bir tonda aynı şeyleri söyleyince kulak kabartan, asan olmuyordu. Bernard Lewis İslam hakkında olumsuz bir dil kullanıyordu. Yılmadan ve durmadan Oriana Fallaci, Papa 16'ıncı Benediktus ile birlikte Müslümanların Avrupa'yı istila edeceğini söylüyordu. Herkes onlara kulak kabartıyordu. Hofmann ise Avrupa'nın 21'inci yüzyılda geleceğini İslam'da bulacağını söylüyordu. Üçüncü bin yılın umudunun İslam'da olduğunu beyan ediyordu. Batılılar sadece Murad Hofmann'a değil onun seleflerine de kulak kabartmadılar. Annemarie Schimmel, Sigred Hunke, Goethe İslam'ı seven ve sevdiren isimlerdi. Bununla birlikte Alman politikacılar ve seçkinler bu isimlerin İslam ile ilgili söylediklerine iltifat etmediler. Annemarie Schimmel Humeyni'nin Selman Rüşdi fetvasından sonra Rüşdi aleyhinde tutum takınması üzerine Almanya'nın Uğur Mumcu'ları başına üşüştüler, saldırıya geçtiler. Humeyni ile birlikte ifade hürriyetini katlettiğini söylediler. Sinek bile incitemeyecek kadar yufka yürek bir insan olan Annemarie Schimmel'i taciz ettiler. Selman Rüşdi'ye Doğuyu, sevmeyenlerine de Batıyı haram ve dar etmişlerdi. Batı da ya da Batı'daki hakim güçler kör döğüşünden hoşlanıyorlardı. Nefret dili sevgi dilini bastırmış ve galip gelmişti. Hem Selman Rüşdi hem de Humeyni bu suretle muratlarına ulaşmış oldular. Kamplaşma dingin havayı dağıtmıştı. İşte bu ortamda ne yazık ki Murad Hofmann gibilerin sesi yankılanmadan uğultu içinde kaybolup gitti.
Murad Hofmann'ın en parlak tespitlerinden birisi Alman politikacıların İslam hakkında sathi bir kültüre veya bilgiye sahip olduklarını söylemesidir. Bu yüzden de basının korosuna katılıp gittiler. İslam'ı bilmemek ve tanımamak onun hakkında sığ düşünceleri de beraberinde getirir. İnsan bilmediğinin düşmanıdır derler. Özellikle de Batı'nın İslam hakkındaki önyargıları kabarık ve sicili bozuktur.
Kaderi Garaudy gibi Cezayir'de karılmıştır. Müslümanlığının mayası burada atılmıştır. 1961-1962 yıllarında bağımsızlık mücadelesi veren Cezayir'dedir. Cezayirlilerin masumluğunu ve Fransızların da canavarlığını birinci elden müşahede etmiştir. Fransızlar insanlıktan çıkmışlardır. Özellikle de Fransız Gizli Ordu Teşkilatı Cezayirlileri arkadan enselerine bir kurşun sıkarak öldürmektedir. Cezayirlilerin fedakarlığını doğum yapmak üzere olan eşinin yardıma koşuşlarında görmüştür. Bu kare iyiliğin somutlaştığı anlardan birisidir. Dini dinleri ve ırkı ırkları olmamasına rağmen Cezayirliler yarış halinde ve el birliğiyle Hofmann ailesinin yardımına koşarlar, seferber olurlar. Bu onun hayatında unutulmaz karelerden birisidir. Eşini kaybetmekle karşı karşıya kaldığı bir anda Müslümanlar kendisine sahip çıkmıştır.
25 yıl aradan sonra 1987 yılında ikinci kez Cezayir'e büyükelçi olarak atanır. 1990 yılına kadar burada kalır. Ardından da büyükelçi olarak Fas'a atanmıştır. Müslümanlığı ilk Cezayir günlerinde mayalanmıştır. 1980 yılında Müslümanlığını ilan eder ve diliyle cenanını yani kalbini tasdik eder. Ameli ve pratik olarak Müslüman olmadan da fikren Müslüman olduğuna kanidir. Davranışlarıyla da Müslüman olması gerektiğinin idraki içindedir.
Gönlünün meyveleri olarak Bir Alman Müslümanın Günlükleri, İki Bin Yılında İslam, Mekke'ye Yolculuk, Alternatif Olarak İslam kitaplarını kaleme aldı.
Hoş bir seda olarak gök kubbede kalan bazı sözleri şöyledir: İslam'da eğitim farz ilim ise ibadettir. İslam'ın direnmesi ve sahneden çekilmemesi, Batılılar tarafından anakronizm yani zaman ve mekan tünelinden çakış olarak görülmüştür. İslam'ı değil İslam ışığında ve aynasında kendimizi ıslah etmeliyiz. İslam kadim olduğu kadar yeni ve gelecektir. İslam'ı ne zaman ne de mekan sınırlayabilir. İslam fikri bir akım ya da moda değildir.
Gençliğinde ağır bir trafik kazası geçirir. Cerrah ilk müdahalesinden sonra kendini şöyle demekten alamaz: Bu tür kazadan kolay kolay kimse kurtulamaz. Atlattığına göre gelecekte Allah sana özel bir şey saklamalı!
İkinci defa Allah rahmet etsin…
Mustafa Özcan