Salih en Naami adlı Filistinli yazar Mahmut Abbas'ın Arap Birliği toplantısı önünde İsrail ile yürüttükleri güvenlik koordinasyon rejimine son verdiklerini duyurduğunu hatırlatıyor. Ardından fazla geçmeden kendi kabinesi önünde başka bir dil kullanıyor: Trump yönetimi Yüzyılın Pazarlığı anlaşmasında ısrar edecek olursa güvenlik koordinasyon mutabakatından çekiliriz. Bunun üzerine Salih en Naami şu değerlendirmeyi yapıyor: " Son açıklaması önceki açıklamasını nakzediyor. Demek ki Arap Birliği önünde gerçekleri konuşmamıştır. Bu da onun Yüzyılın Pazarlığı maddelerinin uygulanması için gerekli iklimi ve ortamı sağlamaya devam ettiği anlamına geliyor. "
Cezayir'de yayınlanan al Şuruk gazetesinde yazan Hüseyin Lakar Mahmut Abbas'tan başka bir sahne aktarıyor. Bu sahne Ekim 2017 tarihinde Mahmut Abbas'ın Arap Birliği dışişleri bakanları toplantısında yaptığı bir konuşmadır. Daha doğrusu bir itiraftır. Mahmut Abbas bu konuşmasında Trump'a söylediklerini aktarmıştır. Buna göre, Filistin halkı verimsiz silahlı mücadeleden sonra silahtan arındırılmış bir devletin çatısı altında yaşamaya hazırdır. Bu konuşmadan veya Trump'a bu sözleri aktarmasından iki ay sonra Trump Kudüs'ü İsrail'in ebedi başkenti ilan etmiştir. Daha doğrusu İsrail tezlerini virgülüne kadar onaylamıştır. Bunda Abbas'ın hiç mi katkısı yok?
Cezayirli yazar Hüseyin Lakar Mahmut Abbas'ın bu sözlerinden ve ezik tutumundan dolayı onu Cezayirli siyasetçi Ahmed Messali Hac'a benzetmiştir. Zira Messali Hac olarak bilinen zat barışçı bir mücadele tarzını, yöntemini benimsemiştir. Bu mücadele ile birlikte Fransızlardan ülkeyi terk etmelerini ve bağımsızlığını tanımalarını ister. Tabii ki bu çağrılar Fransızları ırgalamaz ve bunları kuru gürültü sayarak pabuç bırakmazlar. Böylece Messüali Hac'ın mücadele yöntemi duvara toslar. Ne düşmanlarını caydırır ne de taraftarlarını ikna eder. Altındaki gençlerin kanı kaynamaktadır ve silahlı mücadeleyi esas alırlar. Mesafe de kat ederler. Fransızlar genç kuşağın mücadele azmini sulandırmak ve durdurmak için müzakere yolunu önerirler. Genç kuşak onun bu sulu mücadele yöntemine bağlı kalmaz ve silaha sarılır. 1 Kasım 1954 tarihinde kalkışma başlatırlar. Fransızlar da müzakere teklifiyle ve silahlarını bırakma çağrısıyla karşılık verirler. Artık ok yaydan çıkmıştır. De Gaulle Cezayirli devrimci gençlere 'cesurlar barışı' teklif eder. Arafat da zayıf taraf olarak İsrail'e böyle göndermeler yapmıştır. Heyhat! Fransızların oyalama taktikleri bir fayda vermez ve neticede Cezayir Devrimi 18 Mart 1962 tarihinde zafere ulaşır.
Kıssadan hisse: Filistin'de nasıl bir yöntem uygulanmalı? Uzlaşmacı Messali Hac gibi mi yoksa onun yolunu terk eden devrimci talebeleri gibi mi? Bu yol çatında Mahmut Abbas selefi Arafat'a bile ters düşmüştür. Veya gerisinde kalmıştır. Arafat bir defasında BM kürsüsüne bir elinde silah öbür elinde zeytin dalı olarak çıkmıştır. Arafat'ın tarihi sözleri şöyledir: sizlere bir elimde silah diğer elimde zeytin dalı ile geldim. Uzattığım zeytin dalını elimden almayın, düşürmeyin! Mahmut Abbas ise silah bırakarak sadece zeytin dalına tutunmaktadır. Halbuki Netanyahu'nun elinde zeytin dalı yerine sadece silah bulunuyor. Silaha karşı zeytin dalı? Gandi gibi ahlaki bir mücadele tarz da söz konusu değil!
Sonuç itibarıyla, Oslo süreci üzerinden çeyrek yüzyıldan fazla bir zaman geçti. Müzakerelerle arpa boyu yol alınamadı ve Mahmut Abbas hala bu yolda ısrar ediyor! Batı Şeria'da bir ilerleme kaydedilemedi. Arafat'tan sonra yola devam eden Mahmut Abbas Batı Şeria ile ilgili herhangi bir aşama kaydedemedi. Bununla birlikte İkinci İntifadadan sonra yani 2000 yılından sonra Gazze Şeridi kendi göbeğini kendi kesti ve 2005 yılında tanınmasa da İsrail tasallutundan kurtuldu. 2005 yılında Şaron tek yanlı olarak bu bölgeden çekilme kararı aldı. Demek ki Nasır'ın dediği gibi güçle kaybedilen yine güçle geri alınır. Müzakerelerle yani yalvarmakla kimse kimseye bir şey vermez. Sadece iradesini çeler ve oyalar. Bu nedenle de vaktiyle Oslo sürecini yürüten isimler bugün Edward Said'in diline dönmüş bulunuyor. Onun tespitine gelmiştir. Oslo mimarlarından olan Saip Ureykat Edward Said'in kavramıyla konuşarak Yüzyılın Pazarlığı kavramını Bantustan kavramıyla karşılıyor! Demek ki müzakere süreci oyalamadan ibaret. Koordinasyon rejimi de Ramallah'ı ırkçı beyaz rejimin işbirlikçisi Bantustan idaresi haline getirmiştir.
Bir zamanlar İslam Parlamentosu adıyla anılan yapının başı olan Kelim Sıddiki İsrail'i çevreleyen Arap ülkelerini İsrail'in zırhı olarak tanımlamıştır. Yediot Aharonot gazetesi de Yüzyılın Pazarlığı galasına, tanıtımına neden Ürdün Kralı II. Abdullah'ın çağrılmadığını sorgulayan ve analiz eden bir haberinde Kralın buna kızacağını ve İsrail ile arasındaki koordinasyon rejimine son verebileceğini ya da nazlanabileceğini söylemiştir. Mısır rejimi, Çamp David anlaşmasından su yana yani 1979 yılından beri akredite ve koordinasyon rejimidir. 1973 yılından beri yani baba Esat'tan günümüze Şam rejimi de direniş rejimi değil aksine koordinasyon rejimidir.
Bütün bunlardan sonra Hasan Zihar adlı yazarın bir makalesinin başlığını paylaşalım: Önce Arap Siyonistler devrilmeli! Yanlış mı?