Toplumlarımız sosyolojik bir çürüme ile malul. Sinerji yerine negatif enerji yayıyor. Sürekli olarak olumsuzlukları öne çıkartıyor. Kötü ahlakın şahikasında yaşıyor. Bu da mutsuzluk olarak bizlere geri dönüyor. Sevgisizlik iklimi aynı zamanda hezimetlerin de hem nedeni hem de sonuçları arasında bulunuyor. Nitekim, Ürdün eski başbakanlarından Saad Cuma, George Orwell'in dünyayı turlayan kitabı "1984" ayarında bir kitap kaleme alıyor. Adını da "Nefret Toplumu" koyuyor. Bu kitap, İsrail karşısında Arap dünyasının 5 Haziran 1967 yenilgisinden sonra kaleme alınıyor. Nefret toplumu aynı zamanda nifak, nemime yani laf gezdirme ve bozgunculuk toplumudur. İş üretmek yerine laf gezdirir. Bu negatif enerji bir araya gelerek hizbi fesadı yani bozgunculuk hizbini oluşturur. Toplum da bu partinin gönüllü partizanları hükmüne geçer; vurun abalıya toplumu. Altta kalanın canı çıksın şeklinde bir algıya sahiptirler. Bu nedenle de Yunus'un dünyasından çok uzaktırlar. 'Sövene dilsiz dövene elsiz gerek' diyen Yunus, adeta bunların dünyasına hiç uğramamıştır. Aynı dili kullanıyoruz ama anlaşamıyoruz. Dünyamız Babil Kulesi gibi olmuş ve ortak kelimeler aramızı bulamıyor. Çünkü kelimeler ruhlarını ve kimyalarını kaybetmiş. Sevgi diyoruz nefret anlıyoruz!
55 yıl önce yazılmış bu kitap, hala güncelliğini koruyor. Çünkü sorun olduğu yerde duruyor ya da büyüyerek yoluna devam ediyor. 50 yıl önce "1984" ayarında yazılan kitaplardan birisi Saad Cuma'nın "Nefret Toplumu" kitabıdır. Bir ikincisi de 'Allah ya da Yıkım' adlı eseridir. Bu da önemli bir kitaptır ve çözüm odaklıdır. Kitabın mesajı ve özü şudur: Toplumsal çözülme insanlığın sonunu getirmeye namzettir. Bundan tek çıkış yolu da Allah'a olan imanımızı tazelemektir. Geri Allah'a dönmektir. Bu tespiti tersinden okursak iman yokluğu veya zafiyeti toplumları çürütmüş, çözmüş ve birbirlerine düşürmüş, yabancılaştırmıştır. Eşler arasında Allah'ın koyduğu meveddet ve sevgi iksiri kalkmış, kaybolmuş ve yerini nefret dili ve atmosferi almıştır. Kadın erkek birbirini sevmiyor o nedenle boşanmalar çığ gibi artıyor. Bu tabloyu aile içi şiddet ve cinayetler tamamlıyor. Nefisleri yarıştırırken bedenler kaza yapıyor.
Nasıl bu hala düştük? Sevgisizlikten ve kıymet bilmemekten! Nefret toplumu yüzünden ve bunu aşılayan da şişen egolarımızdır. 'Özgür kadın, kaslı erkek karşı karşıya' temaları ve karşılaştırmaları sevgi bağlarını çözüp, alıp götürüyor. Nefret dili gönlümüze oturmuş durumda. Söküp atamıyoruz. Bunun sökülmesi Saad Cuma'nın tarif ettiği iman reçetesini uygulamaya bağlı. Karşı cinslerde birbirine karşı peşin bir nefret gelişmiş. Zira aradan Allah çekilmiş ve nefisler onun merhametinin dışındakilerle baş başa kalmış.
Saad Cuma'nın kaleme almış olduğu 'Allah ya da Yıkım' kitabına paralel kitaplardan birisi de Faslı merhum Abdusselam Yasin'in Kral İkinci Hasan'a hitaben kaleme aldığı 'El İslam evi't Tufan' kitabıdır. İslam ya da Tufan anlamına gelen bu eser, sabık krala çıkış yolunu gösteriyor, tarif ediyordu. Kral sırasını savdı keza Abdusselam Yasin de öte dünyaya göçtü ve hasımlar orada Allah'ın huzurunda hesaplaşacaklar!
Bu nefret iklimi sınır tanımıyor ya da sınırı bulunmuyor. Sözgelimi bu bağlamda kitapla ilgili bir değini yazısı kaleme alan Zuheyr Salim iki yakada da (rejim ve muhalifler) karşıtların değil yandaşların nefretinden bahsediyor. Bunu Suriye'deki Başmüftü Ahmet Bedreddin Hasun'un görevden alınmasında da görüyoruz ve bu süreçte nefret iklimi etkili olmuştur. Zuneyr Salim satır aralarında Müftü Hasun'un azlini Vakıflar Bakanı Abdussettar es Seyyid ile sabık müftü Hasun arasındaki çekişme ve nefret iklimine bağlıyor. Buti'nin de bu anaforda öldüğü biliniyor. Buti hem Müftü Hasun hem de Abdussettar Seyyid tarafından çekilemeyen alimlerden birisidir. Resmi görevde olsalar da onun gölgesini aşamıyorlardı. Bu da nefretlerini ve hasetlerini perçinledi. Buti'yi öldüren de yandaş nefretti. Yani Buti, dost ateşine kurban gitmiştir. Rejim, Buti'nin öldürülmesini IŞİD ya da muhalefetin üzerine yıkmış ve nefretine bağlamıştı. Şüphesiz IŞİD karakteri Buti'yi ele geçirseydi onu infaz etmekte bir an bile tereddüt etmez, dilimlere ayırırdı. Zaten hadislerde bu güruhun kalbinin kılcal damarlardan ziyade dökme demir gibi katı olduğu beyan edilmektedir. Lakin Buti'yi nefret kimyasıyla dopdolu dost bildikleri öldürmüştür. Sonra da nefret iklimi Varil Müftüsü Hasun'un peşini bırakmamıştır ve Abdussettar Seyyid sonunda dini kurumun başında tek başına rakipsiz kalmıştır. Nefretin alevleri sonunda nefretin sembollerini de yutmaktadır. Bugün Arap dünyası neden Suriye halkının yanında değildir? Bu sorunun kestirme cevabı şu olmalıdır: Arap liderlerinde hepsinin kumaşında bir nebze Esat ipliği vardır.
Negatif enerji veya nefret, toplumları yok eder. Endülüs ve Kazan gibi İslami coğrafyaların kaybedilmesinde temel etken toplum katmanlar arasındaki nefret birikimidir.
Nefret toplumları başarının düşmanıdır. Bu nedenle de sürekli olarak "ruvaybide" yani çapsızlar üretir. Nefret toplumunda bir yetkiliyi yutmak istiyorsanız bir övgü kafidir; düşmanlarını harekete geçirmeye yetecektir.
Nefret ikliminden sevgi iklimine geçmeden insanın, ülkenin, bölgenin ve dünyanın kurtuluşu yok.
Mustafa Özcan