Arama

Mustafa Özcan
Şubat 19, 2022
Şamlı meczubun tavsiyesi
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Muhabbet ya da sevgi umumi bir tabirdir. Aşk ise özel bir tabirdir. Aşk bir haldir ve geçicidir; sevgi ise bir makamdır ve kalıcıdır. Muhabbeti ifade eden başka kavramlar olduğu gibi aşkı ifade eden başka özel ifadeler de bulunmaktadır. Aşk ya da muhabbet aşağıdan yukarıya veya yukarıdan aşağıya süzülerek bütün varlıkları kuşatır ve kapsar. Kainatın yapısı aşkla yoğrulmuştur. Kainat, aşk iksiriyle ayaktadır.

Hürriyet'in Cumartesi eklerinden birinde Hakan Gence'ye aşk sorulmuş o da kısa yoldan şunu söylemiş: Aşk sadece birine veya bir kişiye olmaz; çiçeğe böceğe de aşık olabilirsiniz. Bu söz doğru olmakla birlikte özensiz ve savruk bir ifadedir. Varlıklar arasında mevkii yükseldikçe aşkın mertebesi de yükselir. Diğer mahlukata karşı hayranlık ve sevgi duyulmakla birlikte bunun aşk düzeyine erdiğini söylemek özensiz bir değerlendirmedir. İnsan insanda tefani edebilir. Genelde ve münhasıran insan için aşk tabiri kullanılır. İnsan diğerine tutulur ve kendisinden geçer. Bu hale aşk denilir. Bu halde sırılsıklam aşık olanlara da kimi zaman mecnun derler. Davranışları aşk ekseninde taayyün eder. Sevdiği için her şeye katlanır. Maşukun ya da Leyla'nın yaşadığı yerler, ilgilendiği her şey de aşığın ilgi alana girer. Aşk kapsayıcıdır, maşukun bütün hallerine vurulur ve tutulur. Maşuk çevresiyle sevilir. Nitekim, Mecnun'dan böyle sahneler aktarılır. Üsame Bin Zeyd'e Resulullah'ın sevdalısı (hibbi Resulullah) denmiştir. Sufiler, muhabbetin meratibini şöyle tasvir etmişlerdir. İlk mertebe, fena fi'ş şeyh yani şeyhte yok olma ve fani olma mertebesidir. İkinci kademede ise fena fi'r resul makamı gelir. Resulullah'da fani ve yok olma makamdır. Son mertebe ise fena fillah ve beka billah mertebeleridir. Genellikle muhaddisler ve fakihler aşk-ı ilahi tabirini kullanmayı yeğlemezler ve benimsemezler. Bu meseleye ihtiyatla yaklaşırlar. Allah'ın zatı mutlak gaybdr ve müteal bir varlıktır. Perdeli ulaşılır ve perdeli sevilir. Dolayısıyla kul ile Rabbi arasında ilişki aşkın olanla fani olan arasındadır. Bu dûn ile kamil arasında bir ilişkidir. Bu açıdan kimi sufileri kümmel (kamilin çoğulu) denmesi de maksadı aşan bir ifadedir. Kamil insan yerine hadis literatüründe salih insan deyimi kullanılır. Zeval insana, kemal ise Allah'a mahsustur. Tenezzülat-ı ilahiye ile Allah bütün mahlukatını sever. Mahlukat sonuçta ilahi bir ailedir.

Sufiler, aşkın olanla fani olan arasında aşk-ı ilahi kavramını benimserler ve kullanırlar. Bu tecevvüzen yani maksadı aşan bir oranda caizdir. İnsan mecazi olarak yekdiğerine aşık olur ve bu aşk insanın başını döndürür. Sufilerin dışında ehl-i ilim veya ulema ise aşk-ı ilahi kavramı yerine geniş yelpazesiyle muhabbetullah veya muhabbet-i ilahi kavramını kullanırlar. Taftazani'nin Kırk Hadis şerhinde 38'inci hadis bu konuya tahsis edilmiştir ve şöyledir: Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah şöyle buyurdu: 'Kim benim bir velî kuluma (dostuma) düşmanlık ederse, ben de ona harp ilân ederim. Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim. (Sevince de) artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse muhakkak ona (istediğini) veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korur ve kollarım...'" Burada Cenab-ı Hakk adeta kullukta belirli mertebeyi aşan kullarının yerine geçiyor ve onlar namına 'hareket ediyor', tasarrufta bulunuyor. Gözü kulağı ve pençesi oluyor! Elbette Allah'ın kulda fena bulması veya kendinden geçmesi tabiri sakil ve ağır olur. Lakin kul açsından düşündüğümüzde pekala anlatılan hususun, halin fena mertebesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan ulema, Allah hakkında aşk (ışk) tabirinin kullanılmasını tasvip etmezler. Lakin en müteal sevgi ve muhabbet Allah'a karşı olanıdır. Bu aynı zamanda bir varlık borcudur. Sevgide de en büyük mertebe Allah'ı sevmektir. Aşkın mertebesi maşukun mertebesiyle birlikte yükselir, büyür. Aşkın şirki, Allah dururken başkalarını daha çok sevmektir. Şirk nasıl ki en büyük zulümdür, Allah karşısında düşük profilli veya kategoride olanları daha çok sevmek de aynı şekilde muhabbeti yanlış yerde aramaktır ve dolayısıyla zulümdür. Hevaya karşı peygamberi sevmek ona ve emirlerine teslim olmak da imanın rükün ve esaslarındandır. Hadis şöyledir: "Sizden biri hevasını terk edip benim getirdiğime tabi olmadıkça, iman etmiş olmaz!"

Kur'an yine 'İman edenler Allah'ı daha çok severler' buyurmaktadır. Bakara suresinin 165'inci ayeti şu minvaldedir: "Ve minen nasi men yettehızu min dunillahi endaden yuhıbbunehum ke hubbillah, vellezine amenu eşeddu hubben lillah."

Bazı insanlar vardır ki Allah'a ortak edinirler ve ortaklarını Allah'ı sever gibi severler. Oysa ki, Allah'a iman edenler Allah'ı her şeyin ve herkesin üzerinde severler.

Müslümanlar, tenperest değil hakperesttirler. Allah'a olan muhabbet sorumlu bir muhabbettir. Sevgi haşyetle kaplı ve örülüdür. Bununla birlikte ameli salih ile birlikte Allah'a yakınlaşmak mümkündür. Lakin bundan ötesi ittihad ve hulul anlayışına girer ki meşru ve doğru değildir. Ayette ifade edildiği gibi güzel sözler onun katına yükselir ve ameli salih de kaldıraç gibi onu yükseltir. Dolayısıyla Allah'a olan muhabbet de şer-i şerif dairesinde olmalıdır yani ölçüye uymalıdır. Muhabbetin meratibi Allah'tan başlar bütün canlılara iner.

Merhum Muhammed Said Ramazan el Buti vefatından evvel 'Kur'an'da sevgi' diye bir eser kaleme almış. Kitapta anlattığı ilginç sahnelerden birisi Şam'da Allah'ın muhabbetine yakalanmış (cezbolmuş) salihlerden bir kimseyle muhaveresidir. Görüştüğü bu kişi meczuplardandır. Yakalandığı cezbe hali onu Hakk'ta yalnızlığa götürmüştür. Kendi dünyasına kapanan ve o iklimde yaşayan birisi olup çıkmıştır. Gözlerden uzak yalnız başına yaşamaktadır.

Şam'ın meczubu günlerden bir gün akşam vakti babası Molla Ramazan'ı ziyarete gelir. Ağzından yaşadığı ahval ve özlemleri dökülür. Babası edeb-i cem yani pür dikkat bir şekilde misafirini dinlemektedir. Molla Ramazan, sanki onun yetiştirdiği müritlerinden birisi gibi davranmaktadır. Çekilmek için izin istediğinde Muhammed Said Ramazan el Buti onu kapıya kadar uğurlar ve bir de dileğini aktarır: "Dua et de ben de senin gibi olayım! Allah, sana bahşettiği, kerem buyurduğu hali bana da lütfetsin, benden de esirgemesin!" Bunun üzerine ona şu karşılığı verir: "Böyle bir duaya ne ihtiyacın olabilir! Aksi takdirde insanlardan kopar ve onlarca anlaşılmaz biri haline gelirsin."

Muhammed Said Ramazan el Buti'ye bu sözleriyle hem teselli eder hem de şunu anlatmaya çalışır: Cezbe işi iradi bir iş olmayıp gayri iradi bir iştir. Dilemekle ve istemekle olacak iş değildir. Cezbeye yakalanan insan bir daha bu halden çıkamaz. İnsanlar arasında yalnızlık girdabına tutulur! Buti'ye dolaylı sözlerle istiğrak halini değil de sahv halini seçmesini tavsiye eder.

İlahi aşk ifadesi aynı zamanda 'edep maallah' dairesine de ters düşer! Muhabbetullah ise Kur'an kaynaklıdır ve bu tarz mahzurları barındırmaz!

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN