Geçmişte Aslan Masadov ile ilgili bir yazımda onu anlatırken kullandığım sıfat veya deyim 'gümüş saçlı komutan' ifadesi idi. Rahmetli Rusların gadrine uğradı ve şehit edildi. Dimdik ve aslan gibi bir adamdı. Halkının onurunu ve selametini düşleyen bir kişilikti. Bu nedenle Ruslarla da müzakere yürütüyordu. Müzakereden kaçınmıyordu. Seyyid Kutub'un İngilizler için söylediği 'Boşuna nefesinizi tüketmeyin, zahmet etmeyin, onlardan bir hayır gelmez' şeklindeki yaklaşımını Ruslara da uyarlayabiliriz. Kalleşlik en büyük hasletleri ve silahları arasındadır. Müzakereye gelmiş bir adamı bile pusuya düşürüp öldürdüler. Adam, onurla bir barış arıyordu. Onlar ise parya arıyorlardı. Sonuçta iyi bir asker ve iyi bir insanı kalleşçe öldürdüler.
Geçenlerde Arapça yayın yapan bir Youtube kanalında adaşım candan arkadaşım Nusret Özcan'ın temsili bir resmiyle karşılaştım. Çarpıldım. Hayretime mucip oldu. Onu görenler de çizenler de başka diyarın sakinleri ve insanları. Nusret Özcan'ı ne bilirler ne de tanırlar. Nusret Özcan ne akıllarına gelmiş ne de akıllarından geçmiştir. Ama kudret kalemi, kader eli ve kalemi onlara Nusret'in silüetini ve resmini çizdirmiştir. Bir zamanlar Bangladeş'in başkenti Dakka'da kitapçılar çarşısını turlarken, Nusret Özcan'ın silüetiyle karşılaştım. Hani derler ya tıpkısı ve aynısı idi. Adeta karşımda ikizi duruyordu. İzin isteyerek Nusret'in benzeriyle bir fotoğraf çektirdim ve geldiğimde fotoğrafın altına 'Bangladeş'ın Nusret Özcan'ı' yazdım. Veya Dakkalı Nusret Özcan da olabilir! Dağ dağa kavuşmuyor ama insan insana kavuşuyor. Cennet mekan Nusret'in özelliklerinden birisi İstanbul içine ve Suriçi'ne meftunluğu idi. Suriçi'ne bayılıyordu. Onun gözüyle Suriçi'ne Osmanlı kokusu sinmişti. O da Osmanlı döneminin asude iklimini arıyordu. Dünyada da dostluğun ve iyiliğin solmadığı ücra mekanlarda cennet havası solumak istiyordu. Saklı mekanlara meftundu. Cennet bile olsa dostsuz yaşanmaz. Bunun için kimi sahabeler Hazreti Peygamber'e cennette komşu olmak arzularını bildirmişlerdi. Belli ki aradığı bu iklimi Eyüp'te ve sırtlarında bulmuş olmalıydı. Benimle bazı rüyalarını ve bazı sırlarını paylaşırdı. Bir gün samimi bir ortamda bana gel seninle 'aradığımız iklimi bulalım' anlamında 'Semarkand TV grubunda çalışalım' dedi. Çok içten ve samimi bir arzusuydu. Orası da onun için yeni bir Suriçi idi. Yeni mekanında dostlarıyla birlikte olmak istiyordu. Ben genel temenni olarak evet dedim. Prensipte itirazım yoktu. Lakin bu havada kalan sözlerin üzerinden çok geçmeden ölüm onu aramızdan aldı ve bizden ayırdı, sırladı. Bana anlattığı mahrem rüyalardan birisi Hazreti İsa ile ilgili rüyasıydı. Onu vaktiyle makalelerimden birinde paylaşmıştım. Nusret kalender bir arkadaşımızdı. Şimdi o yakin diyarında biz ise özlem diyarındayız. Onun gibi önden gidenleri ve kaybettiklerimizi özlemle anıyor ve arıyoruz. Derviş gönüllü olsa da keskin görüşleri vardı. Rahmetli Mehmet Niyazi Özdemir, İslam Devlet Felsefesi kitabında hilafet rejimi anlayışında Muhammed Hamidullah Hoca'nın izinden gitmiş ve bu suretle sapla saman birbirine karışmıştı. Hilafetin siyasi anlamda muayyen bir rejim getirmediğini ve her rejim altında uygulanabileceğini öngörüyordu. Muhammed Hamidullah Hoca, İslam Peygamberi kitabında tam da bunu söylüyor. İslam'ın muayyen bir rejim öngörmediğini ve formatı getirmediğini savunuyordu. Halbuki, hadisler cebri veya melik adlık kalıp ve kipinde kabul edilemez birtakım rejim çeşitlerinden bahsediyordu. Sahabeler de daha sonra bunun açılımını Kisra ve Kayser rejimleri şeklinde yapmışlardı. Haklı olarak Nusret de bu tarz rejimlerin İslam klişesi altında meşrulaştırılmasına karşı çıkıyordu. Nusret keskin sağduyusuyla bunun olmayacağını anlamış ve ifade etmişti. Hamidullah Hoca, Sati el Husri gibi İslami rejimin tayininde meselenin Müslümanlara ve çağın anlayışına bırakıldığını düşünüyordu.
Nusret Özcan, Büyük Doğu ekolündendi. Onun gümüşe benzeyen saç ve sakalından dolayı 'gümüş sakal' olarak anıldığını bilmiyordum. Temsili rüyadan sonra Google'da gezinirken bu ifadeye rastladım. Munis ve sevimli bir ifade ve Nusret'e de yakışıyor.
Nusret İstanbul sevdalısıydı ve ataların gezdiği yerlerde bulunmaktan zevk alıyordu. Surların ötesine taşınmak istemiyordu. Ben de onun gibi ataların izlerine meftundum ama kaderin cilvesi genellikle Sur dışında yaşadım.
Onun gibi şehirlerin anasına sevdalı bir arkadaşım daha var. Yeri gelmişken ondan da bahsetmeliyim. Onunla tanışmamız daha eskiye ve 1978 yılına dayanıyor. Birlikte kader arkadaşlığı yaptık ve birlikte Şam'a gittik. Şimdi Bursa'da ikamet ediyor. Esasen Ağrılı bir arkadaşımız. O da Medine vurgunu ve meftunu idi. Hala da öyledir. Nitekim, uzun yıllar Medine'de ikamet etti. Hatta öyle meftundu ki bu yüzden bizimle kaldığı Şam-ı Şerifi de terk ederek Medine'ye dönmüştü. Şam, Medine hasretini tercüman olamamış ve susuzluğunu dindirememişti. Medine'de evlendi barklandı ve oraya temelli yerleşti. Bir ara Şam'da Addas Mescidi'nin haziresinden sonra 1979 yılında Medine'de Karabaş Medresesi'nde beraber kalmıştık. Addas Mescidi'nin müştemilatında dar bir köşe vardı ve burada Muhammed Sırrı Acar, bendeniz ve Mihr Ali birlikte kalıyorduk. Zannedersem orada 6 ay kaldık. Bilal-ı Habeşi Mescidi'nde müezzin iken Tebliğ cemaatine rehberlik yapmak suçlamasıyla çok sevdiği ve hayatını adadığı Medine'den nefyediliyor yani sürülüyor. O ayrı bir fasıl. Mihr Ali'yi sürdükten sonra bu yıl Tebliğ cemaatini hepten zararlı ve tehlikeli bir akım, cemaat ilan ve tasnif ettiler.
Sürülmekten dolayı belki de kadim dostumuz Mihr Ali Süleyman kendisini suçluyor ve suçlu hissediyor olabilir. Ama bu durumlar kendisinden daha hayırlı insanların da başına geldi. Hazreti Osman döneminde sahabelerin bir kısmı Medine'yi terk ettiler. Bunlar arasında gözde sahabe Bilal-ı Habeşi de bulunuyor. Bilal-ı Habeşi de şehir tutkusunda Nusret ile Mihr Ali'nin piri sayılır. O da başka bir şehir tutkunudur. O da Medine'ye geldikten sonra sürekli Mekke gözünde tütmüş ve yeni şehre alışamamıştır. Lakin onu şehirlere bağlayan Hazreti Peygamber ve manevi mirasıdır. Hazreti Peygamberin irtihalinden sonra hatıralarıyla birlikte Şam'a göçmüştür. Burada metfundur. Sahabenin ilk muallimlerinden Ebu'd Derda gibi kabri de Şam'da bulunuyor. Elbette onlar sürülmediler. Kendi tercihleriyle afaka yayıldılar ve dağıldılar. Bu da İslam'ın intişarını kolaylaştırmıştır. Yine de teselli babından söylemek gerekirse; Medine'den ondan daha hayırlı insanlar sürülmüştür. Bunlardan birisi de beşinci halife lakabıyla ünlenen ve anılan Ömer Bin Abdulaziz'dir. Haccac-ı Zalim (Yusuf es Sakafi) ile zıt modelleri temsil eden Ömer Bin Abdulaziz dönemin Irak Valisi Haccac'ın merkeze yani Şam'a şikayetleri üzerine Medine valiliğinden azledilmiştir. El çektirilmiştir. Zira Haccac'ın Irak'taki zulmüyle Ömer Bin Abdulaziz'in Medine'deki adaleti birbiriyle çelişiyor ve onun adaleti göze batıyor ve sırıtıyordu. İki farklı modeldiler. Birisinin barındığı yerde diğeri barınamıyordu. Asilere hami olmakla suçlanıyordu. Ömer Bin Abdulaziz mazlumların sığınağı idi. Medine'deki görevinden alındıktan sonra Suriye'de bulunan Huran'ın köylerinden birisi olan Süveyda'ya yerleşmişti. Ömer Bin Abdulaziz Medine'ye (sahibine selatu selam olsun) meftun birisi idi ve Medine çıkışında ve Peygamber şehrine veda ederken Müzahim isimli kölesine ve hizmetlisine şöyle mırıldanacaktır: "Sakın Medine'nin sürdüklerinden olmayalım, Medine sürgünü olmamızdan korkar mısın?" Hadislerde Medine'nin de, demirin kalaylanması sırasında kirini pasını atması gibi kirini pasını atar denilmiştir. Ömer Bin Abdulaziz de bu hadisin kapsanma girmekten veya muhatabı olmaktan korkmuştur.
Evet! İstanbul sevdalıyı dostlarımızdan Nusret Özcan'ı kaybedeli çok oldu. İstanbul sevgisiyle hala kendisini hatırlatıyor. Onun neşe saçtığı günleri ve tiryak gibi sohbetlerini ve asude gönül iklimini arıyoruz. O gibi insanlar azaldıkça manevi iklim çoraklaştı. Hızır oturduğu ve gezdiği yerleri yeşillendirirmiş. Bunun için Hızır olmaya gerek yok. Nusret gibi hoş sohbet olmak yetiyor. Nusret gibi arkadaşlar da hali hayatlarında kurak iklimleri ve diyarları yeşertiyor ve yeşillendiriyorlardı.
Ömer Bir Abdulaziz'in Medine'sine layık Mihr Ali arkadaşımız ise hala hayatta. Kendisine sıhhat ve afiyet dilerim. Medine'yi özlediğinde Ömer Bin Abdülaziz'i hatırlasın! Geçici olarak Medine aşkını Ömer bin Abdulaziz ile küllesin ve dindirsin. Bu suretle teselli bulsun. Peygamber mümini hurma ağacına benzetiyor. Ömer Bin Abdulaziz gibiler de Medine'ye benziyorlar. O da insanların Medine'si hükmünde idi.
Mustafa Özcan