Bezletmek, saçmak ve harcamak manalarını da kapsıyor. Türkçe de tek bir karşılığı yok. Bahşetmek olarak da kullanılıyor lakin bahşetmek mal için de can içinde kullanılan çok yönlü bir ifadedir. Bezl-i nefs etmek de bezl-i can anlamındadır. Feragatte bulunmak ve canı sebil etmek manalarına geliyor. Yani mali ve bedeni feragat ve fedakarlık anlamına geliyor. Kısaca bezletmenin zevki, tek yanlı olarak vermenin getirdiği mutluluk anlamına geliyor. İnsan sadece almakla değil vermekle de mutlu olur. Vermekle mutluluğun iki ucu oluşur. Alan ve veren. Veren el fedakarlık yaptığından hadise göre daha üstündür. Veren vermekle vicdanını rahatlatır, hafifletir. Oruç tutmak nasıl ki bedeni ve ruhu hafifletiyorsa bezletmek yani mali ve nefsi fedakarlıkta bulunmak da aynı şekilde insanı manen hafifletir. Maddi olarak veriyor ve manevi olarak rahatlıyorsunuz. Neden ve nasıl? Bezletmek ve vermek ruh üzerine kümelenmiş çökeltiler dağıtıyor. Bu suretle ruha siklet ve kasvet veren safralar, ağırlıklar azalır ve insan kuş gibi hafifler.
Nitekim, Kenan Evren bir defasında talebelere burs verdiğini ve bunun kendisini rahatlattığını söyleyecektir. Vermek bir rahatlama sağladığı gibi aynı zamanda da zevk de verir, bu zevki tadanlar bilir. Bu nedenle de Allah'ın isimlerinden birisi rezzaktır ve yaratıklarını rızıklandırır. Saddam Hüseyin döneminde Irak'a yönelik olarak uygulanan ambargo rejimi çerçevesinde BM'nin gıda karşılığı petrol programı vardır ve bundan şikayet eder. BM halkıyla arasına girmiştir. Şöyle yakınır: Halkım ile aramdaki tek bağ olan erzak dağıtmak işini de elimden aldılar. Devletin en önemli görevlerinden birisi de fakir fukarayı gözetmek, onlara yardım etmek ve yardım dağıtmaktır. Elbette iş güç sahibi etmek de veya onun yollarını göstermek de devletin asli görevleri arasındadır. Saddam Hüseyin verme ve bezletme zevkinden mahrum bırakıldığı için yakınmaktadır. Karşılıklı sadakati besleyen ve sağlayan hususların başında yardım dağıtmak gelmektedir. Bu nedenle de Soğuk Savaş'ın başlangıcında ABD fakir ülkelere un, süt tozu gibi yardımlar dağıtmıştır. Gönüller yardım edenin yönüne doğru kayar. Bu nedenle de 'el insan abidü'l ihsan' demişlerdir. Kısaca; insan ihsanın kuludur.
Mısırlı Ahmet Şehavi Saad Şerafeddin adlı müellif ve yazarın 'Reyhanetü'n Resul/ Fatimatü'z Zehra' adlı eserini okuyorum. Kitabın bir yerinde bir ifadeyle karşılaştım. Bu ifade 'lezzetü'l bezl' ifadesidir ve bana manidar geldi. Buna vermenin dayanılmaz hafifliği de diyebiliriz. Bezletmenin dayanılmaz tadı ve zevki. Müellif buna dair örnekler veriyor. Bunlardan birisi de Arapların tanınmış ve tarihi şahsiyetlerinden birisi olan meşhur Arap şairi Ferezdak'in dedesi Sa'saa İbni Naciye'nin servetini diri olarak gömülen kızları kurtarmaya adamasının hikayesidir. Ve'd yani kız çocuklarını diri olarak toprağa gömme geleneğine, işlemine engel olabilmek için servetini ortaya döker. Bir defasında bir erkeğin biraz yakınında bulunan ve gözyaşları içinde ağlayan bir kadın görür. Haline içi burkulur ve neden ağladığını sorar. Yakındaki kişinin kocası olduğunu ve kızlarını canlı bir biçimde toprağa gömmek için yeri eşelediğini söyler. Bunun üzerine Sa'saa adamla konuşmaya başlar ve bu yaptığı işe niye kalkıştığını sorar. Adam yalın bir şekilde cevap verir; kör olası fakirlik beni buna sevk etti. Şiddetli fakirlik ile kasvetli hayat beni buna mecbur etti der. Bunun üzerine Sa'saa, şöyle bir teklifte bulunur. Der ki: Sen bu işi durdur, eyleminden vazgeç! Karşılığında sana sağılır iki dişi deve vereyim. Bu teklif ve develer nedeniyle adam sevince gark olur ve kızını ve eşini de alarak evinin yolunu tutar. Bu sevinci yaşayan ve insan kurtarmanın önemini kavrayan Sa'saa İbni Naciye bu işi yapmaya devam eder. Meseleyi itiyat edinir. Hem mutlu olur hem de mutlu eder.
Torunu Ferezdak, meclislerinde dedesinin bu hasleti ile övünür ve dedesini can kurtaran hatta ölülere hayat veren, can veren ve dirilten (muhyi'l mevta) sıfatıyla anar. Kral Abdulmelik'in meclisinde ve huzurunda iki şair; Cerrir ile Ferezdak karşı karşıya gelir ve atışırlar. Herkes kendi mefahirini ve övünç kaynaklarını dile getirir. Ferezdak yine nesebiyle yani soyu ile övünmekte ve buna dair Sa'saa İbni Naciye'yi anmaktadır. Dedesini anarken ona ' ölüleri dirilten' deyince Kral Abdulmelik 'tövbe haşa' diye çıkışır. Bu durumda Sultan karşısında zor duruma düşen Ferezdak yine de durumu toparlar ve izaha bir yol bularak söylemini haklı çıkarır. Tanık olarak şu ayeti okur: Ve men ahyaha fekeennema ahya'n nase cemia. Maide Suresinde ilgili ayette (32) şöyle buyrulmaktadır: Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur.
Bunun üzerine Kral Abdulmelik rahatlar ve Ferezdak'e şöyle seslenir: Sen şairliğine bir de fakihlik kattın, şairlikle birlikte fakihliği de yan yana getirdin! Evet! Cahiliyet döneminde kadınlar savunmasız olduklarından dolayı aileler ar ve namus konusu olmamaları için kızlarını bazen diri olarak toprağa gömmektedirler. Yavrucaklarını insanlara değil toprağa emanet etmektedirler. Nadan kocalar ve fakirlik korkusu insanlara bunu yaptırmaktadır. Mevdudi de "İslam Nazarında Doğum Kontrolü" adlı eserinde açlık ve fakirlik korkusuyla çocuklara kıymanın doğru olmadığını ortaya koyuyor. Allah rezzak sıfatıyla tecelli ederek doğanların rızkını ve gıdasını tekeffül ediyor. Bu nedenle belirli bir sürenin üzerinde ve sağlık nedenlerine dayanmayan kürtaj uygulamaları ve'd yani çocukları diri olarak toprağa gömmekle eşdeğer görülebiliyor. Bu anlamda bazı 'namus cinayetleri' de cahiliye kalıntıları kapsamına gerebilir.
Halbuki Suudi Arabistanlı yazarlardan İbrahim Büleyhi'nin de dediği gibi çölün en sevimli hususlarından birisi mavi berrak gökyüzü ile birlikte çölü yumuşatan kadının tenidir.
Konunun özünden uzaklaşmadan: 'Ver, kurtul' yerine, ' ver ve rahatla' diyoruz.
Mustafa Özcan