Mayınlı tarlalarda dikkatli yürümek ve ihtiyatlı olmak zorundayız. Söz gelimi Asr- Saadet'teki niza ve çekişmelerle ilgili yaklaşımında İbni Teymiye bazen Nasibilik olarak ifade edilebilecek bir noktaya varıyor. Dolayısıyla dengeyi tutturamıyor. Sürekli olarak kurulu düzenleri savunuyor ve iktidarları meşrulaştırıyor. Hatta bu nedenle de Ehl-i Sünnet'in kurulu rejimlerin mezhebi olduğuna dair yanlış bir kanaat oluşmuştur. Bu zinhar yanlış bir telakkidir. Bazı çevrelerde Şiilik sanki muhalefet mezhebi, Sünnilik ise iktidar mezhebi gibi bir algı oluşmuştur. Kısaca söylemekte fayda var: Ehl-i Sünnet, kurulu rejimlerin mezhebi değil ulema çığırıdır. İbni Teymiye ise bu konularda bazen kantarın topuzunu kaçırıyor. Minhacu's Sünne adlı eserinde adeta Emevi savunmacılığı yapıyor. Saltanat savunması yapıyor. İdealizm karşısında realizm öne çıkarılıyor. Evet tarih içinde şartlar bu tür mütegallibe iktidarların oluşmasına ve işbaşına gelmesine izin vermiştir. Burada kaderin de elbette bir payı var. Lakin bu Allah'ın iradesini yansıtsa da rızasını yansıtmamaktadır. Allah'ın rızası mazlumların ve mustazafların yanındadır. Vakıanın birilerinin yaveri olması onların sahih hat üzerinde olduklarını göstermez. Bunlar kendilerini nasıl tanımlarlarla tanımlasınlar, cebriye anlayışını temsil ederler. Halbuki denklemin doğrusu şudur: Allah rızasıyla Ehl-i Beyt'in yanında, iradesiyle ise öteki taraftadır. Bu sofistike bir tafsildir ama gelişmelerin aynasında doğrudur. Kaderin kıvrımlarını gösterir. Bununla birlikte iradesi öteki tarafta diyerek bilerek ve isteyerek o katara katılanlar sorumluluktan kaçamazlar.
Cevrin alanını genişletenler onu işleyenler kadar vebaldedir. Bu arada kimi Nuseri yazarlar Buti'nin bu yöndeki mesleğine 'meslek-i tebrir' yani mazeret üretme mesleği diyorlar. Burada Şii veya Nuseyri zümreden Recep Ahmet Ali'nin kaleme almış olduğu 'Meslekü't Tebrir' adlı eserinde bu meseleleri Ezher şeyhlerinden Seyyid Tantavi ile Muhammed Said Ramazan Buti'nin nokta-i nazarlarıyla tartışıyor.
Sahabeler arasında cereyan eden olaylarla alakalı olarak realizm cephesinde yer alarak kantarın topuzunu kaçırdıklarını varsayıyor. Maziye doğru bir eşeleme yerine güncel olarak Buti'nin, Esat ve ailesiyle bağlantısını, Tantavi'nin Mübarek ile anılmasını nazara verdiğimizde vaziyet realizme çıkar. Elbette bu tutumları bazı faziletlerini ikrar etmemizi engellemez. Nitekim Yusuf Kardavi tefsir konusunda Seyyid Tantavi'nin yetkin bir isim olduğuna tanıklık etmektedir. Buti de ilmi konularda dostunun ve düşmanının takdirini kazanmıştır. Fakat bu ilmi yerli yerinde kullanıp kullanmadığı tartışma konusudur. İhvan'dan olmasına rağmen Züheyr Salim de ilmi olarak Buti'yi tebcil etmiştir.
Tebrir mesleğinde Buti ve Tantavi'nin selefleri arasında bulunun İbni Teymiye'nin bazı doğrularına rağmen siyasi mesleğinde tam isabet kaydetmediğini söyleyebiliriz. Buti elbette İbni Teymiye'nin Ravza-ı Şerifi hususi ziyaretle ilgili görüşene ve benzerlerine katılmaz. Lakin genel hatta mütegallibe Emevi anlayışını desteklemekte buluşurlar. Tarihte Ehl-i Beyt karşıtı Nasibi damar biraz da İbni Teymiye'nin gayretleriyle genişlemiştir. Bütün mesele sahabe ile Ehl-i Beyti bir potada ve kıvamda buluşturabilmektir. Ehl-i Beyt'ten istiğna etme şansımız yoktur. Onlar manevi pusula hükmündedirler.
Merhum Ömer Nasuhi Bilmen, Hüsniye gibi Alevi kitaplarına haklı cevaplar kaleme almıştır. Zira bu kitaplar muhayyile ürünüdür. Cafer-i Sadık'ın cariyesinin Sünni müçtehitlerin sırtını yere getirmesi ancak hasta muhayyilenin ürünü olabilir. Bununla birlikte Ashap Hakkında Müslümanların Nezih İtikatları gibi kitaplarının me'hazında Mihnacu's sünne gibi kitaplar bulunmaktadır. Elbette ilim adamının bütün kaynaklardan istifade etmesi konunun hakkını vermesi açısından yerindedir. Bununla birlikte Yezid'i Hazreti Hüseyin'in kanından beri görmek de doğru olmasa gerek. Salih Ekinci'nin Mustafa Asım Köksal'ın Ehl-i Beyt ve Kerbela ile ilgili kitaplarına çekince koyması gibi karşı ağırlıktaki İbni Teymiye ve Hanbeli yaklaşımını da tefrit olarak görmek gerekir. Oysa esas olan ifrat ve tefrit arasında itidal çizgisini tutturabilmektir.
Bu hususta Iraklı Ahmet Katip'in eleştirileri yerindedir. Gerçek Mustafa Asım Köksal'ın duruşuyla Hanbeliler arasındadır. Burada Ehl-i Sünnet duruşu ile Ehl-i Beyt muhabbetini buluşturan Bediüzzaman farkı göze çarpmaktadır. Manevi imametin başında Ehl-i Beyt büyükleri gelmektedir. Hilafet yönündeki mahrumiyetleri manevi imamet noktasındaki faziletleriyle kapatılmıştır.
Şii tarafında Muhtar es Sakafi ile Sünni tarafında da Haccac-ı Zalim ve Yezid gibilerine kazandıkları bir takım zaferler üzerinden onlara meşruiyet atfetmek yanlıştır. Başarılar, fetihler yüzünden onların yaptıkları cürümleri hafife almak sakat bir yaklaşımdır. İcabında zulme çanak tutmaktır.
Ekber Şah bir takim dini sapmalarını zaferlerine bina etmiştir. Hem Şeyhülislam Mustafa Sabri hem de Bediüzzaman Ankara mezhebi olarak andıkları Kemalizm çığırını da bu zümrenin zaferlerden aldığı güce bağlamaktadır. Başarılarını, reformlara veya devrimlere basamak yapmışlardır. Zaferler üzerinden hakikat değişmez. Bu durumda 'zalim bendense, ben zalimden yana değilim' kuralı işletilmelidir.
Buti'nin mesleğinin yanlış taraflarından birisi polemikçi oluşudur. Halbuki haklı bile olsa müminin mira ve polemiklerden sakınır. Polemikler genellikle hırs ve çekişme eğilimlerini güçlendirir. Buti her kesimle polemiğe girmiş ve bu da yer yer onu hırçın yapmıştır. Mesela 'yeni yüzyıl için diyaloglar' serisinde Marksist arka planı olan Dr. Tayyib al-Tizini ile tartışmıştır. Elbette Dr. Tayyib al-Tizini İslami konulara Buti gibi hakim değildir. Ama bu durum hakkaniyeti temsil noktasında değişir. Hakkaniyet ilimle kaim değildir.
Ella Mezhebiyye/Mezhepsizlik kitabı da, ilmi Selefilik akımının öncüsü olarak kendinden bahsettiren Nasirüddin Elbani ile polemiklerinden oluşmaktadır. Elbani de kırıcı birisidir babası Nuh ile bile mezhep meselesinden dolayı polemiklere girmiştir. Ahmet Tu'ma'ya göre bu polemiklerde Buti hatta Elbani Suriye muhaberatı tarafından işletilmiştir. Yada sonuçları kullanılmıştır. Kamuoyunu tali meselelerle meşgul etmek ve İslami kesimleri birbirine düşürmek için kullanılmıştır. Bu polemiği Türkiye'ye taşıyan da Mehmet Şevket Eygi ve bazı gelenekçi kesimler olmuştur. Lakin bu meselenin hiç muhasebesi yapılmamıştır. Bu münazaranın gecikmeli bir muhasebesini Ahmet Tu'ma yapmıştır. Onun makalesinden öğrendiğimiz kadarıyla bu meselede Buti kullanıldı Elbani ise yanlış bir çığıra imza attı. Mezhepsizlik çığırına öncülük ve rehberlik etti. Dört mezhebe ya da mer'i mezheplere bağlılığı aşındırarak, gençleri iğfal etti ve cüretkar kıldı. İlmi denetimin yokluğunda gençlerin bir kısmı ilmi Selefilikten cihadçı Selefiliğe geçiş yaptı. Kısaca Buti ile Elbani ifrat ve tefrit sarmalını temsil ettiler. İstihbaratın da meseleyi kaşımasıyla birlikte mezhepsizlik meselesi Suriyeli İslami kesimleri birbirine düşürdü.
İhvan'ın Şam kolu lideri İsam Attar, selefi eğilimli olmayanları cemaate kabul etmeyeceğini duyurdu. Ebu Gudde gibilerinin etkili olduğu Halep İhvan'ı ise tam karşı eğilimdeydi. Mezhepsizleri aforoz ediyordu. Bu ve benzeri tartışmaların etkisiyle Suriye İhvanı Adnan Sadettin, Said Havva ve Ali Sadreddin el-Beyanuni arasında kollara ayrıldı.
Elbani, fıkhiyat yerine hadislerle ilgilenilmesini istiyordu. Bazıları onun mesleğinin hadisler üzerine odaklandığını, Kur'an-ı Kerim'i de pas geçtiğini ileri sürüyor. (El-İslamiyyun ba'de Harb-i Huzeyran /Yunyo 67. El Culan Nısfu karnin Ala Hezimeti Huzeyran/Yunyo 1967, s: 164-165)
Elbani sonunda Suriye'den kovuldu, Buti de eteğini rejimin rüzgarlarına kaptırdı. Kısaca birlik ve beraberlik ruhu ancak haddi bilmekle, karşılıklı saygı ile ve güzel ahlak ile kazanılır ve ayağa kalkar. Karşılıklı hakların teslimi için tebrir mesleğini, ebrar mesleğine çevirmemiz gerekiyor.
Mustafa Özcan