İlahiyat Lisans Tamamlama Programlarının (İLİTAM) yüksek din eğitiminin amacı ve fonksiyonları bakımından da analiz edilmesi ihtiyacı vardır.[1]
Yüksek din eğitiminin iki amacı vardır: Birincisi, dini düşüncenin yaşanan hayatla, yeni gelişmelerle, insanlığın bilgisindeki ilerlemelerle sağlıklı ve dengeli ilişkisini kurmaktır. İkincisi ise dini hizmetlerin ifasıdır.
İlk amaç dini düşüncenin yorumlanması yoluyla hayatiyetini devam ettirilmesidir. Gazzali"nin ünlü eserine "İhyau ulumiddin" yani dini ilimlerin diriltilmesi veya dirilişi ismini vermesi tesadüf değildir. Kritik değişim dönemlerinde yaşayan düşünürlerin kitap isimlerinde aynı tat ve vurgu bulunmaktadır. Alimler, kelamcılar, sufiler, filozoflar, düşünürler ve sosyal bilimciler toplumun tarihsel tecrübesinin devamında, süreklilikten kopmadan yeniyi de anlayarak, çözümleyerek "yorumla diriliş çabasına" sürekli destek verirler. Bu destek bazen ortaya çıkan değişimlerin keskin eleştirileri şeklinde olur.
Bu alan bir çatışma ve mücadele alanı doğurur. Nesiller çatışır. Baba ile oğul, ana ile kız bu konular etrafında farklılaşır ve çatışır. Yönetenler ile yönetilenler çatışır. Farklı mizaçlar çatışır. Farklı dini anlayışlar çatışır. İthamlar havada uçuşur. Etiketlemeler ve ötekileştirmeler birbirini takip eder. İnsanlık değişiminin tetiklediği her bir yeni alan ve konu böyle olmuştur. Biyo-etik, yapay zeka, makine öğrenmesi, kök hücre, insansız fabrikalar, sürücüsüz araçlar, gıda ve finans, demokrasi ve insan hakları gibi konular en güncel konulardır. Bunların etrafında toplumsal düzeni ve dini anlayışları rahatsız eden yüzlerce sorun bulunmaktadır. İnsanlığın tarih boyunca geçirmiş olduğu değişim dini düşünürler tarafından belirlenmemektedir. Fakat yaşanan değişim ve dönüşüm onları ve toplumu doğrudan etkilemektedir. Bu sorunların geçmişin aynıyla gelecekte yaşatılmasıyla çözülemez ve yeni bir düzende kurulamaz. Düşünme ve yaşama alışkanlıkları zamanla değişecektir.
**
19. yüzyıl pozitivist iddialarının tam tersine din ve dini düşünce "yorum gelenekleriyle" varlığını devam ettirmektedir. Dolayısıyla bu yolda sarf edilen çabaları dinsizlik veya "gayretsizlikle" itham etmek anlamsızdır. Aşırı koruma duvarlarının arkasına sığınmak var olan konforu terk etme korkusu anlamına gelebilir. Değişim ve bilinmeyen herkesi korkutur. Yaşanamayan bir dini ve dini düşünceyi tavsiye etmek "sekülerleşmeyi" arttırır mı azaltır mı? Bu tartışılması gereken ciddi bir sorudur.
**
Yüksek din eğitimi "dini yorum ve düşünce üretiminin" ameliyathanesi, mutfağı ve mabedidir. Öğrencilerin bu sorunları çözmeleri elbette ki beklenmemektedir. Çözüm arayışları günümüz ilim ilerleyişinde doktora ve sonrası çalışmalarda gerçekleşebilmektedir. Çözüme katkı sağlayacak olanlar onları mezun eden öğretim üyeleri ve sayılan diğer düşünürlerdir. Fakat mezunlarının bu yaşanan değişime, sorunlara, toplumdaki çatışma alanlarının dinamiklerine dair kendi seviyelerine uygun bir farkındalık, kavrayışa ve anlayış seviyesine sahip olması beklenmektedir. İslami ilimler birikimine sahip olmanın yanında asıl amaç budur. Bu yetkinlik toplumdaki çatışma alanlarının ve fay hatlarının yönetiminde bir ülkenin varlığını devam ettirebilme bakımından hayati önemdedir. Bu yetkinlik seviyesinde olanlar hoşgörüyü, toleransı, farklılıklara tahammülü, sabrı, merhameti ve sevgiyi tavsiye ederler.
Yüksek din eğitimi mezunlarının bu yetkinlik ve becerileri kazanıp kazanamadığı en önemli konudur. Yapılan tartışmalardan dolayı İLİTAM veya Açık Öğretim İlahiyat programları mezunlarının bu yetkinliğe ulaşıp ulaşmadığı, bu noktada onları diğer ilahiyat fakültelerden ayıran anlamlı bir farkın olup olmadığı cevaplanması gereken kritik sorudur. Tüm ilahiyat mezunları için bu düşünce yetkinliğine ulaşamamanın muhtemel tezahürleri şöyle olur:
Organ naklini haram kılıp bunu yapanları Allah'ın emanetine ihanet etmekle suçlayabilir. Kan nakline cevaz vermeyip, kan veren kişinin günahlarının kan alan kişiye geçtiğini iddia edebilir. Veya Hz.Peygamberin böyle bir uygulaması olmadığı için bunu bidat olarak niteleyebilir.
Sigortadan emekli maaşı alanları, faizle ailesini geçindirmekle suçlayabilir.
Kadınların sünnet olmasının vacipliğinde ısrar edebilir. Aksi görüşü savunanları dini bilmemekle itham edebilir.
Peçe takmayan veya pantolon giyen kadınları büyük günah işlemekle itham edebilir.
Muayyen tarzda giyinmeyen, sakal bırakmayan erkekleri "gavurlukla" itham edebilir.
Hakkında zahiri bir hüküm bulunmadığı için yani ayetlerle ve hadislerle yasaklanmadığı için eroin ve afyonun mubah olduğunu iddia edebilir. Ortaçağda afyonun belli tekkelerde kullanılmasını ek delil olarak sunabilir.
Sigaranın yasaklanamayacağını ayet ve hadislerde böyle bir hususun açıklanmadığını tam tersine geçmişte bazı din büyüklerinin tütün kullandığını iddia edebilir.
Malın satış anında hazır olmadığı için "garar" ve aldatma şüphesiyle uzaktan telefonla veya internetle alışverişin caiz olmadığında ısrar edebilir.
Hz. Peygamber zamanında olmadığı ve ayetlerde geçmediği için "demokrasinin ve seçimlerin" küfür sistemi olduğunu iddia edebilir. Seçimle gelen bir demokratik liderin meşru sayılamayacağını iddia edebilir.
Kadın ve erkeklerin beraber çalıştığı ortamları "günah yuvası" olarak betimleyebilir. Kız ve erkek çocukların beraber eğitim görmelerini zinhar haram görebilir.
Müslümanların yaşadığı bir ülkede vatandaşlık almak için "eman" ve "kefalet" şartında ısrar edebilir.
Örnekler çoğaltılabilir.
Bu kadarı maksadı yeterince açıklıyordur.
***
Bu gibi konularda Müslüman bireylerin farklı farklı tercihleri olabilir. Dindarlık anlayışları farklı olabilir. Dini yorum çeşitliliği her zaman olmuştur. Bu doğaldır. Fakat kendi dışındaki kişilere tavsiyede bulunmak, dini yaygın olarak öğretmek veya yargılamada bulunmak farklı bir düzlemdir. Burada önemli olan şudur: dini otorite ve bağlayıcı söz sahibi kimdir? Dini düşüncenin son yetkinliğine sahip olmayan kişiler kendi zihinlerindeki din anlayışını "tek doğru hakikat", "gerçek İslam", "Hz. Peygamberin din anlayışı", "sahabe İslam'ı", "Kur'an İslam'ı", "bozulmamış İslam" gibi farklı etiketlerle Müslüman topluma dayatabilir mi? Bu bağlamda Yüksek din eğitimi nasıl bir konumda bulunmalıdır? Kamu görevi yapan kişilerin farklı düşünce ve konum sahipleriyle nasıl bir dille ve yöntemle ilişkiye geçmesi uygundur?
Kritik soru şudur: Yüksek din eğitiminin bu birinci amaç bakımından İLİTAM veya Açık Öğretim İlahiyat mezuniyeti istenen yetkinlikleri verebiliyor mu?
İkinci önemli soru ise şudur: Kamu görevi yapacak bu mezunlar bulundukları görevlerde toplumda var olan çatışma alanlarını hangi tutum ve davranışla yöneteceklerdir? Diğer bir ifadeyle verilen eğitim gerekli yetkinlik ve becerileri sağlamakta mıdır?