Eskişehir- Orhangazi Üni.'de geçen hafta meydana gelen ve 4 akademisyenin, bir diğer akademisyen tarafından öldürülmesiyle neticelenen facia çapındaki kanlı hadiseden sonra..
Dün de, Nevşehir Hacı Bektaş-ı Veli Üniversitesi'nden bir doç. ile yüksek lisans öğrencisi bir kızın cesetleri, bir tarlada vurularak öldürülmüş veya intihar etmiş halde bulundu.
Ayrıca, dün sabah, Bursa'da bir polis, bir ilkokulda tartıştığı yöneticilere kurşun yağdırdı ve okul müdiresine ve diğerlerine kurşun yağdırdı. MOBESE kamerasıyla tespit edilen saldırıda, o polisin çılgınca kaçışanları kovaladığı da görülüyordu ki, dehşet vericiydi.
Kezâ, hastânelerde, hastasının kaybı üzerine az mı doktor ve diğer sağlık personeli öldürüldü veya yaralandı, dövüldü..
***
Toplumda giderek yükselen bir gizli gerilimin olduğu hissedilmeli.. Hattâ, küçük tartışmalar bile cinayetle sonuçlanabiliyor.
Bu hadiselere sadece sıradan polisiye vak'alar olarak bakmanın yanlış olduğu görülmeli herhalde..
Nitekim, 4 akademisyenin kaatili olan akademisyenin ifadeleri de bu durumu ortaya koyuyor..
Bu zamana kadar, 'FETÖ'cü diye 200 kadar akademisyen hakkında şikayet dilekçeleri verdiği söylenen bir akademisyen olan kaatil'in suç zekâsının çalışma tarzını kendi ifadelerinden öğrenmeye çalışalım:
"Saat 13.10'da enstitüye gittim. Tabancamda tam otuz mermim vardı.. (…)Yasir Armağan'a sözlü olarak hakaret ettiğim iddiasıyla başlatılan soruşturmanın evrakını gördüm. (…) Yasir Armağan'ın odasına gittim.(…) Hiçbir şey söylemeden Yasir'in üst kısmına 6-7 el ateş ettim. (…) Dekan Cemil Yücel'in odasına gittim, kendisini göremedim. Fakülte Sekreteri Fatih Özmutlu'ya 'Cemil nerede?' dedim. 'Yok' gibi bir şey söyledi. Bunun üzerine kendimi kaybettiğim için, ona da iki el ateş ettim.
Daha sonra (…) Mikail Yalçın'ın odasına gittim. Mikail beni görür görmez kapısını kapattı. Arkadan kapıyı zorluyordu. İki el ateş ettim, vurulduğunu fark ettim. Kapıyı açtığımda Mikail yerdeydi. Yerdeyken iki-üç el daha ateş ettim. (…) Serdar Çağlak'ın yanına gittim. Serdar koltukta oturuyordu. (…) Serdar'a bir şey söylemeden göğsüne ateş ettim. (…) Dışarı çıktım, kapıda polis arabasını gördüm. El salladım, silahımı yere bırakıp teslim oldum."
Evet, bunu yapan sıradan birisi değil, bir akademisyendir.
Bu konuda çeşitli görüşler açıklandı, yazılar yazıldı. Herhalde en önemlisi, bu tablonun ortaya çıkmasını sağlayan sosyo-psikolojik etkenler nelerdir?
***
Ancak, anlaşılıyor ki, bu katil akademisyen, birilerini FETÖ'cü diye ihbar etmeyi âdet edinmiş.. Bunu 'Sözkonusu memleket olunca, gerisi teferruattır..' mantığınca mı yapmıştır; yoksa, birilerini yolunun önünde engel gördüğü veya şahsî husumeti yüzünden mi?
Üzerinde asıl durulması gereken nokta, FETÖ soruşturmalarının veya suçlama kampanyalarıyla meydana getirdiği gerilimler üniversitelerde bile bu noktalara geldiyse; toplumun diğer kesimlerinde de benzer suçlamalara veya haksız uygulamaya maruz kaldıklarına inananların da, 'ihkak-ı hak' anlayışıyla, yani haklarını kendi imkanlarıyla elde etmek yönünde benzer yöntemlere başvurabilecekleri, ya da, bu yolda zâten ülke çapında bir çok hadiselerin olduğu da söylenebilir.
***
Bu sütunda devamlı dedik ki, 'darbe hıyanetine direkt olarak katılmış olan asker, polis, yargı mensubu veya büyük parababaları' vs. hakkındaki yargılamalar, toplumda bıkkınlık uyandırılmadan sür'atle sonuçlandırılmalı ve sadece sempatizan veya pasif taraftardurumunda olan ve sosyal bünyenin her tarafında bulunması mümkün kesimler hakkında ise, toplumda gerilimi düşürücü tedbirler geliştirilmelidir.
***
Bir diğer nokta..
Söz konusu üniversitenin rektörü Prof. Hasan Gönen, yönetimine yönelik suçlayıcı açıklamaların gerçeği yansıtmadığını ifadeyle, istifa ederken, 'Yüce Türk adaleti sürecin sonunda elbette tüm gerçekleri ortaya çıkaracaktır' diye klişe bir lafı tekrarlamış…
Cumhuriyet dönemi boyunca bir yaldızlama olarak, 'Yüce Türk adâleti' veya 'Yüce Türk Milleti adına' denilerek ne büyük cinayetler işlendiğini bu rektör bilmiyor mu ki, o cümleye sığınıyor?