1970 ve devamı yıllar oldukça karışık ve genç nesillerin, şiddetle esen ideolojik kasırgalar yüzünden nerede duracaklarını belirlemekte zorluk çektikleri bir dönemdi; sadece içerde değil, Avrupa'da da.. Esasen, Avrupa'dan etkileniş, oradaki bir hapşırma, bizim sosyal bünyemizde hemen tesirini nezle ve zatürreye kadar vardırabiliyordu.
12 Mart 1971 Askerî Darbesi'nin getirdiği gerilimli dönem, sıkıyönetim uygulamaları, artık günlük hadiseler haline gelen banka soygunları, sağ-sol kavgaları ve ölümler, bir teatral gösteriye dönüşen askerî yargılamalar, toplumu derinden sarsan çocuk veya etkili iş adamlarından bazılarını kaçırmalar, hele de idamlar yaklaşınca önlemek için uçak kaçırmalar, Hattâ öyle ki, bu gruplar, bir şekilde kendi tarafdarlarından birinin ölümünü bekliyor gibiydiler.(Ki, bazan silahla oynarken veya meşgul olurken, kendisini veya arkadaşını vuran kişilerden geride kalan cesedler bile, hemen, karşı tarafın kanlı eylemi ve cinayeti olarak duyuruluyordu.. Bu konuda, İttihadçı'ların ünlü Cemal Paşa'sının torunu olup Cumh. gazetesinde yayın müdürlüğü bile yapan Hasan Cemâl'in hâtıratında ilginç itirafları vardır.. Kazaen ölen bir arkadaşlarının nasıl, faşistlerin kanlı cinayeti diye gösterildiğine dair..İlginçtir, o yıllarda Sovyet Rusya'nın 1953-63 arasında ünlü ve de gülen yüzlü lideri olarak sempati toplayan eski başbakanı Nikita Kruşçev'in hâtıraları da yayınlanmıştı ve, Stalin'in ölümünden hemen sonrasını anlatırken, bütün Komunist Parti Yüksek Presidium üyelerinin , Stalin'in ölüm yatağı etrafında toplandıklarını ve Stalin'in ölüm ânını dehşetle gördüklerini anlatıyor . (O ânı, Sovyet Rusya'nın 27 yıl kadar Dışbakanlığı'nı yapmış olan Andrei Gromiko da, 'Dehşete kapılmıştık.. Tanrı ölmüştü..' diye anlatır, hâtıratında.. Kruşçev ise, Stalin'in ölümünden den sonraki durumunu, yeni bir 'lider-tanrı'nın daha ortaya çıkacağının hesabı içinde, ' Odama geldim.. Çekmecemde tabancam hazırdı.. Biraz sonra KGB'nin (Sovyet Rusya'nın gizli İstihbarat biriminin şefi olan) Beria'nın da üzgün görünümlü olarak odama girip karşımdaki sandalyeye oturması üzerine, tabancamla, hiçbir hareket veya söz olmaksızın, onu vurdum; ben onu vurmasam , o beni vuracaktı.. Hemen yardımcıları çağırdım, Yüce lider Stalin'in ölümünden duyduğu derin teessürle kendisini vurdu, intihara teşebbüs etti..' dediğini aktarır. (Beria, o ağır yaralanmadan kurtulsa da, daha sonra Kruşçef, onu , cinayetlerinden dolayı yargılatır ve kurşuna dizilir.. Bizdeki marksistlerin de o gibi ilginç temizleme operasyonlarından ilham aldıkları tahmin edilebilir. Benzer bir intihar teşebbüsü de M. Kemal'in ölmesi üzerine, onun yaverlerinden Salih Bozok tarafından da sergilenmiş ve amma, onun kendi kalbine sıkmak istediği , kurşun kalbinin az yukarısına saplandığı için, ameliyatla kurtulmuştu..)
*
Tabîi, tartışmalarımız sadece marksistlerle değildi.. Türkçülerle de konuşmalarımız oluyordu, ama, onlarla daha mülayim oluyordu tartışmalarımız.. Çünkü, marksistler, sadece komünizm karşıtlığıyla yetinmiyorlar ve İslam konusunda İslâm'ı bir bütün olarak kabullenmek açısından , İslam'ı ve bütünüyle vahye dayalı dinleri reddeden laik, solcu, marksistlerle kıyaslanmayacak derecede yakınlığımızı görmezlikten gelemezdik. Sovyet Rusya ve Çin'in pençesindeki on milyonlarca türk kavimlerinin kurtulması yolundaki hedefleriyle bir zıdlaşmamız yoktu. Ancak, onların kurtulmasının yakın olduğu ve o zaman türk kavmi için yeni ufukların açılacağı kanaatlerini o kadar derin bir inançla söylüyorlardı ki, bu konularda hayalciliğe kaçsalar bile tartışmanın bir fayda getirmeyeceğini bildiğimiz için, bu konularından kenarından teğet geçmeyi tercih ediyorduk. Çünkü tartışmaya girilecek olsa, onlar da katı olabiliyorlardı.
Henüz Nihal Atsız hayatta idi ve gençlere, heyecanlı ve bol hayalli şiirleriyle yeni ufuklar göstermeye çalışıyordu. (Biraz daha İslamî renklerle sarılmış olan türkçü şiirleri ise, Antalya'dan Adalet Partisi'nden m.vekili seçilip sonra Türkeş'im MHP'sine geçen Osman Yüksel Serdengeçti, 'Nerde benim Altay – Ural dağlarım, /Akşam olur - sabah olur, ağlarım..' gibi destansı mısralarla dillendiriyordu, Serdengeçti isimli ve amma, ismi ilginç olsa bile gençler üzerindeki etkisi bir Büyük Doğu veya Yeni İstiklal kadar olmayan dergisinde.. (Bu vesileyle hatırlayalım.. Bir gün Osman Yüksel Serdengeçti, soğuk algınlığından yatıyor.. Ateş ve titreme halinde.. Türkeş onu ziyarete gidiyor ve 'Neyin var Osman?' diyor.. Osman Yüksel'in verdiği cevap, 'Kendime dönüyorum, başbuğum!..' şeklinde oluyor.. Bu ifade, Türkeş'in hareketinde devamlı yüksek sesle dile getirilen 'Türk, Titre ve kendine dön!' sloganının ironik bir ifadesi şeklinde algılanıyordu..
Yine de Osman Yüksel, cesur çıkışlarıyla etrafında genç nesillerden bir hâle oluşturabiliyordu....
*
Bu arada, o sıralarda, şair Niyazi Yıldırım Gençosman'ın 'Kaşgar'da İfrat Vakti' isimli ve on milyonlarca Müslümanın esir olarak yaşadığı Doğu Türkistan konusundaki şiiri de hepimizi aynı duygu potasında buluşturuyordu, duygu dünyamızda.. (Bugün de, meselâ bir Devlet Bahçeli'nin, sionist İsrail rejiminin Gazze ve diğer Filistin şehirlerine yaptığı saldırılar karşısında, 'Bizim için, Diyarbekir, Konya, Adana , İstanbul ne ise Gazze de odur..' diyecek kadar bir İslamî hassasiyet noktasına gelmesinde olduğu gibi..) Evet, duygularımızda dinî hasret ve heyecan ifadelerinin güçlenmesi, Ülkücüler'le MTTB etrafında bir yakınlaşma harcı olarak görülüyordu.
Bu vesileyle merhûm şair Niyazî Yıldırım Gençosmanoğlu'nun 'Kaşgar'da İftar Vakti' şiirini ve o şiirin Uygur türkçesi lehçesiyle ve arab alfabesiyle yazılmış şeklini de buraya dercedelim:
'KAŞGAR'DA İFTAR VAKTİ
Yer sofralarında sessiz bekleyiş
KAŞGAR'dayız… Bir Ramazan vakti..
Fergana düzlüğüne çoktan indi gün
Îydgâh Camii'nde ezân vaktidir
Ezân'ın adı var sedâsı tutsak
Allahuekber'in nidâsı tutsak
İbadetler mevcut, edâsı tutsak
Kanımın, içime sızan vaktidir
Sessizlik eritmiş demiri, tuncu
Bilemiş yürekte mukaddes hıncı
Yüzlerde görmedim iftar sevinci
Bu an, ifritimin azan vaktidir.
Ne zamandır güneşlerim küsûf'ça
Er doğmuyor Satuk Buğra vasıfça
Has Hacib'ler yetişmiyor Yûsuf'ça
İrfan tarlasının hazân vaktidir
Kutlu ocaklarda yanmıyor od'um
Bacalardan artık tütmüyor tûtum
Dil tahtımın şehinşahı Mahmûd'um
Türkistan'da Türk'ün hazân vaktidir.
(X)
قەشقەردە بىر ئىپتار ۋاختى
نىيازى گەنچ ئوسمان ئوغلى
داستىخان ئەتراپىدا سۈكۈتتە ھەممە
قەشقەردە بىز, بىر رامىزان ۋاختى
پەرغانە تەرەپتە قوياشمۇ پاتتى
ھېيتكار جامىدا ئەزان ۋاختىدۇر
ئەزاننىڭ ئىسمى بار, ساداسى تۇتقۇن
ئاللاھۇ ئەكبەرنىڭ, نداسى تۇتقۇن
ئىبادەت مەۋجۇتتۇر, مەناسى تۇتقۇن
قېنىمنىڭ ئىچىمگە سىزغان ۋاختىدۇر
تۆمۈرنى ئىرىتەر سۈكۈت دەملىرى
دىللاردا بىلەنىر قىساس خەنجىرى
يۈزلەردە كۆرمىدىم تەبەسسۈم ئىزى
شۇ تاپ ئىپتارنىڭ ئەزان ۋاختىدۇر
كۆپ زاماندۇر تەلىيىمىز تەتۈردەك
تۇغۇلمىدى يىگىت ساتۇق بۇغرادەك
خاس ھاجىپلار يىتىشمىدى يۈسۈپتەك
ئىرپان باغچىسىدا خازان ۋاقتىدۇر
مەرىپەت ئۇچىقىدا يانمايدۇ ئوتۇم
قېنى ئۇ كۆكتىكى پارلاق يۇلتۇزۇم
تىل تەختىنىڭ شاھى ماخمۇتۇم?
تۈركىستاندا تۈركنىڭ خازان ۋاقتىدۇر
*
(X)
Temelde bazı konulardaki benzerlik veya yakınlıktan söz ederken, 'Ülkücü' denilen kesimde yavaştan yavaştan, bir 'Bozkurt türkçülüğü' ve 'Üç Hilâl türkçülüğü' ayrışması neşv'ü nemâ zemini buluyordu. Türkeş bu iki arasında, açık bir taraf tutmamaya çalışıyor gibiydi, ama, Kayseri'de Tekir Yaylası'nda yapılan bir Türkçüler Şenliği'nde, 'içi samanla şişirilmiş bir kurt postu'nun etrafında uluyan gençleri gören Türkeş'in, onları susturup, 'Siz putperest misiniz? Kaldırın bunu!..' diye karşı çıkması , tarafdarlarını da, İslâmî açıdan bazı tereddütleri olanları da memnun ediyordu..
Ki, benzer bir tavrı, ileride, daha sonraları 1977 Seçimleri öncesinde Erbakan'ın siyasî hareketine karşı çıkıp, Türkeş'in safına geçen Necîb Fâzıl da sergileyecek, İstanbul- Bayezid'den Kumkapı'ya inen sokak arasındaki Soğanağa Mahallesi'ndeki bir meydancıkta Ülkücüler'in 'Bozkurt Üstad!. Bozkurt Üstad!.' sloganlarıyla kürsüye davet edilen Necîb Fâzıl, kürsüye çıkıp, o sloganlara devam eden gençlere uzun uzun baktıktan sonra, 'Henüz… Ulumadım…' deyişindeki ince espri de, MHP gençliği arasında ibrenin İslâmî tarafa doğru yönelmesine hizmet ediyordu.. (Yine o seçimler öncesinde Türkeş'in, Bulgaristan'daki komunist rejimden 1950'lerde Türkiye'ye sığınmış ve sonra da İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nde müdürlük bile yapan Ahmed Davudoğlu'yu hocayı Taşlıtarla'daki evinde ziyaret edip, ona hitaben, 'Hocam, bizi destekleyin, iktidara gelelim.. Şeriat-ı Garrâ'y-ı Ahmediyye'yi hâkim kılalım..' demesi karşısında, yüreğinin yağının eridiğini söyleyen merhûm Davudoğlu Hoca'nın ve İstanbul'un ünlü hocalarından 40 kadarının imzasıyla yayınlanan bir bildiri ile, MHP'ye oy verilmesi çağrısı yapmaları da, MHP içinde hep bir çekirdek olarak öyle bir kanadın varlığını korumasına imkân vermiştir. Ki, bu konuyu ileride daha etraflıca anlatırız inşaallah..) Ama, bunlar olurken, bir eğilim de Ziya Gökalp'in 1923'lerde M. Kemâl'e akıl hocalığı yaparken söylediklerini de tartışma zeminine getiriyordu..
Sahi, Ziya Gökalp nerede duruyordu, ölümünden 50 yıl sonralardaki ideolojik tartışmalarda?
Ziya Gökalp konusu, o zaman da, bugünlerde de hep gündemdedir. Çünkü, kemalist dünya görüşünün temelleri o zaman da, bugün de hâlâ, Ziya Gökalp'in ideolojik çizgisini yansıtmaktadır.
'Yeniden Millî Mücadele Hareketi'nin, -marksistlerin bilimsel sosyalizm laflarına karşılık olmak üzere- 'İlmî Sağ' adı altında geliştirmeye çalıştıkları 'türkçü-İslamcı ve sağcı' karması bir hareket ile, Millî Türk Talebe Birliği'nde giderek daha bir netleşen İslamî talebleri dile getiren Müslüman Gençlik çevrelerinin Ziya Gökalp konusunda 'git-gel'ler yaşadıkları ortaya çıkıyordu..
*
Ancak, ilginçtir, Atsız ile Türkeş arasında bir soğukluğun olduğu, dar çerçeveli toplantılarda dile getiriliyordu. İhtilaflı olduğu söylenen konunun ne olduğu da açıkça ifade edilmiyordu, ama, yine de N. Atsız'ın M. Kemal konusunda dar çerçevede ve sınırlı ve kapalı mekânlarda, A. Türk devrimlerine olumsuz bakışının olduğu ve sert eleştiriler yaptığı söyleniyordu. Hattâ, Atsız mahkemede bile yargılanıyordu bu iddialarla.. Türkeş'in ise, o sırada genç nesilleri o gibi konularla meşgul etmemek gerektiği görüşünde olduğu biliniyordu.
Bir kısım türkçü kesimler de Ziya Gökalp'i heyecanla benimsiyorlardı..
(Devam edeceğiz inşallah…)
Selâhaddin Eş/ Çakırgil