Çevrebilim
Çevrebilim (Fr ecologie), özetle, canlının dış ortamdan aldığı uyartılara karşı, iç ortamının gösterdiği tepkiler arasındaki bağıntıyı ele alıp inceler. İç ortam denildiğinde de, herhangi bir canlının büyümesi, gelişmesi, üremesi, işleyişiyle ilgili süreçlerin topunu göz önüne alan embriyogenetik-fizyolojinin çerçevesine giren olaylar bütünü anlaşılır. Böylece sözgelişi, insan embriyogenetik-fizyolojisi açısından kan plasması, insanın iç ortamından sayılırken, orada yüzen akyuvar hücresinin embriyogenetik-fizyolojisi yönünden söz konusu kan plasması dış ortam olarak kabul edilir.
b. Canlının yaşaması ile ölümünde 'çevre'nin yeri
Canlının, oluşması, sonra da gelişmesi kadar kendini diri tutan işleyişlerin durması, başka bir deyimle ölmesi de canlıları araştıranları en çok uğraştıran sorunlardandır. Fizyoloji bakımından ölüm, diriliği sağlayan organların tamamıyla görevlerini yapamaz duruma girmeleri demekse de, tek başına, çevreden soyutlanarak ele alınamaz. Oluş ile gelişme gibi, ölüm de, biyolojide canlı ile ortam ilişkisi çerçevesinde aydınlatılabilir ancak. işte ölüm; canlı, birey olarak ele alındığında, bahse konu ilişkinin kökten bozulmasıdır.
Ne var ki bu ilişki kökten bozulmamışsa, kendikendini yeniden onaramayan canlı-olmayanın tersine canlı, belli şartlarda bunu başarabilir. Canlının sözü edilen özelliğini Ludwig von Bertalanffy, 'oynak—denge' (Alm Flieffgleichgewicht)[1] deyimiyle dile getirmiştir. 'Oynak—denge'nin korunmasıyla, iş görmenin, yapabilirliğin kesintisizce süregitmesine bağlıdır. Böylece 'dışbeslenen' canlı, kendini ayakta tutmakiçin çevresini, dış ortamını durmadan 'sömürmek' zorundadır.
c. Çevreye karşı canlının bireyliliği
Bu bağlamda canlının özelliklerinden biri olarak etkinlikten söz edilir.[2] Canlı, etkinliği sâyesinde genellikle dış ortamını değiştirerek kendi örgülenişini dengede tutar. Bunu başaramayınca da, bireyselliği ortadan kalkar, dışındaki çevrenin edilgin parçası hâline dönüşür. Aslında diri, ölü, etkinlik, bireysellik gibi kavramlar, yalnızca canlının ortamdan aldığı energiyi işleyip dönüştürmesi olayını dile getirdikleri sürece deney bilimi yönünden anlamlıdırlar. Ne var ki, bu çeşit kavramların, çoğunlukla insanbiçimci düşüncelerin ifâdesiçin kullanıldıklarına tanık olunuyor.[3] Sözgelişi bireyselliğe yahut öznelliğe salt spekulativ bağlamda da katıksız deney bilimi çerçevesinde de başvurulabilir. indirgemeci spekulasyonlardan birinin kalıplarında düşünmeyen kimsenin, köphücreli canlıların, özellikle de insanın, bireyselliğin tekelinde bulunduğunu sanması yersizdir. Yaşamak, diri kalmak üzre, ortamına karşı etkince yönelen her canlı, ister köphücreli isterse tekhücreli olsun, bir bireydir. Yalnız, tekhüc- relinin bireyselliği, köphücrelilerden farklı olarak iki yoldan ortadan kalkar.
Yapılmış nice araştırmanın sonuçları uyarınca: Ya, çoğalmakiçin hücre bölünür; böylelikle, yavru hücrelere bölünen anne hücrenin bireyselliği sona erer ki, buna 'cesetsiz ölüm' denir; ya da, karmaşık örgütlü canlılarda olduğu üzre, ortamıyla değiştoğuşta bulunamaz duruma geldiğinde hücrenin bireyselliği çözülür, bu da, cesetli ölümdür.
İmdi ister yaşarken, ister ölüm ânında olsun, Buytendijk'in dediği gibi, canlı kendini durum içinde bulan bir özne, bireydir.[4] Bu düşünceyi seçikce belirlemiş bulunan Jacob von Uexküll, canlıyı ortamıyla kaynaşmış kabul eder. Her hayvanın kendi türüne has bir ortamla çevrelendiğini tanıtlamıştır. 'Dünya'da (Alm Welt) yaşayan insanın tersine, hayvanın kendi türüne has doğal ortamına Uekxüll, 'çevre' (Alm Umwelt) adını vermiştir. İşte hayvan, çevresiyle bir görev —energi, madde...— değiştokuşundadır.[5]
ç) Kımıldanma çeşitleri uyarınca ortam - çevre - dünya
Aslında, aynı şeyler, bitkileriçin de söylenebilir. Nitekim, Henri Bergson un belirttiği üzre, bitkileri hayvanlardan açık seçikce ayıran bir özellik yoktur. "Yaşamanın her belirtisi, ötekilerin ana özelliklerini bilkuvve yahut başlangıç safhasında içerir. Demekki burada yalnızca derece farkı söz konusu olup durumlardan (Fr etats) ziyâde eğilimlere ağırlık tanınması gerekir. Bu yoldan hem bitkiler ile hayvanlar tasvir edilebilir hem de şaşmaz bir kıstasa göre ayırımla- nabilirler. Böylece bitkiler ile hayvanların, yaşamanın iki ayrı gelişme biçimine karşılık verdikleri görülür... Söz konusu ayrılık, ilkin beslenişte kendini gösterir. Yaşamakiçin gereksediği öğeleri (Fr elements), özellikle de azot ile karbonu bitki, doğrudan doğruya havadan, su ile topraktan madenî hâlde devşirir." Buna karşılık hayvan, aynı öğeleri, bitkilerce tesbit edilmiş uzvî/organik maddelerden derleyebilir. "Görüldüğü gibi hayvan, beslenmekiçin kesinlikle bitkiye bağımlıdır. Yalnız, bu yasanın, bitkiler âleminde birçok istisnâsı var. Sözgelişi duraksamadan bitkiler âleminden saydığımız böcekyer (L Drosera), sinekkapar (L Dionaea muscicapa), Pinguicula... böcekcil bitkilerdir. Öte yanda bitkiler âleminde önemli yer tutan mantarlar, hayvanlar gibi beslenirler. Bunların besini, oluşmuş organik maddelerden mayalar, çürükcüller (L saprophytes) yahut asalaklardır. Şu hâlde hayvanları bitkilerden sağınlıkla ayırmakiçin beslenişteki fark, durağan (Fr statique) ölçü sayılmaz."[6] Canlıları, yine de, beslenişleri bakımından keskin bir çizgiyle ayırmalıyız: fotosentez yapanlar ile yapmayanlar.
"En ilkel biçimiyle hayvan, albüminsi ince zarla örtülü ufacık protoplasma kütlesidir. Bu yapısıyla hayvan hücresi, biçimini kolayca değiştirebilir; rahatca kımıldanabilir. Bunun tersine, bitki hücresi, kendini kımıltısız kalmağa zorunlu kılan selülozlu zarla kaplıdır. Bitkiler âleminde aşağıdan yukarı çıkıldıkca daha çok durallaşan (Fr sedentaire) özelliklerle karşılaşılır. Bitki, kendini çepeçevre saran havadan, sudan, topraktan doğrudan özümsediği madenî öğeleri devşirdiğinden, kımıldanması gerekmez. Bununla birlikte, bitki protoplasmasının mahfazasında gidip gelmeleri bize hayvanların protoplasmasıyla olan akrabalığını tanıtlar."[7] "Bitkiler, her nice kımıldanırlarsa da, kımıltılarının hızı çok düşük, çeşitliliği de hayvanlarınkinden az. Bitkilerdeki kımıldanma, canlının yalnızca bir bölümünde saklı kalır; hiçbir vakıt canlının her yanına yayılmaz. Kısacası, kımıltı ile durallık, gerek bitkiler gerekse hayvanlar âleminde birarada bulunurlarsa da, terazinin kefesi, birinde durallık, berikisindeyse kımıltı yönünde ağır basar."[8] Bergson, sıraladığı yukarıdaki öncüllerden şu vargıya ulaşıyor: "Kımıltı ile bilinç arasında apaçık ilişki bulunur. Karmaşık örgütlü canlıların bilinçleri ile birtakım beyin yetileri arasında örtüşmenin bulunduğundan şüphe duyulamaz. Nitekim sinir sistemi geliştikce istemeyle yapılan hareketler", başka deyişle davranışlar, "hem artar hem de daha isâbetli olurlar... Bütün bu söylenenlerin sonunda, başlangıç (Fr rudimentaire) biçimiyle birarada bulunan bu iki eğilimin, gelişme boyunca birbirinden ayrılmış olduğu ortaya çıkıyor."[9]
Demek oluyor ki: Hiç olmazsa insan açısından duyarlılığı kısıtlı görülen bitki, ortamına bağımlı biçimde kımıldanır; duyarlı hayvan, çevresine karşı, örgütlen- mişliğince davranır; açık bilinçli; başka bir deyişle davranışları, yapıp etmeleri, dolayısıyla bireyselliği, benliği hakkında düşünebilen insansa, dünyasını değiştirmek üzre eyler.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
[1] Bkz: Ludwig von Bertalanffy: "Problems of Life", 125. s.
[2] Bkz: Theodor Ballauff: "Das Problem des Lebendigen", 59. s.
[3] Bkz: Felix Mainx: "Foundations of Biology", 595. s.
[4] Bkz: Frederik Jacobus Johannes Buytendijk: "Mens en Dier " 49. s.
[5] Bkz: Frederik Jacobus Johannes Buytendijk: a.g.e., 49. s.; ayrıca 'dünya' — 'çevre' ayırımıçin bkz: Takıyettin Mengüşoğlu: "İnsan ve Hayvan", 63. s.
[6] Henri Bergson: "L'Evolution Creatrice", 116. s.
[7] Henri Bergson: a.g.e., 118. s.
[8] Henri Bergson: a.g.e., 119. s.
[9] Henri Bergson: a.g.e., 123. s.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.