4. Levhalar
Son iki asırda -bilhassa Osmanlılarda- celî yazılarla revac bulan levhacılık, hüsn-i hattın -camlanmış ve çerçevelenmiş şekliyle- mekân dâhilindeki duvarlarda yer almasını sağlamış; bir güzelliği hem okumak, hem de seyretmek imkânını vermiştir. Levhacılıkta müstesna bir mevkıi olan hilyeler ayrıca tanıtılacağı için, burada celî yazılarla hazırlanan levhalar üstünde durulacaktır.
Kalem ağzının genişlediği nisbette hat da irileşir ve uzaktan okunabilecek hâle gelir; yani celî olur. Netice îtibâriyle yazının celîleşmesi elin ve gözün imkânına, müsaadesine bağlıdır. Zâten celînin lugat mânâsı "aşikâr, iri, büyük" tür. Ancak celî örnekleri, kitaplarda basılıp neşredildiği sahife sâhasına sığdırılmak endîşesinden dolayı, aslına göre gerektiğince küçültülmekte, bu sebeple, farazâ celî sülüs yahut celî ta'lîk bir yazı, hemen hemen sülüs veya ta'lîk kalınlığına inmektedir. Tabiî büyüklüğündeki (sülüs, ta'lîk vbg) yazı nevîlerine göre, celî yazıların, hele istifli (yani harfler birbiri üstüne usûlü dâiresinde bindirilerek yerleştirilmiş) şekillerini yazmak pek müşküldür; bu, hat san'atında son merhaledir. Hattatlar istifli celî sülüs levhalar için yazı sâhası olarak kare yahut ona yakın dikdörtgen, dâire veya beyzî (oval) biçimlerini tercih etmişlerdir (Resim 1-2-3). Nâdir de olsa kuş, çiçek, meyva gibi bir tabiî şekli de istif sâhası olarak kullanan hattatlar çıkmıştır (Resim 4).
Resim 1: Tuğrakeş Hakkı Bey'in istifli celî sülüs levhası.
Resim 2: Şefik Bey'in müsennâ celî sülüs zer-endûd levhası.
Resim 3: Sâmi Efendi'nin celî ta'lîk zer-endûd levhası.
Resim 4: Şefik Bey'in armûdî istifli celî sülüs levhası.
İşin bu güçlüğü dolayısıyladır ki, aynı ibâreyi taşıyan celî yazılar tekrar tekrar ve ayrı ayrı yazılmadan, kalıp olarak hazırlanmış bir esas nüshadan çoğaltılırlar. Kitâbe olarak mermere hâkkedilip, âbidelerin (cami, mektep, çeşme, sebil...) üstüne konulmak için yazılan ve çoğaltılmasına lüzum bulunmayan celîler de aynı usûlle hazırlanırlar.
İnsan elinin yazmak hususunda âciz kalacağı derecede iri olan celîler, önce küçük nisbette yazılır, sonra kareleme (satranç) usûlü ile büyütülür. Buna göre, hattatı zorlamayacak eb'âdda önceden yazılan hat nümûnesinin her tarafı karelere bölünür. Yazı ne büyüklükte olacaksa, o kadar misli büyük karelere ayrılmış bir başka kâğıda -karelerin mukābili bulunarak- îcâb eden yerlerinden dikkatle çizilmek suretiyle aktarılır. Celînin tekâmül etmediği devirlerde, bu gibi yazılar beyaz renkli sağlam kâğıdlar üzerine siyah is mürekkebi ile yazılıp, gerekiyorsa düzeltmeler tashih kalemtıraşı ile yapılırdı. Ancak XVIII. asrın sonlarından îtibâren, önceden siyaha veya kahverengine boyanmış kâğıdlar üzerine, zırnıkdan yapılmış sarı mürekkeple yazma usûlü yerleşmeye başlamıştır.
Koyu renkli kâğıda yazmakta kullanılan zırnığın kâğıda yazıldığında bir kalınlık teşkil etmeyişi, ayrıca tashih için kapatılması lâzım gelen kısımların is mürekkebiyle rahatça örtülebilmesi, tercihi için kâfi bir sebep olmuştur. Kapatılan kısımlara zırnıkla sonra yeniden yazılabilir ve kâğıd örselenmeden bunu bir kaç kere tekrarlamak mümkündür (Resim 5).
Resim 5: Çırçırlı Ali Efendi'nin istifli olarak tertiblediği celî sülüs bir kalıb.
Celî yazının birden fazla nüshalarının hazırlanabilmesi için kalıp hâline getirilmesi, bu maksadla harflerin kıyılarından iğnelenmesi lâzımdır. Bu işleme girişmezden evvel, yazılı kâğıdın altına aynı eb'âdda bir kaç tabaka beyaz renkli sağlam kâğıd yerleştirilir ve kaymaması için köşelerinden bunlar birbirlerine hafifçe yapıştırılır. Sonra, saatçi mengenesine sıkıştırılmış ince bir iğne yardımıyla harflerin hemen kıyılarından dik ve muntazam olarak sık iğne vurulmağa başlanır.
İğneleme işi bitince, alttaki beyaz kâğıdlar çıkartılıp birbirinden ayrılır. Bunlara alt kalıp denilir ki, dikkatle bakıldığında hattın iğne delikleri hâlinde ortaya çıktığı görülür. En üstteki yazılı ve iğneli siyah veya kahverengi kâğıda da üst kalıp ismi verilir. Hat örneğinin bir başka yere geçirilmesi için alt kalıptan faydalanılır. Yazı, beyaz zemîne is mürekkebiyle hazırlanacaksa, ince dövülmüş söğüt kömürü tozu ile dolu küçük bir bez çıkın, alt kalıptaki iğne delikleri üstünde dolaştırılır ve kömür tozu deliklerden geçerek, alttaki kâğıdda siyah noktalar hâsıl eder (Resim 6). Koyu renkli zemîne altın mürekkebiyle hazırlanacak celî yazılar için de, tebeşirli çuha kalıbın delikleri üzerinde dolaştırılır; tebeşir tozu alta geçerek, beyaz noktalar hâlinde iz bırakır (Resim 7). Bu işleme yazı silkmek veya yazı silkelemek tâbir edilir. Üst kalıp, kirlenmemesi için mecbur kalınmadıkça bu maksadla kullanılmaz. Ancak, hattın sıhhatli bir biçimde aktarılabilmesi için, üst kalıbın incelenerek iğne deliklerinin nereden geçtiğinin bilinmesi lâzımdır. Yoksa yazı şişip kalınlaşabilir veya cılız olabilir.
Resim 6: Çırçırlı Ali Efendi'nin yazı kalıbından kömür tozuyla silkelenmiş celî sülüs istif.
Resim 7: Çırçırlı Ali Efendi'nin yazı kalıbından tebeşir tozuyla silkelenmiş celî sülüs istif.
Yazı kalıbından bizzat hattatı eliyle silkilip mürekkeple hazırlanan yazılar da çok makbuldür. Hattat, ince uçla ve is mürekkebiyle yazının hudutlarını önce çizgi hâlinde tesbît edip içini mürekkeple doldurabildiği gibi, esas kalıbın yazıldığı kamış kalemle de -eline güveniyorsa- doğrudan yazabilir (Resim 8). Kalıptan yapılan celî yazılar, bu işin ehli olmayan birinin eline düşerse, işte o zaman ortaya kötü örnekler çıkar. Onun için eski hattatlar, yazı kalıplarının bu işi bilmeyen ellere düşmesinden çok çekinmişlerdir. Hattın âharli kâğıd üzerine yazılması bittiğinde, bu kâğıdın boş olan arka yüzüne ince bir tabaka pişirilmiş un muhallebisi sürülerek eb'âdı daha geniş bir mukavvaya yapıştırılır ve kuruduktan sonra etrafı bezenir (Resim 9).
Resim 8: Çırçırlı Ali Efendi'nin celî sülüs kalıbından çıkartılan yeni nüsha.
Resim 9: Çırçırlı Ali Efendi'nin celî sülüs istifinin tamamlanmış hâli.
Celî yazıların çoğaltılmasında is mürekkebi gibi altın mürekkebi de çok kullanılır. Böyle celî yazılar, doğrusu pek saltanatlı durur ve hattatlardan ziyâde müzehhipler eliyle vücuda getirilir. Yazının zer-endûd (sürme altın) tarzında hazırlanması için kullanılacak mukavvanın üstü hangi renkte olacaksa (siyah, lacivert, ördekbaşı yeşili, fesrengi, kahverengi), o renkteki cisimli (suda erimeyen) boya ile jelâtin mahlûlünün karıştırılıp sıcak olarak bu mukavvaya sürülmesiyle boyanır. Zer-endûd hazırlamak üzere, yazının tebeşirle silkilmesi îcâb eder. Altın mürekkebi, fırça ile önce yazının hududunu tesbît için tahrir (kontur) şeklinde çekilir. Sonra çizgilerin içi yine kesif altın mürekkebiyle doldurulur. Kuruduktan sonra, yalnız altın parlatmada kullanılan ve zermühre denilen kalem şeklinde parlak bir taş ile mat olarak parlatılır. Usta müzehhipler tarafından hazırlanan zer-endûd levhalar da asılları kadar kıymetli sayılır (Resim 10). Celî yazıların iriliği arttıkça sarfı gerekli altın da çoğalacağından, isrâfı önlemek için varak altın, yapıştırma usûlüyle kullanılır. Yazı yine koyu zemîne (büyük işlerde muşamba veya üstü boyanmış tahta, yahud çinko levha uygundur) tebeşir tozuyla silkildikten sonra, bunların içi lika (miksiyon) denilen madde ile doldurulur. Lika, bezir yağından elde edilen bir yapıştırıcıdır. Varak altın yazı sâhasına bırakılır ve düzgün bir şekilde oraya yapışır. Camilerdeki büyük levhalar (bkz. Hat San'atı-2; resim 3) ve mermere kabartma olarak kazılan bütün kitâbeler hep bu usûlle altınlanır. Çünkü hava şartlarına yapıştırma altının mukāvemeti vardır.
Resim 10: Çırçırlı Ali Efendi'nin müzehhib Osman Yümnî tarafından zer-endûd olarak işlenmiş celî sülüs istifi.
Gerek sülüs, gerekse ta'lîk yazılarının celî tarzları hat san'atının en göz alıcı örneklerini teşkil eder, bilhassa Râkım'dan îtibâren yazılan celî sülüsün -hele zer-endûd tarzıyla- telkîn ettiği haşmet duygusu hiçbir yazıda bulunmaz. Zâten ister kalemden çıksın, ister kareleme usûlüyle büyütülsün, uzaktan görülüp okunmak için yazılan celî hattı, tabiî boydaki sülüs veya ta'lîk ile tamamen aynı karakterde değildir. Bu sebeple, tabiî büyüklüğü ile sülüs veya ta'lîk yazılarını bir çocuğa, onların celî şeklini de büyüyüp gelişmiş bir insana benzetenler çıkmıştır. Nasıl ki çocuğun her uzvu aynı nisbette gelişmez, büyümede farklılıklar gösterir, celî yazı da öyledir. Bunun için celî hattatlarının menâzır ilmine, yâni perspektife vâkıf oldukları; yazmayı tasarladıkları celî hattının konacağı yer ve yüksekliğe bağlı olarak bâzı değişik harf ölçüleri kullandıkları görülür.
5. Cami Yazıları:
Camiler, müslümanların toplanma mahalli olduğundan, bütün nazarlara açık celî yazılarla süslenir. Daha ziyade âyet, hadîs gibi Arapça metinler yazıldığı için, bünyesinde hareke işaretleri de bulunan celî sülüs tercih edilir. Cami duvarını veya kubbe kasnağını çepeçevre saran kuşak yazısı; kubbeyi, yarım kubbeleri doldurup süsleyen kubbe yazısı hep celî sülüsle yazılır (Resim 11).
Resim 11: Tuğrakeş Hakkı Bey'in celî sülüsle hazırladığı Üsküdar/Şemsipaşa Câmii kubbe ve kubbe kasnağı yazıları.
Kuşak yazıları, nakkaşlar tarafından koyu renkli zemîne varak altın yapıştırma yoluyla nakşedildiği gibi, mermere oyularak zamanla dökülüp bozulması da önlenmiş olur. İstenirse kabartma yazılar varak altınla, indirilmiş zemîn de koyu renkle kaplanarak pek cazip bir görüntü elde edilir (Resim 12). XVII. yüzyıla kadar, çini üzerine nakş olunan kuşaklar revacta idi. Kubbe ve pencere üstü (alınlığı) yazılarının hazırlanmasında da boya veya varak altın kullanılır. Camilere asılması mûtad olan "ism-i celâl, ism-i nebî, ciharyâr ve Haseneyn" levhaları da celî sülüsle ve ekseriyâ koyu renkli muşamba yahut maden levha üzerine varak altınla yapıştırılarak hazırlanır (bkz. Hat San'atı-2; resim 3).
Resim 12: Mustafa Râkım'ın Fâtih'deki Nakş-dil Türbesi içindeki celî sülüs istifinden bir bölüm.
6. Kitâbeler:
Herhangi bir âbidenin (cami, tekke, mekteb, medrese, han, çeşme, hamam, sebil, kütüphane vbg) dış -bâzan iç- cephesinde yer alan veya bir dikilitaş (nişantaşı, mezartaşı gibi) üzerindeki o âbideyle ilgili yazılar hakkında bu tâbir kullanılmaktadır. Ekseriya mermere kabartma şeklinde oyularak hazırlanır. Kuşak yazılarında olduğu gibi, bu kitâbeler koyu renkli zemînde varak altınla kaplanabilir (Resim 13). Celî sülüs ve bilhassa Türkçe kitâbeler için celî ta'lîk en çok kullanılan yazı şeklidir, bu tarzın en güzel örneklerine İstanbul'da rastlanır (Resim 14). Bulundukları âbideden ve onu yaptırandan bahseden kitâbe metinleri çoklukla manzum olarak yazılır, bunların aralarında "şiir" vasfını taşıyan ve dîvan sahibi şairlerin kaleminden çıkanlar da az değildir. Kitâbedeki manzûmenin sonuncu -bâzan son iki- mısraı o yılın tarihini ebced hesabıyla gösterir. Çünkü Arap asıllı harflerin herbirinin birden bine kadar karşılığı bulunan bir sayı değeri vardır: Elif:1; be:2; cim:3; dal:4; (bu dört harfin topluca okunuşu EBCED olduğu için hesabına da bu ad verilir); he:5; vav:6; ze:7; ha:8; tı:8; ye:10; kef:20; lam:30; mim:40; nun:50; sin:60; ayn:70; fe:80; sad:90; kaf:100; rı:200; şın:300; te:400; se:500; hı:600; zel:700; dad:800; zı:900; ğayn:1000. Son mısrâın harfleri toplandığında o yılın târihini verirse buna tam târih denilir; eksik veyâ fazla ise, ebced tutarı bu kadar olan bir kelimeyle daha önceki mısrâda bu hâl belirtilir, buna da ta'miyeli târih ismi verilir.
XVIII. asrın ikinci yarısından îtibaren kitâbelerin üstüne devrin pâdişâhının tuğrasının konması da bir teâmül hâline gelmişdir (Resim 14).
Resim 13: Mustafa Râkım'ın Fındıklı'daki Zevkî Kadın Çeşmesi için yeniden yazdığı celî sülüs kitâbe.
Resim 14: Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin yazdığı celî ta'lîk ve tuğralı bir kitâbe.