(Bu makâlenin birinci bölümü geçen hafta neşr edilmiştir)
Yine bu yılların dikkate değer hattatlarından olan ser-sikkeken Abdülfettah (1815-1896, Resim 1) ve Trabzonlu Mehmed Rasim (1842-1885) efendiler Darphane'de Osmanlı altın, gümüş para, nişan ve madalyonlarının; kāime (kâğıd para) kalıplarının hâkk ve îmâlinde büyük bir maharet göstermişlerdir. Abdülfettah Efendi'nin -bu devirden kalma- celî sülüs ve celî ta'lîk kitâbeleri arasında, Sultan II. Abdülhamîd'in daima Cuma selâmlığına çıktığı Yıldız Camii'nin yazıları ilk akla gelendir. Bu caminin dâhilindeki kuşak yazısı, Osmanlı-Türk hat san'atında asırlardır terkedilmiş olan kûfî hattıyla, bunu yeniden ihyaya çalışan Ebuzzıya Tevfik Bey (1848-1913) tarafından yazılmıştır ki, Arab üslûbunun hâkim olduğu iç mimârîsiyle, bu yazı nev'i mahalline münâsib düşmüştür, denilebilir.
Bütün bu saydığım isimlerden başka Yahya Hilmi (1833-1907, Resim 2), Çırçırlı Ali (ö.1902, Resim 3), Sâmi (1838-1912),Tahsin Hilmi (1847-1912) ve Hasan Tahsin (1851-1915) efendilerle Çarşanbalı Hacı Arif (ö.1892, Resim 4), İbrahim Alâeddin (1844-1887) ve Hacı Nazif (1846-1913) beyler bu devre kemâle ermiş eserleriyle imza bırakan büyük şahsiyetlerdir. Bilhassa Sâmi Efendi ile Nazif Bey'in celî sülüs ve celî ta'lîk levhalarına, ayrıca taşa mahkûk kitâbelerine Sultan II. Abdülhamîd devrinde sıkça rastlanır (Resim 5, 6, 7). Dîvân-ı Hümâyûn Kalemi mümeyyizi olan Sâmi Efendi, Sadrâzam Ahmed Cevad Paşa'nın himmetiyle burada 1311/1894 yılında kurulan "tâlim-i hat" şubesine muallim tâyin edilerek, Dîvân-ı Hümâyûn'da geçerli olan tuğra çekmeyi; ayrıca rık'a, dîvânî ve celî dîvânî (Resim 8) hatlarını yazmayı buradaki kalem efendilerine öğretmeğe başlamışsa da, Cevad Paşa'nın azlinden bir müddet sonra bu hayırlı faaliyet sona ermiştir. Yeri gelmişken dîvânî ve celî dîvânîyi XIX. yüzyılda en mükemmel üslûba ulaştıran ve Sâmi Efendi'nin de hocası olan Nâsıh Efendi (1813-1885)'yi Sultan II. Abdülhamîd'in ilk yılları için anmadan geçemeyiz. Sâmi Efendi ise, Mustafa Rakım'ın (1758-1826) tuğrada yaptığı şekil inkılâbının âdeta tamamlayıcısı olmuş (Resim 9); bilhassa hicrî 13201(1902)'den sonraki Sultan II. Abdülhamîd tuğrası, estetik ve matematik unsurların birleştiği bir şaheser haline gelmiştir.
Sultan II. Abdülhamîd'in saltanatının başlangıcında yetişme çağında olup da sonraları isim sahibi olanlardan -Sultan Reşad devrinde reisü'l-hattâtîn unvanını alan- Hacı Kâmil Akdik, Hulûsi (Yazgan, 1869-1940) ve Aziz (Aktuğ, 1871-1934) efendilerle Hacı Nuri (Korman, 1869-1950), Tuğrakeş İsmail Hakkı (Altunbezer,1873-1946) beyleri de yâd edip bir başka bahse geçelim.
Sultan II. Abdülhamîd devrinde biri yurt içinde, diğeri yurt dışında neşrolunan hat ve hattatlar ile diğer kitab san'atkârlarına âid iki kitabı bilhassa zikretmeliyim: Bunlardan birincisi Encümen-i Maarif âzâsından Habib Efendi (1835-1894) tarafından kaleme alınan Hatt u Hattâtân olup 1305/1888 yılında İstanbul'da bastırılmıştır (185 sayfa). Lâkin müellifi Îran asıllı olduğu için, bu kitabda Türkçe ifâde güçlüklerine sıkça rastlanır; verdiği bilgilerdeki hatâ nisbeti de az değildir. İkincisi Fransız müsteşrikı Cl. Huart'ın (1854-1926) Les Calligraphes et Les Miniaturistes de l'Orient Musulman (Müslüman Şark'ın Hattatları ve Musavvirleri) isimli eseridir; 1908'de Paris'de neşredilmiştir (388 sayfa). Her iki müellifin de -yazılması 1786'da tamamlandığı halde neşredilmek için 1928 yılını bekleyecek olan- Müstakîmzade Süleyman Sadeddin Efendi'nin (1719-1788) Tuhfe-i Hattâtîn isimli eserinden geniş çapta faydalanmış olduklarını belirtmeliyim. Ancak, zikredilen iki kitab da, Osmanlı-Türk hat san'atını tanıtan, mevzularının ilk mufassal matbu örnekleridir.
XVIII. asırdan îtibâren Batı tesirine giren ve benliğini ağır ağır kaybeden tezyîn san'atımız bilhassa Sultan II. Mahmud'un 1826'dan sonra binalardaki nakkaşlık yapma hakkını gayrimüslimlere de tanımasından sonra (bkz. Tarîh-i Lutfî, İstanbul 1290, I, 239) sür'atli bir bozulma tablosu göstermiş; bu devirde gerek mimarîde, gerekse kitablardaki tezhiblerde yer alan tezyînî motiflerin XV. asırdan beri süregelen san'at anlayışıyla hiç münasebeti kalmamışdır. O kadar ki, işçiliği îtibâriyle îtinalı çalışan müzehhibler bile işleyecekleri desenleri bu zamâne nakkaşlarına çizdirir olmuşlardır. Şimdi bahsin burasında, hatırıma Sultan Hamid devri ricâlinden Köse Râif Paşa (1836-1911) için -1882 yılında vezîr rütbesiyle paşa olduğu vakit- söylenmiş şu mizâhî kıt'a geldi:
"Üç tuğlu vezîr olurmuş evvel,
Üç tüylüsü oldu şimdi peydâ!
Üç tüy ile üç tuğu kıyâs et:
Var bak ki, ne hâle geldi dünyâ!"
Demek isterim ki, XVI. yüzyılın "üç tuğlu" tezhiblerine mukabil, XIX. asrın sonlarında yapılanlar "üç tüylü" seviyesini aşamamışlardır! Bununla beraber, 1888 yılı îtibâriyle Sultan Hamid devrini idrâk eden, çoğu da şükûfe (pesend) ve zer-ender-zer üslûbunu benimsemiş olan müzehhibleri ve mücellidleri Hatt u Hattâtân'dan naklen (s.273) sıralıyorum:
* Mücellidbaşı Salih Efendi
* Mücellid Hasan Efendi (Aziz Efendi'nin talebesi)
* Mücellidbaşı Mehmed Efendi (Şevkı Efendi'nin talebesi)
* Müzehhib Hasan Efendi (Lâlelili Şâkir Efendi'nin oğlu ve talebesi)
* Ragıb Efendi (Şamlı Hacı Mehmed'in oğlu)
* Hacı Ahmed Efendi (Hacı Hüseyin Hüsnü Efendi'nin talebesi)
* Tevfik Efendi (Hacı Hüseyin Hüsnü Efendi'nin talebesi, Yıldız'daki Orhaniye kışlası içindeki camiin tezyînatını ve Alâeddin Bey'e âid yazıları bu zât işlemiştir)
* Hidâyet Efendi ("Kâhyâ-yı sâni" mânâsına "Yiğit Paşa" lakabıyla anılırmış)
* Nureddin Efendi (Lâlelili Şâkir Efendi'nin talebesi)
* Kadri Efendi (Şişman Mustafa Efendi'nin oğlu)
Buna ilâve olarak Bahaddin (Tokatlıoğlu,1866-1939), Trabzonlu Osman Yümnî (ö.1917), "sarhoş" lakabıyla mâruf Ali, Hilmi ve Ali Nazmi efendiler de Sultan Abdülhamîd devri müzehhibleri arasında zikredilebilir.
"Su üstünde nakış" olarak tarif edebileceğimiz ebrîcilik (ebruculuk) sahasında da Üsküdar Özbekler Dergâhı Şeyhi Hezarfen Edhem Efendi'yi (1826-1904) burada anmadan geçemeyiz. Ebruculuk, onun talebesi Necmeddin Okyay tarîkıyle bugünlere erişmiştir.
"Sultan II. Abdülhamîd ve Hat San'atı" denilince, Amerika'nın Ann Arbour şehrindeki Michigan Üniversitesi'nde muhafaza olunan ve Sultan'a âidiyeti bildirilen çok kıymetli mushaf, murakkaa ve kıt'alardan söz etmemek düşünülemez. Tamamı 288 parça tutan eserleri ben gidip inceleyemedim. Fakat görebildiğim resimleri ve hakkında yapılmış olan neşriyat koleksiyonun ehemmiyetini ispatlamaktadır.
Bu hususda nakledilenlere göre, De Marinis adındaki Floransalı bir antikacı, hat eserlerini 1912'de İstanbul'dan 12 bin liraya satın almış. 40 bin sterline İtalya'da kendisine satmayı ümid ettiği J. Pierpoint Morgan ölünce o da Kāhireli antikacı Maurice Nahman'a satmak mecburiyetinde kalmış. Hayli zaman müşteri beklendikten sonra, 1924'de Michigan Üniversitesi'ne ve bir kısmı da British Museum'a intikal etmiş; ancak bunların hangileri olduğu bilinmiyor.
Michigan Üniversitesi'ndeki eserlerin -büyük kıymetine rağmen- Sultan Abdülhamîd'in şahsî koleksiyonu olduğu hususunda benim ciddî şübhelerim mevcuddur. Çünkü Yıldız Kütüphanesi'ndeki şaheserlerle her an yüzyüze bulunduğu hatırlanırsa, Pâdişah'ın, ayrıca kendi kesesinden başka hüsn-i hat örnekleri toplamasına ne lüzum vardı? Eğer bu koleksiyonun kendisi tarafından toplandığı gerçekse, bunları niye o kütüphaneye eklemesindi? Üstelik, eserlerin hiçbirinde kendilerinin bir mührüne veya temellük kaydına rastlanmadığını, görenlerden işittim.
Hareket ordusunun 1909'daki Yıldız Yağması'nda kütüphanenin kapısına yatıp da, âsilere ancak kendi cesedini çiğnedikten sonra içeri girebileceklerini ihtar eden Hâfız-ı Kütüb Sabri (Kalkandelen, 1862-1943) Efendi bulunmasaydı, belki bunların Yıldız Kütüphanesi'nden yağmalanmış olacağı akla gelebilirdi. Dolayısıyla, anılan kütüphaneye lâyık evsaftaki bu eserlerin orayla ilgisi bulunamayacağından eminim; belki o senelerde İstanbul'da el değiştiren bir başka meçhul koleksiyondan çıkmış olabilir. 1911'de İttihad ü Terakki'nin baskısıyla Paris'de satılan kıymetli mücevherlerinin uyandırdığı ilgiden dolayı, bu hüsn-i hat koleksiyonu için de Sultan Hamid'in adının kullanıldığı zannındayım.
Şimdi de, daha önce ismini andığım "devr-i Hamîdî" hattatlarının âbideler üstündeki taşa mahkûk kitâbelerinden bâzı örnekler sıralamakla, bu büyük san'atkârların yeri sâbit eserleri hakkında da bir fikir vermiş –dolayısıyla asıllarının meraklılarca görülmesine belki imkân sağlamış- olurum. (Yazı nevileri şu rumuzlarla belirtilecektir: celî sülüs: cs, celî ta'lîk: ct, tuğra: t).
* Sâmi Efendi: Erenköy'deki Zihni Paşa "İstasyon" (ct) ve Gālib Paşa (ct) camileri, Bâbıâli'deki Nallı Mescid (cs), Şehzâde Camii (Akdeniz kapısı, cs), Kapalıçarşı'nın Fesçiler (ct), Bayezid (t) ve Nuruosmaniye (ct) kapıları, Tophane çeşmesi (hâlen Maçka meydanında, ct), Yeni Cami çeşme ve sebîli, Yıldız Sarayı bahçesinde Hamidiye çeşmesi (t, cs), Medîne şehrindeki misafirhâne (ct, zamanımıza kadar gelememiştir).
* Nazif Bey: Orhaniye kışlası (ct), Yıldız saat kulesi (ct), Selimiye establ-ı âmiresi (ct), Yakacık'ta bir çeşme (cs).
* Abdülfettah Efendi: Yıldız Camii ve karakolu (cs), Ertuğrul çeşmesi (ct), Sirkeci (Demirkapı) Hamidiye çeşmesi (ct); Beykoz Yûşâ Camii (ct).
* Muhsinzade Abdullah Bey: Sultanhamamı Hacı Köçek Camii ve çeşmesi (cs).
* Bakkal Arif Efendi: Şehzâde Camii (Karadeniz kapısı, cs).
* Şevkı Efendi: Cihangir Camii (cs).
* Hasan Rıza Efendi: Alman Sefarethanesi çeşmesi (cs), Bayezid Kütüphanesi (ct, san'at değeri düşüktür).
* Hacı Nuri Bey: Sultanahmed Alman çeşmesi (cs). Buradaki mozayik üstüne kitâbenin imzası Mehmed İzzet Efendi'ye (1841-1903) âid olmakla beraber, onun bu siparişi aldıktan sonra, karşılığını ödeyerek kitâbe metnini Hacı Nuri Bey'e yazdırttığını, lakin altına "İzzet" imzası konulduğunu merhum Necmeddin Okyay'dan duymuştum.
Sultan II. Abdülhamîd devrinden kalan pek kıymetli kabir kitâbeleri de ayrı bir araştırma konusudur. Bu kitâbelerin müstesna örneklerine o devirde defin için müsaid olan selâtin camilerinin (en ziyade Süleymaniye, Eyüp Sultan ve Gazi Osman Paşa'nın (1832-1900) türbesi yapıldıktan sonra defin için açılan Fatih Camii) hazîrelerinde ve Sultan II. Mahmud türbesinin hazîresinde rastlamak mümkündür.
Yazımı, Sultan Hamid ailesini ziyaret ettiğimiz gün işittiğim şu hoş hadiseyle bağlamak istiyorum. O gün, Müşfika Kadınefendi Pâdişah'ın vefatına kadar, yatağının başüstü duvarında "İn nîz biguzered" (Bu da geçer yahu) yazılı bir levha asılı olduğundan bahsedince, Necmeddin Efendi Hocam bunun hepimizi güldüren şu hikâyesini anlatmıştı: Sultan Hamid'in emri üzerine Sâmi Efendi'nin yazdığı bu levhadan bir müddet sonra, Saray'dan ikincisi istenmiş. Sâmi Efendi, Mabeyn'e "Levhayı göndersinler de, aynını yazayım" diye haber yollamış. Onun san'at kudretini bilen pâdişah "O, göndermeden de yazar" cevabını verince Sâmi Efendi bir ikincisini yazıp göndermiş. Aradan zaman geçip de Sultan Hamid hal'olunduktan ve Saray'a verilen jurnaller tedkîke başlandıktan sonra, bu komisyonda vazifelendirilen bir ahbabı, arkadaşlarıyla beraber Sâmi Efendi'yi ziyarete gelmiş ve herkesin içinde: "En ummadığımız kişilerin bile jurnalleri çıkıyor!" diye ortaya bir laf atmış. Canı çok sıkılan Sâmi Efendi: "İnsanı şâibe altında bırakmadan açık konuşunuz, rica ederim" demiş. Bunun üzerine o sözü söyleyen zat: "Efendimizin de jurnali çıktı: 'İn nîz biguzered!'. Hem de imzalı!" cevabını verince, hepsi kahkahayı basmışlar. Anlaşılan, levhalardan biri o hengâmede jurnallerin arasında kalmış, diğerini de Sultan Hamid ömrü boyunca başucundan ayırmamış!
Sözlerimin sonunda şunu belirtmeliyim ki, geçmişteki bazı pâdişahlar gibi hat san'atıyla fiilen uğraşmadığı halde, Sultan II. Abdülhamîd'in otuz üç yıllık saltanatında Osmanlı-Türk hat san'atı fevkalade bir devrini yaşamış; lakin tezyînî san'atlar XIX. asırda girdiği sür'atli soysuzlaşma temposundan kendini kurtaramamıştır.
Prof. Uğur Derman
Resim 1: Abdülfettah Efendi'nin Yıldız Câmii'ndeki celî sülüs kitâbesi (1303/1886).
Resim 2: Yahya Hilmi Efendi'nin nesih bir kıt'ası (1281/1865).
Resim 3: Çırçırlı Ali Efendi'nin 1292/1875 tarihli celî sülüs zer-endûd levhası.
Resim 4: Çarşambalı Hacı Arif Bey'in 1299/1882 tarihli celî sülüs istifi (Türkpetrol Vakfı Koleksiyonu).
Resim 5: Sâmi Efendi'nin 1319/1901 tarihli celî sülüs levhası.
Resim 6: Sâmi Efendi'den celî ta'lîk bir levha (1325/1907).
Resim 7: Hacı Nazif Bey'in celî sülüs levhası (1328/1910).
Resim 8: Sâmi Efendi'nin bir menşûr üstündeki celî dîvânî satırı.
Resim 9: Sâmi Efendi'nin çektiği Çarşıkapı üzerindeki 1314/1897 tarihli Sultan II. Abdülhamîd tuğra kitâbesi.