Namazgâhlara Dâir – 5
(Bu makâlenin dördüncü bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
Üsküdar Tunusbağı'ndan Selimiye'ye doğru giderken, yol üzerindeki Çiçekçi semtinde, yakın vakitlere kadar Üsküdarlı âlim, şair ve san'atkârların sohbet için devâm etdikleri, âdeta fikir kulübü denilebilecek bir kahvehâne vardı ki, bugün binâsı kısmen harab vazîyetdedir. İşte onun bahçesine –ihtimal ki buraya gelenler için- 1181/1767 târihli bir kıble taşı konulmuşdur (Resim 1). Üzerine, her mihrâb taşında olduğu gibi (Küllemâ dehale aleyhâ Zekeriyye'l-Mihrâb) âyeti hâkkedilmiş. Aslında bu âyetin kıble ile bir alâkası bulunmadığı hâlde, içinde geçen mihrâb kelimesine bakılarak, mihrâblara konulması -câmilerde bile- âdet hâline girmişdir. Kıble taşlarına, câmi mihrâblarında olduğu gibi, kandil tasvîri konulduğuna çok rastlanır. Ayrıca, devrin tezyînî husûsiyetleri de bu taşlar üzerinde görülür, hattâ bâzan âid olduğu asır bile bu yoldan tahmîn edilebilir.
Çiçekçi Namazgâhı'nın kıble (mihrâb) taşı.
Şimdi de bir başka tarafa yönelelim: Üsküdar'dan Çamlıca istikâmetine çıkılırken, Millet Bahçesi'nin karşı tarafında, taşı otların arasına gömülmüş, çeşmesi kalmamış, yalakları perişân hâlde duran bir namazgâh daha... Bu gibi ücra yerlerde taşların hâlâ kalabilmesini, ben halkın burayı bir evliyâ kabri zannetmelerine bağlıyorum. Yoksa, yerine hemen bir bina kondurulabilir, çünkü sâhib çıkanı yok! Şu yeşillikler, çiçekler, ağaçlar arasında kaybolan namazgâhı görünce daha iyi anladım ki, tabiatle başbaşa kalmakla, karanlık ve kapalı yerlere nazaran, muhakkak daha çok hissedilerek ibâdet yapılabilir. Dedelerimiz, namazgâhları binâ ederlerken bu husûsu elbetde düşünmüşlerdir. Bu namazgâhın kıble taşı da şimdilerde bir evin önünde caddeyi selamlamaktadır!
Altunîzâde'den Küçük Çamlıca'ya doğru yaklaşırken rastlayacağımız basık bir çeşmeye Yağlıkçı Ayazması deniliyor. Okunmaz hâle gelmiş kitâbesinde ancak bânilerinin ismini sökebildim, târihi bile gözükmüyor. Yolun karşı tarafındaki namazgâhda 1292/1875 târihli kırık bir kıble taşı var (Resim 2). Bu manzara, bana Fuad Köprülü'nün (1891-1976) "Tuna'da Akıncılar" isimli şiirinden şu kıt'ayı hatırlatıyor:
"Namazgâh bir otluk, kalmamış taşı;
Çeşmesinden akan, kanlı göz yaşı.
Orda bir güzel var, çatılmış kaşı
Ak alnına kara çatkı bağlamış!"
Hemzemîn namazgâhlara bir misâl:Yağlıkçı Ayazması Namazgâhı'nın perişan hâli.
Hemzemîn, yani yerle aynı sevîyede olan bu açık ibâdet yerlerinde kesin sınır belirtmek, bir tecavüzü önlemek, belki de önünden geçenlerin huzur bozmasına mâni olmak için etraf duvarla çevriliyor.
Çamlıca'yı geçip Dudullu'ya geldiğimizde, Sultan II. Mahmud'un kızı Âdile Sultan tarafından yapdırılmış bir namazgâh ve çeşmesini göreceğiz (Resim 3). 1304/1887 târihli çeşmenin arkası aynı zamanda mihrâb yeri olmuş. Belki semtin bu hususda gösterdiği hassasiyet, belki de etrâfının parmaklıklı oluşu dolayısiyle, namazgâh henüz sağlam bir şekilde durmakdadır.
Dudullu'da Âdile Sultan Namazgâhı (Çeşme arkada kaldığı için görünmüyor)
Şimdi Rumeli yakasına geçiyoruz. Bu taraf namazgâhlar bakımından Anadolu yakası kadar zengin değil. Menzil yolunda birkaç örnek kalmış. Topkapısı'ndan giderken, eski adıyla Londra asfaltının sol tarafında kalan Çoban Çeşmesi'nin sâdece çeşmesi ve yalakları duruyor (Resim 4). Hemen yakınında, menzil yolunun üzerindeki eski bir köprü de hâlâ ayakta. Bu namazgâh ve çeşmesinin kitâbesi yok olmuş. Kitâbeler ya çalınıp gidiyor, yahûd da câhilâne bir şekilde ortadan kaldırılıyor. Bâzıları, bugünkü hâlimize göre bunları bir utanç vesîlesi addediyorlar galiba! Mâdem ki târihdir, kitâbelerin kusursuz olarak yerinde durması icab etmez mi? Halbûki bâzılarında kasdî kırık ve kazıntılara bile tesâdüf olunuyor.
Edirne yolunun solunda kalan Çoban Çeşmesi.
Küçük Çekmece'yi geçip, Harâmîderesi'ne yaklaşırken bugünkü asfaltın tahmînen 50 m. sağ içerisinde kalan bir Çoban Çeşmesi daha var. 1268/1852 târihinde Hüsrev Paşa tarafından yapdırılan bu istirâhat ve ibâdet yerinin kitâbesi yakın vakte kadar yerindeyken şimdi yok, kıble taşı da gitmiş. Ancak hayvanların sulanmasında kullanılan yalaklar yerinde duruyor.
Eski bir gravür kitabında gördük ki, Gelibolu'da bir sahil namazgâhı yapmışlar. Üsküdar'da İbnü'l-Emin Ahmed Ağa namazgâhının yapılışındaki sebebi bunda da aramak lâzım. Herhâlde, denizdeki vasıtayı göz önünde bulundurmak için yapılmış bir ibâdet yeri. Çünkü hemen arkasında ayrı bir câmi var.
Tekrar İstanbul'a dönüp de Edirnekapısı dışına çıkdığımız vakit, sağda bodur minareli, mescide benzetilmeğe çalışılmış acâib bir bina görürsünüz. Yanındaki çeşmenin kitâbesinden 1138/1735 yılında Lâ'lî Mustafa Ağa tarafından yapdırıldığı anlaşılır. Lâkin eskiden burası böyle kapalı bina olmayıp üstü damlı, etrafı açık bir ibâdet yeri imiş (Resim 5). Belki, bir sâyebân ağacı olmadığı için, bu şekilde üstünü örtmek lüzûmunu duydular. Zira, güneşe karşı istirâhat de, ibâdet de bir ezâ olur! Böyle üstü kapalı olan namazgâhlara, diğerlerinden ayırd etmek için secdegâh denildiğini sanıyorum. Çünkü, bunun Edirne'de mevcûd bir benzerine de aynı isim veriliyor. Tevsîk edemediğim bu ifâdemde eğer yanılıyorsam, düzeltilmesini bilenlerden rica ederim.
Edirnekapısı'nda Lâ'li Çeşmesi ve secdegâhının eski hâli (solda). Buranın mihrâbı (sağda).
Râmi'ye doğru giderken yolun sağında 1046/1636 târihli bir çeşme ve arkasında ibâdet yerini görüyoruz. Hâlen ma'mur vazîyetde bulunan İstanbul namazgâhlarının en eskisi budur zannediyorum. Şimdiye kadar bahsetdiklerimin aksine, zemîn toprak olarak bırakılmadan tam taşla kaplanmış. Fakat, bugün o taşların üstünde nelere tesadüf edildiği söylesem, siz de benim kadar üzülür, hicab duyarsınız.
Edirnekapısı'yla Eyüb Sultan arasında kalan Münzevî semtindeki kahvehânenin bahçesinde de namazgâh var. Daha doğrusu, namazgâhın yerini kahvehâne işgâl etmiş! Bermûtad, halkın evliya kabri sanması sâyesinde, bu Koca Mehmed Namazgâhı'nın kıble taşı yerinde durabilmiş.
İstanbul'da bozulmadan kalanlardan biri de, Sultan III. Ahmed'in kızı Esma Sultan'ın Kadırga'da yaptırmış olduğu 1193/1779 târihli fevkānî namazgâhdır. Çeşmede abdestini alan, yukarıya çıkıp namazını eda ediyor, duada bulunuyor (Resim 6). Bu âbidenin uzun kitâbesinde namazgâhla ilgili bir beyit var:
"Gelen abdest alıp, çıksın musallâda duâ etsin,
İde ömrün füzûn Abdülhamîd Hân'ın hemen Mevlâ"
Kadırga'daki Esma Sultan Namazgâhı
Devrin padişahı Sultan I. Abdülhamîd hakkında söylenmiş bir dua.
Topkapı Sarayı avlusunda da, mensûblarının bahar ve yaz aylarındaki ibâdetlerini yapabilmeleri için kurulmuş, iki sâyebân altında 1222/1708 târihli kıble taşı hâlâ duran, fakat ziyâret yerlerinden uzak düşdüğü için herkesin göremediği bir namazgâh sofası mevcûddur.
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Uğur Derman
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Namazgâhlara Dâir – 4 (21.10.2022)
- Namazgâhlara dâir - 3 (14.10.2022)
- Namazgâhlara Dâir - 2 (07.10.2022)
- Namazgâhlara Dâir - 1 (30.09.2022)
- Yazı san’atının eski matbaacılığımıza akisleri – 3 (23.09.2022)
- Yazı San’atının Eski Matbaacılığımıza Akisleri – II (16.09.2022)
- Yazı San’atının Eski Matbaacılığımıza Akisleri - 1 (09.09.2022)
- Mezar Kitâbelerinde Yazı San’atımız - 3 (02.09.2022)