Yazı San'atının Eski Matbaacılığımıza Akisleri – 2
(Bu makâlenin birinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir.)
Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi, Türk tavrı ta'lîk yazısının -babası Yesârî Es'ad Efendi'den sonra- tam mânâsıyle kurucusu ve başlangıç noktası sayılır, (Bizde ta'lîk hattının Türk tavrına dönüşü, Yesârî Es'ad Efendi (ö. 1213/1798) ile başlar. Sağ tarafı doğuşdan meflûç olan bu büyük san'atkâr, yazıyı sol eliyle yazmış ve 1190/1776'dan îtibâren ta'lîkde Îran üslûbundan ayrılmağa başlamışdır. Ancak, oğlu Mustafa İzzet Efendi, bilhassa 1230/1815'den sonra, Îran menşeli ta'lîk hattına tamamen Türk şîvesini kazandırmış ve celî (iri) ta'lîk hattı ile ömrü boyunca yazdığı taşa mahkûk kitâbeler "İstanbul'u donatmışdır" denilse sezâdır. Kendisinden sonra gelen ta'lîk üstâdları, onun üslûbunu yürütüp geliştirmişlerdir). Hazırladığı matbaa harfleri de Türk tavrı ta'lîk hattının pek latîf örneğidir ve Risâle-i Îtikādiyye'de bu hurûfat mükemmel suretde tertîb edilmişdir.
18 puntoluk bu yeni ta'lîk harfleriyle ne kadar kitâb basıldığı mâlûm değildir. Ancak, 6 yıl sonra Râcih Efendi nâmında bir Enderûn-ı Hümâyûn hocasına ta'lîk hurûfâtının 24 punto olarak yeniden yazdırılıp döktürüldüğü ve bunlarla 1264/1848 yılında Hilye-i Hâkānî isimli eserin bastırıldığı bilinmekdedir. Bu kitabın hâtimesindeki uzun îzahatdan anlaşıldığına göre (Resim 1), yeniliklerden hoşlanan Sultan Abdülmecîd, Devlet Matbaası'nda ta'lîk harflerinin yeniden yazdırılıp dökülmesini isteyince, nümûne olarak iki mısra' gösterilir. Buna uygun olarak hazırlanan ve dökülen harflerin kesilme ve bitişme yerlerinin de tecrübesi için, 40-50 sahîfelik bir yazının tertîbi ve bu maksadla mubârek bir eserin seçilmesi istenir. Bu eserin de Peygamberimiz'den bahseden manzûm Hilye-i Hâkānî olmasına karar verilir. Mehmed Said'in nezâreti ile İmâd'ın yazı albümlerindekine benzeyen ta'lîk hattını yazan Râcih Efendi bu husûsda liyâkatini gösterir. Pâdişah tarafından bundan böyle ta'lîk harfleri ile her çeşit güzel kitabın ve dîvanların basılması istenildiğini belirten ifâde, Sultan Abdülmecîd'in daha uzun zaman pek çok faydalı esere vesîle olması temennisiyle bitmekdedir.
Yukarıda beyân olunduğu gibi, Râcih Efendi'nin 24 punto harfleri Îran ta'lîkı üslûbundadır ve bizde kapanmış bir yolu tekrar açmak gayretinden başka bir şey değildir. Bu sebeble Yesârîzâde'nin daha küçük boydaki (18 punto) ta'lîk hurûfatına göre -yazı san'atı bakımından- gerilerde kalmışdır. İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Hilye-i Hâkānî'nin Râcih Efendi hattı ile olan asıl nüshasının TSMK-Koğuşlar Kütübhânesi'nde olduğunu kaydetmekde ise de (bkz. Son Hattatlar, İstanbul 1955, s.602), Saray Kütübhânesi'nin hiçbir bölümünde, zikredilen hattatın yazdığı Hilye-i Hâkānî mevcûd değildir. Esâsen, çinkografi usulünün henüz bilinmediği 1848 yılında, bir hattatın yazma eserinden klişe alınarak basılmasına târîhen imkân göremiyoruz.
Her iki ta'lîk hurûfâtın kalıplarını hâkkeden san'atkârı daha sonra tanıtmak üzere, nesih matbaa harflerine dönelim. Hattat Suûdü'l-Mevlevî (Yavsî, 1883-1948) metrûkâtı arasında elimize geçen ve yeniden hazırlanmış nesih hurûfâtı ile dizilip basılan bir sahife, bu harflerin ortaya çıkışını anlatmakdadır. (Resim 2)'de görüldüğü üzere, Sultan Abdülazîz tuğrasının altında şu manzûme yer alıyor:
"Sâye-i Yezdân, Hân Abdülazîz-i dâd-ger
Sa'y eder her vechîle îmâr-ı mülke serteser.
Devr-i lutfunda o Sultân-ı maârif-perverin
Dembedem îcâd olunmakda nice nâfi'eser.
Himmet-i şâhânesiyle az vakitde şüphesiz
Milkete cümle temeddün hükm-rânı reşk eder.
Cümle mahkûmu olan halka şu hüsn-i himmeti
Etmemiş bir pâdişah, bû ahd-i mes'ûda kadar.
İşte ez-cümle bütün âlât-ı tab'ın kālıbı
Resm-i nev üzre yapıldı, vasfını etsem değer.
'Şeyh-i sânî'dir hurûfâtın yazan üstâd-ı kül
Ehl-i ilme hâliyâ ol'dur reîs-i mûteber.
Fâiku'l-akrân'dır ol nâm-dâş-ı Mustafa
Kân-i irfân eylemişdir zâtını Rabbü'l-beşer.
Ser-fürû eylerdi hayretle o zât-ı kâmil'e
Sağ olub şimdî sülüs hattın göreydî Lâz Ömer.
Şîve-î dil-cûsuna meftûn olup bî-iştibâh
Çıldırırdî nesh'inî görse Delî Osman eğer.
Kazdı ol nesh'i çelik üzre Ohannes kulları
Vermedî resm-î ferah-efzâsına aslâ keder.
Hâkk eder böyle halelsiz ol türâb-ı ehl-i fen
Kangı hattın nakşını ayniyle istek etseler.
Nâmı pûlâda kazıldı ol Şeh'in şimden gerû
Rub'-ı meskûnu eder hatt-ı hümâyunu güzer.
Bû hurûf-ı nev'le şimdî basılan cümle kitâb
Hatt-ı dest-âsâ olur makbûl-i erbâb-ı hüner.
Āl-i Osman içre zâtı ismi veş yektâ ola
İsterim bâb-ı icâbetden bunû şâm ü seher.
Dâr-ı fânî'de yazıldıkça hurûf-ı âliyat
Vâr olâ levh û kalem hakkıyçün ol Hâtem-siyer.
Neşrolunsun bâsılıp târîh-i şân ü şevketi
Şems ü bedr-i adl ü dâdı dehre versin nûr ü fer.
Zât-ı vâlâsı ola mahsûd-ı şahân-ı selef
Vasfını Safvet kulu yazsın mutavvel muhtasar."
Pâdişah için yazılması mûtad medih bölümünden sonra, beşinci beyitden îtibâren şunlar anlatılmakdadır (meâlen): "İşte bütün baskı âletlerinin kalıbı yeni bir tarz üzere yapıldı ki, anlatılmağa değer: Bunların harflerini yazan ve her işde üstâd olan kimse İkinci Şeyh'dir (Burada Şeyh Hamdullah kast ediliyor), zamânımızda da âlimlerin reisidir (Burada Kādıasker Mustafa İzzet kast ediliyor). Mustafa'nın (Hazret-i Muhammed'in diğer bir ismi de Mustafa'dır. Bu mısrâda, Mustafa İzzet Efendi'nin Peygamberimiz'le adaş olduğuna işâret ediliyor) adaşı olan bu zât, akrânından üstündür, zira Allah onu irfan mâdeni şeklinde yaratmışdır. Eğer Lâz Ömer sağ olup da o kâmil kişinin sülüs hattını görseydi, hayranlıkla baş eğerdi. Onun nesih yazısını Deli Osman görseydi, gönül çeken şîvesine şüphesiz meftûn olup çıldırırdı. Bu nesih harflerini çelik üzerine, görünüşlerini hiç bozmadan Ohannes kulları ("Pâdişahın kullarından" olarak vasıflandırılan Ohannes, ma'ruf hakkâk Mühendisoğlu Ohannes Efendi'dir) kazdı. Zâten san'at ehlinin bu en değersizi, hangi yazının hâkk olunmasını isteseler, böyle bozmadan oyup kazar. Nâmı demir üzerine kazılan o Şâh'ın buyruğu, bundan böyle dünyanın oturulan her yerinde geçerli olacakdır. Bu yeni harflerle basılacak bütün kitablar, hüner erbâbınca el yazması gibi makbûl sayılacakdır." (Bundan sonra gelen dört beyitde de, âdet üzere Pâdişah'ın medhine devâm olunup, kendisine duâ edilmekdedir).
Bu manzûme, tarih düşürmek maksadıyle yazılmadığı için, son mısrâdan hâdisenin senesi anlaşılmamakla berâber, Sultan Abdülazîz 1861'de tahta çıkdığına (manzûmenin başında görülen (Resim 3) ve çelik üzerine hâkk olunarak kalıbı çıkarılan Sultan Abdülazîz tuğrası) ve manzûmeyi yazan şâir Safvet Efendi 1283/1866'da vefât etdiğine göre, matbaa harflerinin nesih hattıyla yenilenmesine, aradaki beş yıldan birinde muvaffak olunduğu meydana çıkmakdadır.
Lâkin bu târihin kat'î olarak tesbîtini sağlayan diğer bir vesîka -hem başka husûslarda da- bize yardım etmekdedir. Bu vesîka, İstanbul Üniversitesi Kütübhânesi'nin müze kısmında mevcûd 90025 sayılı küçük bir albümdür. Üstündeki cildden ve içindeki ifâdeden Sultan II. Abdülhamîd'e 1305/1888 yılında arz olunduğu, sonra da Yıldız Kütübhânesi'ne konulduğu anlaşılan bu albüm, bir hurûfat kataloğu mahiyetindedir ve evvelce adı geçen hakkâk Ohannes Mühendisyan tarafından hazırlanmışdır. 6 sahifelik bu katalogun ilk nümûnesi, daha önce bahsedilen Risâle-Îtikādiyye'nin birinci sahîfesidir (Resim 3). İkinci olarak, Râcih Efendi'nin yazdığı harflerden tertîb edilen Farsça bir metin bulunmakdadır (Resim 4). Üçüncü örnek, Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin (1216/1801-1293/1876) yazdığı nesih harflerinden hâkk olunan 24 puntoluk hurûfatdır (Resim 5). Bu sahîfede, matbaacılık tarîhine âid şu umûmî mâlûmat yer alıyor:
"Şû cihân-ı ma'rifetde el-yevm hayret-bahşâ-yı enzâr-ı îtibâr olan bunca bedâyi-i medeniyyenin bu derecelerde terakkî-dâr olmaklığına bir sebeb-i maddî aranılırsa, basmanın îcâdını göstermek kâfîdir.
Bu cihetle, fenn-i tabâat muhteriât-ı beşeriyyenin mihver-i âzamı nâmıyle yâd olunsa sezâdır.
Bu san'at-ı amîmi'l-menfa'a Almanya'da ve vâkî' Mayans şehri ahâlîsinden Jan Gutenberg nâmında bir zâtın sâye-i irfân ü ictihâdiyle bindörtyüzelliiki sâl-i milâdîsinde icâd edilmişdir.
Memleketimizde ise, Almanya'da icâdından ikiyüzaltmışaltı sene sonra, yânî bin yüz beş sâl-i hicrîsinde -ki Sultan Ahmed-i Sâlis Hazretleri'nin devr-i saltanatlarına musâdifdir- Macar mühtedîlerinden İbrâhim Efendi'nin eser-i ikdâm ü ma'rifetiyle Türkçe'ye tatbîk olunmuşdur.
Ol zamandan berû pâdişâhân-ı Âl-i Osman'dan her biri bu san'at celîlenin ilerûye götürülmesine bezl-i inâyet ü âtıfet buyurageldikleri gibi, bihassa cedd-i emced-i Hazret-i Hılâfet-penâhî Cennet-mekân Sultan Mahmûd-ı Sâni ve peder-i cennet-makarr-ı Hazret-i Zıllullâhî Sultan Abdülmecîd Hân ve âmm-ı âli-i Hazret-i Zıllullâhî Sultan Abdülmecîd Hân ve âmm-ı âlî-i Hazret-i Şehinşâhî Firdevs-âşiyân Sultan Abdülazîz Hân hazretleri, kurşun basmasının terakkıyyâtı içün pek ziyâde teşvîkat icrâsına inâyet buyurmuşlardır. Fî sene 1283"
Metnin sonundaki tarih 1283/1866'dır ki, yukarıda Safvet Efendi'nin manzûmesinde bulunmayan târihin tesbîtine böylece imkân doğmakdadır.
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Prof. Uğur Derman
Resimaltı yazıları:
Resim : 1 – Râcih Efendi'nin ta'lîk hurûfatı ile basılan Hilye-i Hâkânî' nin hâtime sahîfeleri.
Resim : 2 – Kādıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılarak, Ohannes Mühendisyan eliyle hâkkolunan 24 puntoluk nesih hurûfatı ile dizilip basılan manzûme.
Resim : 3 – Mühendisyan Albümü'nün 18 puntoluk ta'lîk harflerle ilk sahîfesi.
Resim : 4 – Mühendisoğlu Albümü'nün 24 puntoluk ta'lîk hurûfâtı ile ikinci sahîfesi.
Resim : 5 – Mühendisoğlu Ohannes'in hazırladığı 24 puntoluk nesih harfleriyle, albümün üçüncü sahîfesi.