Konuya girmeden önce, bir hâtıramı nakletmeme müsaade buyrunuz. Çocukluğumun ve tahsîl hayatımın büyük bir kısmı Üsküdar'da geçdi. Azîz İstanbul'un bu azîz parçası, mahallî husûsiyetleriyle üzerimde çok tesirler bırakdı. Zira, eski ahşap evinden harab çeşmesine, câmisinden yıkık mescidine, türbesinden kabristanına, sakasından seyyar ciğerci arkasında koşan kedisine kadar, İstanbul içinde bize has bir semt olmak vasfını belki en son kaybeden yer Üsküdar olmuşdur. İşte o yıllarda, tahsîl dolayısıyla her gün Üsküdar'dan Haydarpaşa'ya giderken, Baytar Mektebi'nden evvel gelen köşe başındaki büyük çınarın gölgesi altında bulunan bir kabir taşı gözüme çarpar ve orada yatanı merak ederdim. Yaşım icâbı, üzerindekileri okumak imkânından mahrum idim; bir kimseye sormayı da düşünememişdim.
Aradan yıllar geçdi... Kültür târihimizi karınca kararınca öğrenmeğe çalışırken, bir gün bu mezar taşının da kitâbesini okuyunca, yirmi yıl evvel önünden rahmetler dileyerek geçdiğim kabrin bir namazgâh, taşının da bir kıble işâreti olduğunu anladım (Resim 1).
Vazîfesi tamamen ayrı bu iki taşı benim gibi birbirine karıştırabileceklerin bulunacağını; bu tarz ibâdet yerleri, yani namazgâhlar hakkında bir neşriyat olmadığını düşünerek makāle mevzuumu bu yolda seçdim. Topladığı malûmat, bulduğu fotoğraf ve yapdığı resimlerle çalışmalarıma destek olan, hattâ bir kısım eski namazgâhları mahallinde bana gösteren azîz hocam Dr. Süheyl Ünver'i (1898-1986) ve bir kaçının resimlerini veren muhterem Ekrem Hakkı Ayverdi'yi (1899-1984) rahmetle anarım.
Şehir ve menzil yollarında bulunan istirâhat ve ibâdet yerlerine geçmeden önce, sizlere umumî olarak namazgâhları tanıtmalıyım: Gâh = Yer mânâsına geldiği için, namaz kılınan yer kelimenin lugat karşılığı olur. Şu hâle göre, câmiden eve kadar, bu İslâmî ibâdetin yapılabildiği her yer namazgâh demekdir. Ancak bu kelime, namaz kılınan muayyen yerler hakkında, ıstılah olarak kullanılagelmişdir. Namazın kılınabilmesi için önce akar suyu olan bir çeşmenin bulunması ve kıble istikāmetinin bilinmesi gerekir. Kıbleyi gösteren mihrâb taşı, aynı zamanda, namaz kılan kimsenin önünden geçenlere karşı da bir sütre, yani perde vazîfesini görür. Ayrıca, ibâdet eden kimsenin istirâhatını sağlamak maksadıyla çınar gibi, çitlenbik gibi gölge veren ulu ağaçlara, yani bir sâyebâna ihtiyâc vardır. Böylece namazgâhın dekoru tamamlanmış olur. Zemîn, mevsimine göre çimen veya kuru toprakdır, bâzılarında ise taşdan yapılmışdır. "Eşyada asl olan tahâretdir" kāidesine göre, şer'î mânâda bir pislik görülüp hissolunmadıkça, böyle yerler temiz kabûl olunarak ibâdet etmek, İslâmiyet'de câiz görülmüşdür; bir örtü yaymayı icâb etdirmez.
Namazgâhların bir kısmı, yerden birkaç karış yüksek olarak, sofa biçiminde inşâ edilmişdir (Resim 2). Bâzıları yerle aynı sevîyede olup, böyle hemzemîn namazgâhlar mutlaka bir duvarla çevrilidir. Bir de, çeşme üzerine bina edilen fevkānî namazgâhlar vardır (Resim 3). Şehir içinde ve mesîre yerlerinde bulunan namazgâhların sâdece bir ibâdet yeri olmalarına karşılık; menzil yollarında bulunanlar ayrı bir vasıf, yani istirâhat yeri vasfını da kazanmakdadırlar. Şöyle söyleyebilirim: Menzil yollarındaki namazgâhlar, bugünkü mânâsıyle, içinde bir ibâdet yeri de bulunan benzin istasyonları gibidir. Şimdi nasıl yollardaki benzin istasyonlarında arabalarımızın ikmâlini yapıp, kendimiz de ihtiyaçlarımızı gideriyorsak, eski devirde yaşayanlar da at, deve, merkep gibi zamanın nakil vasıtasını, bu da yoksa bîçâre ayaklarını burada dinlendirip yemeğini yer, çeşmeden suyunu içer, çubuğunu çeker, bu arada ibâdetini de aksatmadan yapardı; (Resim 4)'deki gravürde bütün bunlar gâyet vâzıh olarak görülmekdedir.
Yeri gelmişken, menzil yollarına da kısaca temas edelim: Seyahat esnasında gece konaklanan yere menzil, şehirleri birbirine bağlayan yollara da menzil yolu denir. Yani, bugün çevreyolu ne ise, eski devrin menzil yolu, meselâ Bağdad yolu da o demekdir. Fakat bugün, istenirse İstanbul'dan Ankara'ya kara yolundan dört saatde gidilebilir. Eskiden, bu kadar zamanda ancak Pendik'e varılabilirdi. Bu sebeble uzun yola çıkanlar, geceleri emin bir yerde kalırlardı. Menzil konakları ve hanlar, bunun için kurulmuşlardır. Hele, hayırsever zenginlerin tesîs ve vakfetdikleri kervansaraylarda, din farkı aranmaksızın –en fazla üç gün– bir ücret istenmeden misafirlerin her türlü ihtiyâcı giderilirdi.
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Prof. Uğur Derman
Resimaltı yazıları:
Resim: 1 – Baytar Mektebi yanındaki Nevnihâl Hâtun Namazgâhı.
Resim: 2 – Bir namazgâh sofası (Anadoluhisarı-Otağtepe Namazgâhı).
Resim: 3 – Neresi olduğunu bilmediğimiz fevkanî tipte bir Namazgâh gravürü.
Resim: 4 – Neresi olduğunu bilmediğimiz bir Namazgâh. Bu eski gravürde namaz kılanın yanı sıra, çubuk çekerek sohbet edenler, su içenler de görülüyor.