(Bu makâlenin ikinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
Dördüncü olarak, daha küçük (16) punto ile dizilmiş bir nesih sahifeyle karşılaşıyoruz (Resim 1). Üçüncü sahifedeki metne ilâveten yazılan şu paragrafı da okuyalım:
"Elyevm sinni yetmiş dört çağına varmış olan bu bende-i kemîne Ohannes Mühendisyan, san'at-i tabâat-i Osmaniyye'nin terakkîsine en ziyâde bezl-i vücûd edenlerden olub, küçük ve büyük kıt'alarda iki nevi' ta'lîk ve büyücek kıt'ada bir nevi' nesih hurûfu kalıbları îmâle muvaffak olduğu gibi, bu def'a dahî, şu nevi' hurûf kalıblarını vücûde getirmeğe muvaffak olmuşdur ki, bu hâl-i şeyhûhatinde devlet-i metbûasının Sultân-ı zişânı ve cihandâr-ı terakkî-perveri, velînîmet-i bî-imtinânımız, es-Sultânü'l-Gāzi Abdülhamîd Hân-ı Sâni Efendimiz Hazretleri'nin bu devr-i celîl-i hümâyunlarına şu hizmet-i âcizânesiyle iftihâr eylemekdedir. Fî sene 1300"
Bu ifâdeden anlaşılıyor ki, gerek Yesârîzâde'nin, gerekse Râcih Efendi'nin ta'lîk hurûfâtının kalıbları da, Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin nesih hurûfât kalıblarını hâkk eden Ohannes Mühendisyan eliyle hazırlanmışdır. Nesih hattıyla daha küçük puntoda vücûda getirdiği 1300/1884 tarihli bu yeni harflerin kime yazdırıldığı belli olmamakla berâber, Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin harf üslûbuna çok uymakdadır. Ancak Kādıasker bu tarihlerde hayatta olmadığına göre, eski yazdığı harfler belki fotoğrafla küçültülerek yenilerinin hâkk olunmasında kullanılmışdır.
Katalogun beşinci sahîfesinde çok küçük (6) puntoda yeni bir nesih hurûfâtıyla karşılaşıyoruz (Resim 2). Aynı metin dizilmiş olmakla birlikde, mâlûmat ve sene farkı dolayısıyle son paragrafda biraz değişiklik görülmekdedir:
"El-yevm sinni yetmiş dört çağına varmış olan bu bende-i kemîne Ohannes Mühendisyan, san'at-i tabâat-i Osmaniyye'nin terakkîsine en ziyâde bezl-i vücûd edenlerden olub, küçük ve büyük kıt'alarda iki nevi' ta'lîk ve yine küçük ve büyük iki nevi' nesih hurûfu kalıbları îmâle muvaffak olduğu gibi, bu def'a dahî emsâli şimdiye kadar görülmemiş olan şu küçücük hurûf kalıblarını vücûde getirmeğe muvaffak olmuşdur ki... (bundan sonrası bir önceki metnin aynıdır). Fî sene 1305"
1305/1889 yılında 79 yaşına erişdiğini yazan ve faaliyeti ile Osmanlı kültürüne çok hizmeti geçmiş bir Ermeni olan Mühendisoğlu Ohannes Efendi, aynı yıl Sultan II. Abdülhamîd tarafından Dördüncü Mecîdî nişanı ile taltif edilmişdir (Kevork Pamukçuyan'dan aldığımız mâlûmata göre, Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun müderrislerinden Mühendis Kevork'un oğlu olan Ohannes Efendi 21.2.1810'da Samatya'da doğmuşdur. İlk olarak Hamparsum notalarının dökümünü yapmış, kuyumculukla meşgûl olmuşdur. 1839'da matbaacılığa başlamış, nümunelerini metinde verdiğimiz çeşitli hurûfâtdan başka, 24 punto rık'a harflerini de 1890'da çıkartmışdır.1844'de Osmanlı kāimelerini (kâğıd para), 1856'da Osmanlı konsolidlerini, 1857'de Tahvîlât-ı Mümtâze'yi hazırlayıp basan Mühendisyan, 18.11.1891'de Beyoğlu'nda vefât etmişdir. Osmanlı-Türk matbaacılığında büyük emeği görülen bir başka hâkk ve döküm ustası da Haçik Kevorkyan'dır (1856-1932). Onun meslekî hizmetlerine dâir Ahmed Râsim Bey'in mühim bir makālesi "24 Punto Kûfî Yazı" başlığı ile 13.8.1924 gününün Vakit Gazetesi'nde neşredilmişdir. Bu makāle, ehemmiyetine binâen, İstanbul Ansiklopedisince de iktibâs olunmuşdur (s.925-929). Orada beyân edildiğine göre, Mekteb-i Sultânî Hat Muallimi İzzet Efendi (bkz. Son Hattatlar, s.163-167) eliyle yazılan rık'a yazısını ilk defa hâkk edip döken, Râcih Efendi'nin ta'lîk hurûfâtının kullanılmasını kolaylaşdıran ve muhtemelen Ebuzziyâ kûfîlerinden Ahmed Nazmi Bey'in resmeylediği 12, 16, 48 punto kûfî matbaa hurufâtını vücûde getiren san'atkâr, Haçik Efendi'dir).
Necib Âsım Bey, Kitab isimli eserinde, Kādıasker Mustafa İzzet Efendi ve Ohannes Mühendisyan'ın adlarını kayd etdikden sonra şu mâlûmatı eklemekdedir: "Vahdetî Efendi merhûm da ufak harfleri yarıya kadar yazmış iken, ömrü vefâ etmediğinden mütebâkîsini Hattat Şefik Bey ikmâl eylemiş ve fakat ne çâre ki, kalıb karışması hasebiyle Vahdetî yazıları biraz bozuk çıkmışdır". Acaba, Vahdetî Efendi'nin yazdığı yazılar, Mühendisyan'ın (Resim 2)'da görülen "küçücük hurûf kalıblarından" vücûda getirdikleri midir? Bu husûsda karar vermek, güç olsa gerekdir (Vahdetî Efendi, ince yazılardaki mahâreti dolayısiyle 1866 ve 1869 yıllarında iki defa Londra ve Paris'e gönderilmiş olup; posta pullarının, banknotların nakış ve hâkkine nezâret etmişdir. Hattâ seyahatleri sırasında satın aldığı eşyanın faturaları da Suûd Bey metrûkatı içinde elimize geçmişdir).
Bütün hat çeşidlerinden ziyâde, nesih hattı matbaacılıkta ve her türlü baskıda kullanılagelmişdir. Bunlar içinde de Kādıasker'in yazdığı harfler, bütün İslâm âleminin en san'atkârâne matbaa harfleridir. Tabiîdir ki bu hurûfâtın, Osmanlı Devleti sınırları içinde kalan her matbaaya yayılması imkânı doğmamışdır. "Her nimet, bir külfet mukābilidir" düstûrunca, bu fevkalâde harflerin dizilmesi de, diğer alelâde harflerin dizilmesine göre belki daha külfetli olmakda idi. Ancak, yazma Kur'ân-ı Kerîm'lerden latîf bir nesih hattına alışkın olan gözler, bunu matbaa harflerinde de, aslına en yakın şekliyle bulmuşdur.
Sultan II. Abdülhamîd'e armağan edilen harf katalogunun son sahîfesinde Ohannes Efendi, iki değişik puntoda harekeli nesih örneği sunarak, îcabında bu hurûfâtla Kur'ân-ı Kerîm bile dizilebileceğini isbâta çalışmışdır (Resim 3).
Halbuki bizde Kur'ân-ı Kerîm basımında böyle dizgi usûlüne iltifat edilmemiş, mushafın yazma nüshasından istifâde yoluna gidilmişdir. Klişe ve film metodu gelişdirildikden sonra, bu, zor bir mesele olmakdan çıkmışdır. Bu metoddan önce tashîh kabûl etmeyen eczâlı kâğıd üzerine yazarak bunu taş kalıba geçirme usûlü (litografi) revaçda idi. Şeffafa yakın ve çok nârin, husûsi bir Avrupa mâmûlü olan eczâlı kâğıdın üzerine, çabuk donan değişik bir mürekkeble, hat san'atı bakımından fedakârlık etmeden mushaf yazmak, zor, hem de pek zor bir işdi. Bunu bizde büyük bir mahâret ve vukufla yapabilen hattat, Hasan Rıza Efendi olmuşdur. Hat tarihimizde nesih yazısının son merhalesi olarak kabûl edilen bu kıymetli san'atkârın 1301/1884'de Matbaa-i Âmire'de tab'edilen böyle bir mushafı, memleketimizde baskı rekoru kıran bir nüshadır (Bunun için bkz. M. Uğur Derman, Hasan Rızâ Efendi ve Sultan Reşad için azdığı Mushaf-ı Şerîf, İstanbul 2018, s.38).
Matbaacılık gelişdikden sonra, bilhassa XIX. asırda gazete, mecmua ve kitab serlevhası en çok kullanılan sülüs, ta'lîk, nesih, rık'a nâdiren kûfî hat nevi'leri, başlık ibâresine göre, önce bir hattata yazdırtılır; çeliğe hâkk olunup husûsî döküm yapılarak basıma hazır duruma getirilirdi. Çinkografî usûlünün yayılışından sonra, bu yazılardan klişe alınarak, istenilen boyda basılması imkânı doğmuşdur. Usta hattatların yazdıkları serlevhalara zaman zaman küçük bir imzâ koydukları da görülmekdedir. Ancak, san'at endişesinden uzak kötü serlevhalara da sıkça rastlanmakdadır.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Bizde latin harflerinin kabûlünden sonra matbaacılığın çok gelişdiği muhakkakdır. Lâkin bütün yazı sistemi Avrupa'dan hazır alınmış ve tekâmüle ermiş olarak gelmişdir. Halbuki 199,5 yıl devâm eden eski hurûfât devrinde, yazı düzeni tamâmen yerlidir. Kullanılan bu harflerin güzelleşmesi, Sultan Abdülazîz ve Sultan II. Abdülhamîd devirlerinde doruk noktasına ulaşmış ve bu hâl, 1928 yılına kadar muvaffakiyetle sürdürülmüşdür.
Prof. Uğur Derman
Resim 1 – Aynı albümün 16 puntoluk nesih harfleriyle, dördüncü sahîfesi.
Resim 2 – Aynı albümün 6 puntoluk nesih harfleriyle, beşinci sahîfesi.
Resim 3 - Aynı albümün değişik iki puntoda harekeli nesih ile hazırlanmış son sahîfesi.