Yazı san’atımızda tabâbet - 1
"Yazı san'atının tabâbet ile ne alâkası var?" demeyiniz aziz okuyucularımız! Diğer ülkelerde benzeri bulunmayan dede yâdigârı bu san'atımızın, aslında bir okuma vâsıtası olduğu için, yalnız tabâbetle değil, diğer ilimlerle de münasebeti vardır. Ama bunlar arasında tıbbın yeri başkadır. Zira tabâbete çok ehemmiyet veren eski medeniyetimiz, bunu yazı san'atına da aksettirmiştir. Kütüphanelerimiz, tıp ile alâkalı bir çok yazma esere mâlikse de, bunların büyük bir kısmının yazı san'atıyla ilgisi yoktur. Hattâ hüsn-i hat ile de yazılmamışlardır.
Bu arada hüsn-i hat (güzel yazı) tâbirinden ne anlaşılması lâzım geldiğine temas edeyim: Eski bir Arap darb-ı meseline göre "Güzel yazı, okunabilen yazıdır". Ben, uzun yıllardır icrâ etmediğim eczacılık mesleğim dolayısıyla, her Allah'ın günü bu sözün doğruluğuna yeniden inanırdım: Aziz hekimlerimizin çoğu, ilac ismini hecelemekten bizi kekeme eden okunmaz reçeteler yazmak azizliğinde bulunurlardı!
Peki, eski yazılarımız bu "güzellik" vasfından ayrı olarak nasıl san'at hâline gelmişdir? Öyle ya, Latin harfleri de inci gibi güzel yazılır, kolay okunur, ama bizimki gibi ayrı bir san'at dalı olamamıştır. Zira, otuz kadar harfin, hiç bir değişikliğe uğramadan birbiriyle bitişmesinden ibaret kaldığı için, şekil zenginliğinden mahrumdur. Buna mukābil, mükemmel bir estetiğe sahip olan harf şekilleri, kelimenin başında, ortasında ve sonunda bunların kazandığı bambaşka görünüşler, kelimelerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan istif (terkib) zenginliği, eski yazılarımıza, bu devrin figürsüz san'at anlayışına uyan bir sonsuzluk imkânı vermiştir.
En çok Osmanlı Türklerinin elinde tekâmül eden ve bir çok nevileri olan hat san'atımızı bu yazı çerçevesinde topluca ele almağa ne münâsebet, ne de imkân vardır. Ancak, bizde en fazla kullanılan hat cinslerinden nesih, sülüs, ta'lîk ve son ikisinin celî (iri, kalın) kalemle yazılmış şekillerinden örnekler vereceğim.
Nazarlarınıza sunulacak san'at yazılarımız, böyle bir makāle için hemen hatıra gelenlerdir. Yoksa, aranmakla daha neler bulunur. Örneklere geçmeden evvel, tabip meslekdaşlarımıza şunu hatırlatayım: Uzun yaşamak arzusuyla kendilerine müracaat edenlere, yağ, şeker, tuz v.s. den perhizin yanı sıra, hat san'atı ile uğraşmalarını da tavsiye etsinler! Zîra hattatlar, yazı ile meşgul iken, harfin elden düzgün çıkması için farkında olmadan nefeslerini tutarlar. İslâm itikadına göre, Yaradan, insanoğluna nefesleri sayılı bir ömür (enfâs-ı ma'dûde-i hayât) ihsân etmiştir. O sayılı nefesleri, daha uzun bir vakitte kullanmakla, insan ömrü kendiliğinden uzarmış!
Aynı zamanda İslâmiyetin tıbbî görüşlerini de, kaynaklardaki ifadesiyle aksettirecek olan san'at yazılarımızı sıralamaya başlıyalım:
Resim 1
"Şâfî" Allah'ın sıfatlarındandır, "şifâ veren" mânâsına gelir. İslâm itikadına göre, tedâvi etmek insanlardan, şifâsı ise Allah'dan beklenir. Bu sebeble eskiden hastahânelere, şifâhânelere, devrin eczahânesi demek olan attar (aktar) dükkânlarına "Ya Şâfî" (Ey şifâ veren Allah), "Hüve'ş-Şâfî" (Şifâ veren ancak O (Allah)'dur), "Bismillahi'ş-Şâfî" (Şifâ veren Allâh'ın adıyla) gibi yazı levhalarının asılması âdetdi. Yukarıda görülen "Yâ Şâfî" levhası, Dr. Tevfik Remzi Kazancıgil (1894-1969) tarafından Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer'e (1873-1946) yazdırılmış. Hattatımız da müsennâ denilen simetrik tarzda ve celî sülüs hattıyla bu şâheser istifini 1361/1942 yılında zer-endûd olarak nazarlara sunmuşdur.
Resim 2
Kur'ân-ı Kerîm'de bulunan şifâ ve insan sağlığı ile alâkalı âyetlerin, tıbbî müesseselere levha şeklinde asıldığına rastlanır. Bunlardan bir tanesi, Bezmiâlem Vakıf Gurabâ Hastahânesi'ndedir. Üstâd Sâmi Efendi (1838-1912) tarafından celî sülüsle ve altın mürekkebiyle 1291/1874'de yazılmıştır. Türkçe meâli: "Allah buyurur ki: Biz Kur'ân ile müminlere şifâ ve rahmet indiriyoruz".
Resim 3
Kadîm Yunan ve Arab hükemâsının sözlerinden derlenen bu müstakil kıt'anın ilk satırı muhakkak, devâmı nesih hattıyla yazılmışdır ve Şeyh'e has üstâdâne eserlerdendir. Metnin içinde geçen Eflâtun'a âid söz tıbbî bir nasîhatdır. Şeyh Hamdullah'ın Yâkutü'l-Musta'sımî üslûbundan kendi tavrını bulup çıkardığı devrenin hemen başlarına (takrîben 890/1488) âid olan bu kıt'anın tezyînâtı, klâsik tarzda sonradan yapılmışdır, meâli şöyledir:
"İNSANIN MEZİYETLERİ DİLİNİN ALTINDADIR."
"İnsan, kıyâfetiyle değil, diliyle insandır"
"Mü'minlerin emîri, takvâ sâhiblerinin imâmı, Allâh'ın muzaffer arslanı, büyüklük ve hoşnudluk sâhibi, Ebû Tâlib oğlu Ali buyurdu ki : "Akıl, bize Rubûbiyet (Tanrılık) idrâki için değil, kulluk vazîfesini yerine getirmek üzere verilmişdir" * Eflâtun dedi ki: "Vücûdun rahatlığı az yemekde, dilin rahatlığı az konuşmakda, rûhun rahatlığı az uyumakda, kalbin rahatlığı da intikam hissinin azlığındadır." * Eskilerin sözlerinden: "Sözün güzeliyle iyi insanlar aldatılabilir. Garib, seveni olmayan kimsedir." * Ebûzer Cumhir dedi ki: "Geçimin selâmeti çiftçilikdedir." * Sûfî dedi ki: "Cebde bulunan az, bulunmayan çokdan hayırlıdır." * Ebû Derdâ dedi ki: "Hiç ölmeyecek gibi dünyâ hayatın için, yarın ölecek gibi âhıret hayâtın için çalış!" * İskender dedi ki: "Siyâset, riyânın ışığıdır!" * Aristo dedi ki: "Ahmak kimseye öğretmek, ömrü hebâ etmekdir!" * Eflâtun dedi ki: "Devlet ikbâle ererse, akıl, nefsânî arzuları yener; idbâre uğrarsa, nefsânî arzular aklı yener." * İbrahim bin Edhem'e: "Yağmur duâsına çıkmaz mısın?" diye sorduklarında, "Siz kulluğunuzu yerine getirin; O, Tanrılığını daha iyi bilir" dedi. * Sâdece Allâh'a hamd ve senâ olsun; Allâh'ın salât ve selâmı Muhammed'in ve tertemiz Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun. * Bunu, Şeyh oğlu nâmıyle mâruf Hamdullah yazdı.
Resim 4
Hz. Muhammed'in sözleri (hadîs) ve sonradan gelen İslâm büyüklerinin tıp ve sıhhat ile münasebeti bulunan ifâdeleri, yazı san'atımıza bâzan mevzu olmuştur. Burada gördüğünüz ve 1308/1890'da, Bakkal lakabıyla anılan hattat Hacı Ârif Efendi (1836-1909) tarafından ilk ve son satırdaki hadîsler sülüs, aradaki 21 satırlık kısmı ise nesih hattı ile yazılmış levhanın Türkçe meâli şudur:
"ALLAH, İHTİYARLIKTAN BAŞKA HER HASTALIĞIN DEVÂSINI YARATMIŞTIR."
"Tıp ilminin kıymeti Kur'ân-ı Kerîm ve Peygamberimizin sözleriyle de sâbittir. Herkesin de tabiplere ihtiyacı vardır. İdrîs-i Şâfîi'nin oğlu İmam Hekim Mehmed demişdir ki: 'İki ilim vardır: Biri vücud (tıp) ilmi, diğeri de din ilmidir'. Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'inde: 'Allah, insana bilmediği şeyleri öğretdi' ve 'Yiyiniz, içiniz, fakat isrâf etmeyiniz' buyurmuşdur. Peygamberimiz de: 'Mîde hastalık yuvasıdır, perhiz her ilacın başıdır. Her vücuda gereğini (alıştığı şeyleri) ver' buyurmuşdur. İbn-i Mes'ud, Hz. Peygamberin şu sözünü rivâyet etmişdir: 'Allah devâsız hiç bir dert yaratmamıştır. Onu bilmeyen bilmez, bilen bilir'. Şu hadîs de Hilâl'den rivâyet olunmuştur: 'Peygamberimiz, yoklamak için, bir hastayı ziyarete gitti. Onu görünce: 'Bu hastayı bir hekime gösterin' buyurdu. Orada bulunan biri: 'Sen de mi böyle söylüyorsun, ey Allah'ın elçisi?' deyince, Hz. Muhammed: 'Evet, Allah devâsız hiç bir derd yaratmamışdır' cevabını verdi. Câbir anlatıyor: 'Ka'b oğlu Ubeyye, Hz. Peygamber'e bir hastalığından şikâyet etti. Peygamberimizin gönderdiği tabib, hastanın kol damarını dağladı'. Ebu Hüreyre dedi ki: 'Uhud muhârebesinde, Medineli sahâbeden birinin ölmesinden korkuldu. Hz. Muhammed, Medine'den iki hekim çağırtıp onlara: 'Bunu tedâvi ediniz' dedi. Hekimler: 'Ey Allah'ın Elçisi! Biz câhiliyyet zamanında tedâvi ederdik. İslâmiyet geldikten sonra, tedâvî ancak tevekküldür (işi Allah'a bırakmaktır)'. Peygamber buyurdu ki: 'Siz onları tedâvi ediniz. Çünkü Allah, derdle birlikte devâyı da yaratmıştır. Sonra ona şifâ katmıştır. Hekimler hastaya ilaç verdiler, o da iyileşti. Ebû Said'den: 'Peygamberimiz buyurmuştur ki: 'Cenab-ı Hak her derde bir devâ yaratmıştır. Onu bilen bilir, bilmeyen bilmez. Ancak 'Sam' müstesnâ'. Dediler ki: 'Sam nedir, Ey Allah'in Elçisi?' Peygamberimiz: 'Ölümdür' buyurdular. Usâme'den: 'Peygamberimize gittim. Yanındakiler, sanki başlarına bir kuş konmuş (da kaçırmak istemezlermiş) gibi durgundular. Tedavi olalım mı? diye Peygamberimize sorduklarında: 'Tedâvi olunuz. Çünkü Allah tek bir şeyden başka devâsız hiç bir derd yaratmamışdır'. Enes'den: 'Allah'ın elçisi buyurmuştur ki: 'Allah derdi de, devâsını da yaratmıştır, o halde tedâvi olunuz'. Ebu'd-Derdâ'dan: 'Peygamberimiz buyurmuştur ki: 'Allah derdi de, devâyı da yaratmış ve her derdin devâsını vermiştir, tedâvî olunuz. Fakat haram ile değil'. İbn-i Abbas'dan: 'Bir adam Peygamberimizin huzûrunda ona dönüp sordu: Ey Allah'ın elçisi! Kadere karşı ilacın faydası olur mu?' Hz. Muhammed: 'O ilaç, Allah'dan şifâ isteyene fayda verir' dedi. Ebu Said'den: 'Peygamber buyurmuştur ki: 'İman etmiş kimselerin görüş ve buluşuna dikkat ediniz. Çünkü onlar, Allah'ın nuru ile görür'. Sonra Kur'ân'dan şu âyeti okudu: 'Elbette, fikir ve ferâseti olanlar için, bunda ibretler vardır'. İmran'dan: 'Peygamber buyurdu ki: 'Allah, nefsâni arzular karşısında hakîkati bulan keskin nazarı sever'. Enes ve İbn-i Said'den rivâyet edilmiştir: 'Her hastalığın aslı soğuktandır'.
"İNEK SÜTÜNÜ SİZE TAVSİYE EDERİM. ÇÜNKÜ O, HER NEBATTAN YER"
Yukarda zikredildiği şekilde, tevekküle böyle yanlış mânâ verilmesini yasaklayan İslâm Peygamberinin emrine, ne yazık ki uyulmamış ve bu asılsız anlayış sebebiyle çalışmadan durmak, İslam âleminin asırlarca geri kalmasına sebep olmuştur.
Resim 5
İlk satırı sülüs, devamı nesih hattı ile Hacı Kâmil Akdik (1861-1941) tarafından yazılan bu kıt'anın Türkçesi aşağıdadır:
"İLİM İKİDİR: BİRİ TIP İLMİDİR, SONRA DA DİN İLMİDİR"
"Rivâyet olunur ki, Harûnü'r-Reşîd (763-809) Hindistan'dan Bizans'dan, Irak'dan, Sivaz'dan dört hekim getirtti. Onların her birinden, hiç bir zararı olmayan ilacı söylemelerini istedi. Hintli hekim: 'Hiçbir zararı olmayan ilâc bendedir, adı Kara Ehlîlec'dir' dedi. Bizanslı hekim: 'O, beyaz reşâ tanesidir', Iraklı hekim ise: 'O, bendedir ve sıcak sudan ibarettir'. İçlerinde en âlimi olan Sivazlı hekim dedi: 'Ehlilec'in zararı midede gaz yapması, beyaz reşânınki ise mide cidârını inceltmesidir. Sıcak suya gelince, mideyi gevşetir. Onun zararı da budur. Hiç bir ziyânı olmayan ilâc bendedir. Tam acıkmadan yemek yememek ve daha iştahı varken yemekten elini çekmek!'. Bunun üzerine diğerleri: 'Doğru söyledin, dediler. Peygamberimiz buyurmuştur ki: Çok yemek, hastalıkların; perhiz de, ilâcların başıdır. Allah'in elçisi ne güzel söylemiştir".
İslam tabâbetinin bundan 12 asır önceki anlayışı, tıp ilminin zamanımızdaki tavsiyesine ne kadar uymaktadır. Bu gün de, hekimlerimiz her fırsatta perhizi tavsiye ediyorlar. İslamda tıbba verilen kıymete bakınız ki, o devrin kuvvetli dînî görüşleri içerisinde bile önce tıp, sonra din ilminden bahs olunmaktadır.
Prof. Uğur Derman
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- XX. Yüzyılın Fâtih Dîvânı - 3 (31.03.2023)
- XX. Yüzyılın Fâtih Dîvânı - 2 (24.03.2023)
- XX. Yüzyılın Fâtih Dîvânı - 1 (17.03.2023)
- Can kardeşim merhum Hasan Âli Göksoy (10.03.2023)
- Büyük Mecidiye (Ortaköy) Camii’nin kitâbesi, hat levhaları ve bunların hattatları - 2 (03.03.2023)
- Büyük Mecidiye (Ortaköy) Camii’nin Kitâbesi, Hat Levhaları ve Bunların Hattatları - 1 (24.02.2023)
- Tophane-i Âmire’nin kitâbesine dâir… (17.02.2023)
- Bursa Ulu Cami yazılarına dâir – 2 (10.02.2023)