Gerek küresel gerekse bölgesel düzeyde yaşanan bir çok çatışma ve anlaşmazlığın yakın geleceğine dair bir öngörüde bulunmaya çalışan analistler ve araştırmacılar, ABD'nin tutumunun netleşmesini bekliyor. İran'ın Güvenlik Konseyi ile imzaladığı nükleer anlaşmadan bölgesel yayılımına, Suriye krizinden Türkiye ile ilişkilere, Avrupa'nın güvenliğinden Kuzey Kore'nin nükleer programına kadar bir çok meselede bir hüküm cümlesi kurabilmek için Trump'ın tutumu önemsendi. Ve bu tutumun bütünlüklü bir strateji çerçevesinde şekilleneceği beklentisi hakimdi.
Ancak gerek yaklaşık bir yıllık iktidarında ortaya koyduğu tercihler gerekse yayınladığı güvenlik stratejisi belgesi bu beklentiyi boşa çıkaracak gibi görünüyor.
Trump beklenen güvenlik strateji belgesini açıkladı. Birçok yönüyle tartışıldı ve tartışılmaya devam edilecek. En önemli eleştirilerden biri aslında bu belgenin strateji tarafının oldukça zayıf olduğuna yönelik olması. Belge eleştiriyi haklı kılacak bir içeriğe sahip ve bu yönüyle üzerinde durulmaya değer. Aslında belgenin bu özelliği Trump'ın iktidarı boyunca izleyeceği siyaseti de gözler önüne seriyor. Görünen o ki Trump ne küresel ne de bölgesel düzeyde bir düzen kurma peşinde olmayacak.
PAX ROMANA, PAX OTTOMANA, PAX AMERİCANA
Bu kavramlar dünya tarihinin farklı dönemlerinde yer kürenin önemli bir kısmında üç büyük gücün kurduğu düzen için kullanılır. İlki Roma'nın Milattan önceki yirmi yıl ile Milattan sonra iki yüzyıl arasındaki dönemde Roma'nın gerektiğinde askeri güç kullanarak kontrol altında tuttukları bölgelerde hukuki normlar çerçevesinde kurduğu düzene işaret eder. Aynı durum Osmanlı devletinin 15. Yy'dan 17. Yy'ın sonuna kadar Kuzey Afrika, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasların bir kısmı üzerindeki geniş topraklarda kurduğu düzeni tanımlar. Bu dönemde savaşlar ve fetihler durmamıştır. Aksine Osmanlı'nın genişlemesi devam etmiştir. Ancak fethedilen her bir toprak parçası üzerinde hukuk normları tarımdan, medeni haklara, savaş hukukundan eyalet yönetimlerine kadar geniş bir yelpazede etkin bir şekilde işlemiştir. Bu hukuk sayesinde bünyesinde barındırdığı farklı etnik ve dini yapıları idare etmekle kalmayıp bu düzenin birer aktörü olarak kılmıştır.
Pax Americana ise ABD'nin dünya siyaset sahnesine çıktığı II. Dünya savaşından itibaren hemen hemen günümüze kadar kurduğu ve etkin olduğu dönemdir. İki kutuplu bir sistem olsa da bir süper güç olarak ABD bu döneme damgasını vurmuş ve Batı Bloku'nun lideri olmuştur. Dahası demokrasi ve liberalizmi bu blokun üzerinde inşa edildiği değerler olarak pazarladı. Kimi zaman çıkarlarını bu değerlerle birlikte tanımlamış kimi zaman ise bu değerleri, çıkarını örtmek üzere birer söylem olarak kullanmıştır. Kısacası bugün ikisi de ciddi bir kriz içinde de olsa demokrasi ve liberalizm ABD düzeninin söylemsel düzeydeki taşıyıcısı oldu.
Soğuk savaşın bitişi bir süper güç olarak ABD'nin küresel hegemon olarak tescili, aynı zamanda demokrasi ve liberalizmin zaferi olarak sunuldu. Fukuyama'nın "tarihin sonu" tezinin bize vaz ettiği şey kısaca buydu. Bu andan itibaren beklenen şey –artık bir güç olarak SSCB, bir değer olarak Komünizm ve alternatif bir sistem olarak Doğu bloku kalmadığına göre- ABD'nin ve temsil ettiği değerlerin küresel bir hegemonya üretmesiydi.
Ancak bunun böyle olmayacağı 2001'den itibaren açık seçik görüldü. 2003 Irak'ın işgali ise ABD'nin bir düzen kuramayacağını gözler önüne serdi. Demokrasi ihracına dayanan bu işgal bir kaos üretmekten ileri gidemedi. Arap Baharı'nın ilk dönemlerinde ABD'nin takındığı tavır aslında aynı hedef için farklı bir stratejinin izlenmesiydi. Rejim değişimi için artık işgal yolunu değil içerde biriken enerjiyi kullandı. İstediği sonucu alamayacağını anladığı andan itibaren siyaset değiştirdi. ABD'nin Libya büyükelçisinin öldürülmesi bu anlamda bir kırılma noktası olarak sayılabilir. Mevcut kaos da bu siyaset değişiminin bir sonucu.
TRUMP VE DÜZENSİZLİĞİN İŞARETLERİ
Yazının başında ifade ettiğim gibi Trump bir düzen kurmaya ya da önemli gördüğü sorunları uluslararası kurumları devreye sokarak çözmekle uğraşmayacak. Kimi zaman Çin'i sınırlandırmak için Rusya'ya yaklaşabilir ya da bir takım tavizler verebilir. Benzer şekilde İran'ı sınırlandırmak için Türkiye'ye bir takım avantajlar sağlama yoluna gidebilir. Ancak bu tarz işbirliklerinin kalıcı bir düzene dönüşmesi beklenmemeli.
Ayrıca yine ABD'nin büyük bir askeri operasyon yapma olasılığı da zayıf görünüyor. Bunun yerine bir ya da birkaç devleti bir başka devlete karşı kullanma yolunu seçecek. Son dönemlerde İran'a karşı oluşan Suud-İsrail-BAE hattı bu tarzın önemli bir işareti olarak duruyor. Bu ittifakın kendi içinde önemli açmazlarının olması ise ikincil öneme sahip.
Trump'ın "Önce Amerika" sloganı ve belgenin bu çerçevede ortaya çıkması her an bir işbirliğini ya da çatışmayı gündeme getirebilir.
Kısacası bir belirsizlik dönemine giriyoruz. Uzun dönemli ittifaklar veya işbirlikleri beklenmemeli. Dahası belgenin genel havası herkesin başının çaresine bakması gerektiğine işaret ediyor. Bu yaklaşım Thomas Hobbes'un "doğal durum"unu andırıyor.
Neyse ki Türkiye en azından son beş yıldır özellikle güvenlik alanında başının çaresine bakmak zorunda olduğunun farkına vardı ve buna göre hareket ediyor.