Demokrasinin kuralları işledi ve yenilenen İBB seçimleri artık geride kaldı.
Hukuki bir karar sonucunda seçim yenilenmiş ve süreç demokratik teamül ve kurallar çerçevesinde nihayete ermiştir.
Herkes için hayırlı olsun.
Seçimlerle ilgili partiler hesap kitap yapacaklardır. Kazanan nasıl kazandığını, kaybeden de neden kaybettiğine dair öz eleştirisini yapacaktır muhakkak.
Seçimle ilgili yalnızca iki noktayı vurgulayacağım: Birincisi seçimler dolayısıyla Türkiye'de işleyen demokrasi üzerinde uluslararası bir kampanyanın parçası olarak toplanan toz bulutunun dağılmış olması.
Sandık yarışının anlamını kaybettiğine ve sandık sonuçlarının artık tanınmayacağı yargısının yalnızca bir yaftalamadan ibaret olduğu ortaya çıktı.
Demokrasinin en temel kuralları işlemiş ve bütün taraflar seçim sonuçlarını kabullenmiştir.
Karşılıklı yarışan ittifaklar ve bunların dışındaki bütün siyasi aktörler seçim sonuçlarını kabul ederek kazanan adayı tebrik etmişlerdir.
Bu aynı zamanda Türkiye siyasetinin olgunluk seviyesine işaret etmektedir.
Benzer olgunluğu ve daha fazlasını kazanan adaydan ve destekçilerinden beklemek herkesin hakkı.
İkinci nokta da bununla ilgili.
Artık kazanan adayın önünde İstanbul'a hizmet etmek gibi zorlu ve gerçek bir sınav var.
Birçok dinamiğin yanında algı üzerine kurulu bir kampanya başarılı olmuş olabilir.
Ancak bundan sonraki süreçte İstanbul hizmet bekler.
Birçok projenin (metro, kavşak, altyapı v.s…) başlamış olmasına rağmen, İstanbullular daha fazla destek bekleyecek.
…
Artık önümüze bakmak durumundayız.
İstanbul seçimlerinin tartışmaları ile birlikte geride kalmış olması ve yeni bir seçim tartışmasının başlamaması Türkiye için bir fırsattır.
Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerekse Devlet Bahçeli'nin erken seçim tartışmasının önünü alacak şekilde açıklamalar yapmış olması oldukça önemlidir.
Aksi takdirde bu tartışmalardan en fazla ve en hızlı etkilenecek alan ekonomi olacaktır.
Jeopolitik rekabetin Türkiye'nin etrafında yoğunlaştığı ve bu süreçte her bir meseleye bir cevap üretmek durumunda kalan Türkiye'nin, içerde yeni tartışmalara boğulma lüksü yoktur.
Bu meselelerin başında Doğu Akdeniz, Suriye, ABD-İran gerilimi ve S-400 meselesi gelmektedir.
Doğu Akdeniz'de gittikçe yoğunlaşan rekabet yalnızca ekonomik kaynaklar üzerinde bir yarıştan ibaret değildir. Aynı zamanda jeopolitik bir rekabettir ve Türkiye'nin yakın ve uzak geleceğinde önemli bir yere sahip olacaktır.
Buradaki rakiplerimiz görünürde Yunanistan, İsrail ve Mısır gibi gözükse de ABD ve Rusya'nın Doğu Akdeniz'e yaptığı askeri birikim gözden kaçmamalı.
Türkiye jeopolitik riskleri gözetirken, ekonomik kaynaklar üzerindeki haklarından feragat edemez.
Dahası Doğu Akdeniz'deki varlığımızın ve çıkarlarımızın teminatı olan Kıbrıs'taki askeri varlığımız söz konusudur.
ABD-İran gerilimi, S-400 meselesi ve bir yanıyla Suriye krizi Doğu Akdeniz üzerindeki rekabete yansıyacaktır.
Kısacası, Türkiye'nin enerjisini içerde harcama lüksü yoktur.
Bu alanlara odaklanmalı ve gerekli tedbirleri almalıdır.
Bu anlamda iktidar kadar muhalefete de iş düşmektedir.
İktidar bu alanlara yoğunlaşırken, muhalefete düşen gerekli desteği vermesi ve anlamsız tartışmaları gündeme getirmekten kaçınmasıdır.