Hayatın ana unsuru olan insan; hücrelerin dokulara, dokuların organlara, organların organizmaya dönüşmesinden meydana gelir. İnsanın ilk örgütlü yapısı yahut sosyal organizması ise, toplum ağacının çekirdeği olan ailedir.
Birden fazla mensubu yahut muhatabı bulunan her yapının; yönetme, sevk ve idare etme sistematiği vardır. Birlikte yaşayabilmek ve ortak değerleri geleceğe taşıyabilmek için, işleri görme ve ihtiyaçları karşılama konusunda görev bölümü yapmak, olmazsa olmaz kurallardandır.
Kemiyet açısından, aralarında azlık-çokluk farkı olmakla birlikte; keyfiyet açısından, bir evi-aileyi yönetmekle bir ülkeyi-toplumu yönetmek arasında fark yoktur. Yönetim ilke ve prensipleri yönünden de, hizmet alanları ve konuları bakımından da evimiz devletimize, ailemiz milletimize denktir.
Yönetmek, idare etmek; evde ve ailede başlar, ülkede ve toplumda devam eder. Evlerini ve ailelerini iyi yönetemeyenler, ülkelerini ve toplumlarını da iyi yönetemezler.
Çünkü; ailede gevşeyen bağlar, toplumda çözülür. Aile kurumu mikrop kaparsa; toplumun fiziği de kimyası da bozulur.
Onun için; ailenin kurulması da, korunması da "milli savunma" meselesidir. Aile kalesi yıkılır yahut işgal edilirse; içeride ve dışarıda, artık hiçbir cephe güvenli değildir.
YUVA DEVLETİ
Kadın ile erkek; hayat ufkunda uçan insanlık kuşunun iki kanadı gibidir. Dünyevi ve uhrevi gayretlerimiz; yüksek ve yüce tepelerin başındaki yaylalara, platolara benzetilebilir.
Menzile varmak, maksada ulaşmak için; iki kanadın birlikte ve uyum içinde çalışması gerekir. Bu denge ve uyum; güçlü devlet, huzurlu toplum olmanın temelidir.
Gel gör ki; yakın ve uzak çevremizde, giderek artan hızda ve oranda, psiko-sosyal çatışmalar var. Evlilikler azalıyor, boşanmalar artıyor, ayrılmış eşler ile yürekleri ortadan ikiye bölünmüş çocuklar, gençler; adeta birer savaş mağduru haline geliyorlar.
Hasılı; sığınağımız ve barınağımız olan yuva devletimiz, gümbür gümbür yıkılıyor. Ekinleri ve nesilleri ifsad eden bir zihniyetin sonucu olarak; toplum ağacının tohumu "ebter" hale getirilip yok oluyor.
Güya, eşimiz ve çocuklarımız bizim en "değerli"lerimiz. Sözde, gerekirse onlar için canımızı bile veririz.
Fakat uygulamada, evimizi ve ailemizi öncelikli ve önemli gündemlerimiz arasına almıyoruz. İlgi ve ihtisas alanlarımıza giren diğer işlerimizin, hobilerimizin, hatta kullandığımız araç ve gereçlerimizin ilmini, inceliğini bildiğimiz kadar; iyi eş olmanın, doğru anne-baba rolü oynamanın, güçlü yuva devleti kurmanın ilmini, inceliğini bilmiyoruz.
AİLE HÜKÜMETİ
Herkes kendi kapısının önünü temiz tutarsa, bütün dünya temiz olur. Kişiler ve kurumlar kendi rollerini iyi oynarlarsa; evimiz ve ailemiz, ülkemiz ve toplumumuz, dünyamız ve insanlık alemimiz, daha huzurlu ve güvenli hale gelir.
Bir hanımefendi ile bir beyefendi, birbirlerini eş olarak seçip evlenmişlerse; bir "yuva devleti" kurmuşlar demektir. Bu devleti yönetmek, sevk ve idare etmek için; bir de "aile hükümeti" gerekir.
Hükümetin bir "başkan"ı, bir de "meclis"i olur. İstişareler yapılır, kararlar alınır, görevler dağılır; el ve gönül birliği içinde ihtiyaçlar karşılanır, işler görülür.
Aileler, toplum zincirinin halkaları gibidir. Zincirin gücü, her bir halkanın gücünün ve imkanının toplamından meydana gelir.
Evlerimiz ve ailelerimiz ne kadar huzur, güven ve refah içinde olursa; ülkemiz ve toplumumuz da o kadar huzur, güven ve refah içinde olur. Analar, sadece kendi çocuklarını değil; bütün bir dünyayı ve insanlık alemini doğurur.
Ayrıca, yarının sahibi olacak çocuklar, gençler; yönetmeyi evlerinde, ailelerinde öğrenirler. Biz onlara evimizde, ailemizde "oynayan tay" olma fırsatı verirsek, onlar da hayatta "şahlanan küheylan"lar olabilirler.
SÜKUN ÜLKESİ
Bugün adına ev yahut konut dediğimiz mekanlar, eskiden "mesken" idi. Bu, "içinde sükun bulunulan yer" anlamına gelirdi.
Sükun; akli, ruhi, bedeni ihtiyaçları giderilmiş ve aradıklarını bulup muradına ermiş insanın "mutmain olma" halidir. Bu hal, insanın kendisine de çevresine de huzur ve güven verir.
Sükunun yakalandığı ve yaşandığı yer, iyilikler ve güzellikler ülkesidir. O ülkenin insanları, dünyada cennet hayatı yaşamanın bahtiyarlığına erişir.
Belki dağları aşamayız, devlerle boğuşamayız ama kendi evimizi ve ailemizi bir "sükun ülkesi" haline getirmeye gücümüz yeter. Eğer istersek ve icabını yaparsak; Allah'ın lütfu ve keremi ile, "ağılda oğlak doğduğunda derede otu biter".
Bunun için bir "ilgi"ye, bir de "sevgi"ye ihtiyacımız var. İlgi, ilmimizi artırıp ihtisaslaşmamızı sağlar; sevgi, gönül bahçemizi bereketlendirir ve üstümüze rahmet yağar.
ÇOBANIN İYİSİ
Evin ve ailenin, ülkenin ve toplumun yöneticileri; sürüsünden sorumlu çobanlar gibidir. Çoban, sürüsünü; dağlarda otlatır, derelerde sular, kurda kuşa kaptırmadan geri getirir.
Çoban vardır; elinde sopayla, döverek-söverek koyun güder. Başına vurur, boynuzunu kırar, kolunu-bacağını sakat eder.
Çoban da vardır; bir ağacın-taşın dibinde oturup kaval çalar. Sesiyle, nefesiyle, sürünün sevk ve idaresini sağlar.
Yöneticinin iyisi, koyunu kavalla güden çoban gibidir. Sürüsünün sırtına binen "hakim"i değil, ihtiyaçlarını gören "hadim"idir.
Sonuç olarak; evimiz devletimiz, sevgimiz servetimiz. Öyle yurtlar, yuvalar kuralım ki; büyüsün dünya ve ahiret cennetimiz.
10.06.2017
Zekeriya Erdim
Fikriyat.com