İnsanların ve toplumların temel ihtiyaçlarını alt alta yazacak olsak; çarşaf gibi bir liste çıkar. Bu ihtiyaçlara cevap verecek unsurların bazıları, Allah tarafından var edilmiş; bazıları ise, kulları tarafından keşfediliyor, icat ediliyor, üretiliyor, karşılanıyorlar.
Bu açıdan bakıldığında; herkesin herkese muhtaç olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Kendi varlığımızı devam ettirebilmek için; başkalarının varlığını da koruyup gözetme sorumluluğunu taşıyoruz.
Herkesin huzur ve güven içinde olmadığı bir dünya; hiç kimse için huzurlu ve güvenli olmuyor. Üretilen iyilik ya da kötülük; hiç kimsenin kendi hayat alanı ile sınırlı kalmıyor.
Herkesin her şeye güç yetirmesi mümkün ve muhtemel olmadığından; ihtiyaçlarımızı karşılamak için, iş bölümü yapıyoruz. Hücreden dokuya, dokudan organa, organdan organizmaya doğru büyüyüp gelişen bir sistematik içinde; birbirimizi tamamlayarak yaşıyoruz.
Böylece; ihtiyaç alanlarına ve konularına göre şekillenen bir meslekler, meşguliyetler yelpazesi oluşuyor. İnsanın ve toplumun ihtiyaçları değiştikçe; onları karşılayacak meslekler ve meşguliyetler de değişiyor.
Ancak, hiç kimse doğuştan "meslek erbabı" olmadığı için; hemen her alanda, "işin ehli"ni yetiştirecek kadrolara ve kurumlara ihtiyaç var. Onu da ya örgün eğitim kurumları, yani orta öğretim ve yükseköğretim düzeyindeki okullar; ya da yaygın eğitim kurumları, yani muhtelif resmi veya özel kurslar yapıyorlar.
HAYATA HAZIRLIK
Aslında, "meslek" kavramı; bütün iş alanlarını ve konularını içine alıyor. Fakat, ne hikmetse; "mesleki eğitim" tanımı, daha çok teknik alanlarla ve bölümlerle sınırlı kalıyor.
Öte yandan; "mesleki formasyon", insan hayatının tamamıyla değil, bir kısmıyla ilgili. Huzur ve güven içinde yaşayabilmesi için; iş hayatı dışındaki görev ve sorumlulukları açısından da yetiştirilip hazır hale getirilmeli.
Örgün ve yaygın eğitim kurumları; mesleklerin gerektirdiği "bilgi ve beceri"leri kazandırıyor. Böylece, insanlar; doğrudan ya da dolaylı yollarla bir mesleğe hazırlanıyor.
Vakıf, dernek, sendika, oda gibi meslek örgütleri ise; hem mal ve hizmet üretimini artırmaya, hem de meslek erbabının sosyal ve ekonomik "kazanım"larını koruyup geliştirmeye çalışıyorlar. Bir başka ifadeyle; "daha fazla güç ve imkan" devşirmek için yarışıyorlar.
Şüphesiz, bunların hepsi gerekli; ama asla yeterli değildir. Her meslek erbabına; kendisi ve çevresi için huzurun ve güvenin teminatı olacak bir ruh, inanç, ahlak, anlayış, yaşayış modeli de verilmelidir.
Hemen hepimiz; bir iş yaparken ve yaptırırken, bir mal ya da hizmet alırken ve satarken, muhatabımızın hem "ehil", hem de "güvenilir" olmasını isteriz. Onun yalan söylemesini, hile yapmasını, haksız kazanç elde etmesini, hakkımızda kötülük düşünmesini engelleyecek bir "değerler sistemi" yoksa nasıl güveniriz?
Genelde, aynı gök kubbenin altında birlikte yaşadığımız; özelde, parçaları birleştirip bütünü oluşturmak için yetki ve sorumlulukları paylaştığımız insanların, temiz ve düzgün bir "ahlak anlayışı" olmalıdır. Bu ahlak anlayışının içinde; "meslek ahlakı" da yerini almalıdır.
Bazı iş kollarında ya da meslek dallarında uygulanan "yemin"ler, "etik" sözleşmeleri; bu ihtiyaçtan doğmuştur. Ancak, derinlemesine içselleştirilerek bir anlayış ve ahlak haline getirilemediği için; çoğunlukla, öze inmeden sözde kalan metinler olmuştur.
BİR TOPLUM MODELİ
Selçuklular döneminde başlayıp, Osmanlılar döneminde devam eden Ahi Evran Esnaf Teşkilatları; hem "mesleki eğitim", hem de "meslek ahlakı" açısından muazzam bir örgütlenme örneğidir. Yerli ve yabancı araştırmacılar, saha ve sektör uzmanları tarafından; meslek dalları ve kolları etrafında şekillenip, hayatın bütününü içine alan bir "toplum modeli" olduğu kabul edilir.
Bir yönüyle; mesleki ve sosyolojik, dini ve psikolojik, kültürel ve ekonomik, askeri ve teknolojik boyutları bulunan bir oluşumdur. Bir başka yönüyle; eğitim ve denetim hizmeti veren, standart ve statü oluşturan, irşad etme ve istikamet gösterme görevi yapan bir kurumdur.
İlkeleri ve prensipleri, anlayışı ve işleyişi ile; muazzam bir "hayat nizamı" ortaya koyar. Selçuklu Devleti'nin geliştirilmesinde, Moğol İstilası'nın savuşturulmasında, Osmanlı Devleti'nin kurulup olgunlaştırılmasında büyük payı var.
Yatay büyümede; şehirlerden köylere kadar uzanıp, toplumun kılcal damarlarına bile ulaşmış. Dikey büyümede ise; vezirleri, padişahları bile bünyesine alıp üye yapmış.
Öyle her isteyen, kolay kolay "ahi"liğe kabul edilmemiş. Mesleki yönden ehil, ahlaki yönden güvenilir olan kimseler; belirli safha ve süreçlerden geçerek "yiğit"likten yamaklığa, "yamak"lıktan çıraklığa, "çırak"lıktan kalfalığa, "kalfa"lıktan ustalığa, "usta"lıktan ahiliğe, "ahi"likten halifeliğe, "halife"likten şeyhliğe, "şeyh"likten de nihai makam olan "şeyh-ül meşayih"liğe gelebilmiş.
Bir alt kademeden bir üst kademeye geçiş; özel "peştamal kuşatma" törenleri organize edilerek, kefillerin kefaleti ve şahitlerin şehadeti ile yapılmış. Malında ve hizmetinde hile yapanlar, hatalı davrananlar, teşkilatın ilke ve prensiplerinin dışına çıkanlar; hiç gözünün yaşına bakılmadan cezalandırılmış yahut dışarı atılmış.
Modern dünyamızın, derde deva olmaktan uzak moda eğilimleri bir kenara bırakılıp; Ahi Evran Esnaf Teşkilatları'nın anlayışı ve işleyişi yeniden ihya edilmeli. Mesleki eğitim kurumları ile meslek odaları ve birlikleri; asırların arkasında unutulmaya terk ettiğimiz "ahi ruhu"nu yakalayıp güncelleyerek, ona göre örgütlenmeli.
Yılda bir, nezaketen anma ve kutlama yapmak yeterli değildir. Yabancı ülkelerin, kendi dillerine tercüme ederek faydalanmaya çalıştıkları bu kültür ve medeniyet müktesebatı; anamızın ak sütü gibi helal bir "hazine" olarak, bizim de hayatımıza girmelidir.