Arama

Zekeriya Erdim
Eylül 12, 2018
Yeniden 'usta' olabiliriz
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Biz, devlet ve millet olarak; tarih boyunca, "usta" olmanın çok ötesine geçip, "ustaların ustası" olma seviyesine ulaşmış ve hayatın çeşitli alanlarında-konularında nice "üstat" olma hakkını elde eden kadrolar yetiştirmiş bir kültürün, medeniyetin mensuplarıyız. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu'nun zaafa düştüğü yahut düşürüldüğü yıllardan bu yana; maalesef, yabancı kültürlerin ve medeniyetlerin yamağı ya da çırağı olup, giden atların arkasından nal toplamaya razıyız.

Farkındayız, biliyoruz; sosyal ve siyasal değişimler-dönüşümler kolay değildir, uzun zamanlar alır. Kazançlar da, kayıplar da miras cinsindendir; nesilden nesile devredilir, aktarılır.

Fakat, son yıllarda; herkese ve her şeye rağmen, kara kış bertaraf edilip, bahçelerimize bir miktar bahar geldi. Üstümüzdeki ölü toprağı atılarak yahut aralanarak; ümidimiz ve güvenimiz tekrar yeşerdi, bilgi ve bilinç havuzumuzun suları yükseldi.

Tazelenen ve takviye edilen özgüvenimizle; sürünmekten oturmaya, oturmaktan ayakta durmaya, ayakta durmaktan yürümeye, yürümekten koşmaya, koşmaktan uçmaya doğru yöneldik. Azınlığın "ağa", çoğunluğun "maraba" haline geldiği ya da getirildiği çarpık dünya düzeninde; ezberleri bozduk, "kralın çıplak olduğu" gerçeğini yüksek sesle söyledik.

Şimdilerde, giderek; öğretilmiş yahut dayatmalarla kabul ettirilmiş acizliklerden kurtulup, dik durmayı ve direnmeyi tercih ediyoruz. Siyasette ve ticarette, bilimde ve teknolojide, kültürde ve sanatta, eğitimde ve sağlıkta, hâsılı hayatın bütün alanlarında ve konularında; yeniden yamaklıktan çıraklığa, çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa doğru gidiyoruz.

Değişim ve dönüşüm; önce, zihinlerde ve gönüllerde gerçekleşiyor. Sonra, hayata yönelip; sorulara cevap verme, sorunlara çözüm üretme sürecine giriliyor.

Bu uyanışı ve yönelişi; "doku örneği" kabul edebileceğimiz iki olay ya da durum üzerinden izah edebiliriz. Safları sıklaştırıp, cepheleri genişleterek; her birimiz, içinde olduğumuz yahut en yakın noktada bulunduğumuz sahanın ve sektörün kurtuluş mücadelesini verebiliriz.

YABANCI DİL KİTAPLARI

Seksenli yılların ortalarında, muhafazakâr kesimin ilk özel okulu olan kurumda yöneticilik yaparken; kendimizce, bir konunun "Don Kişot"u olmaya kalkışmıştık. Kısa bir süre sonra, muhtelif kanallardan ciddi tehditler almış; arkamızda duracak kimse olmadığı için, geri çekilmek zorunda kalmıştık.

Geçen hafta, 28 Şubat sürecinde kurduğumuz ve bir süre başkanlığını da yaptığımız sivil toplum kuruluşunun Genel Kurul toplantısında; aynı konu, yeniden gündeme geldi. Katılımcıların ortak duygusu, düşüncesi ve teklifi olarak; "Tamam, anladık; bu ülkede yıllardır yabancı dil, özellikle de İngilizce öğrettik, öğretiyoruz, öğretelim. Fakat, ders kitapları dışarıdan gelmesin; artık kendimiz üretelim" denildi.

Çünkü bu kitaplar; döviz karşılığında ve yüksek fiyatlarla satın alınıyor. Ayrıca, yazılı ve görsel içerikleri bakımından; dil ile birlikte, bugün bizi bir kaşık suda boğmaya çalışanların kültür ve medeniyet değerleri de aktarılıyor.

Bu işi iyi bilen yerli ve yabancı uzmanlardan ekipler oluşturulup; görselleri, örnekleri, öyküleri bizim dünyamıza ait olan kitaplar hazırlanmalı. Artık, üst düzeyde bir devlet ve millet politikası haline getirilip; yekvücut arkasında durulmalı.

AKADEMİK YAYINLAR

Üniversite camiamızın Batı'ya endeksli anlayışı ve işleyişi içinde; yabancı dil kitaplarına benzer bir durum var. Hemen her bölümden ve seviyeden öğretim üyeleri; akademik kariyer basamaklarını tırmanabilmek için, zorunlu olarak, yabancı dillerde yayınlar yapıyorlar.

Onların bilimsel araştırmaları; yabancı ülkelerin AR-GE çalışmalarını besliyor. Doğrudan yapılan ve yaşanan "dışa akış" sürecine ilave olarak; bir de dolaylı "beyin göçü" gerçekleşiyor.

Son zamanlarda, akademik çevrelerde; bu konuyla ilgili bir farkındalık oluşmaya başladı. Bazı öğretim üyelerinin yazılı ve sözlü beyanları; "Neden akademik yayınlarımızı kendi dilimizde yapmıyoruz? Niçin AR-GE çalışmalarının akademik altyapısını oluşturan bilimsel araştırmalarımızı, kendi bünyemizde tutmuyoruz?" noktasına ulaştı.

Bunun için; YÖK mevzuatında köklü değişiklikler yapılmalı. Türkiye'nin çok yönlü büyüme ve gelişme sürecine katılma, katkıda bulunma açısından; katma değere dönüşebilecek her türlü kaynak, kendi elimizde tutulmalı.

Bir zamanlar, sanat dünyasında; "aruz vezni ile Türkçe şiir yazılamaz" önyargısı varmış. Buna içerleyen Fuzuli; herkesin Farsça şiir yazdığı bir dönemde, Türkçe Divan'ını yazmış.

Şimdilerde, hafızalarımıza kazınmış ön kabullerin ötesine geçip; elimizi kolumuzu bağlayan paslı zincirleri kırmalıyız. Dövizin silah gibi kullanıldığı ve yerli para ile ticaret yapmanın yollarının arandığı şu günlerde; kitapları dünya dillerine tercüme edilip üniversitelerde okutulan ecdadımız gibi, kendi dilimizde bilimsel neşriyat yapmanın bilincine varmalıyız.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN