İnsan ve toplum hayatının sosyal, kültürel, fiziki zemininde; muazzam bir "sacayağı sistemi" var. Yaratılmışların en mükemmelinin muazzam donanımında akıl, ruh, beden; ihtiyaçlar aleminin maddeler diyarında katı, sıvı, gaz; canlı hayatının var oluş aşamalarında geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman; yolumuzu ve yöntemimizi belirleyen değerler manzumesinde din, örf, hukuk; birbirlerini tamamlıyor, takviye ediyorlar.
Sosyal, psikolojik, siyasal, ekonomik tecrübelerin kazandırdığı kavrayışla; kuşaklar arasındaki ilişki ve işbirliği konusunda da benzer bir "üçlü sistem"in olduğunu biliyoruz. Birinci halkayı oluşturan büyük annelerin ve büyük babaların, ikinci halkayı oluşturan annelerin ve babaların, üçüncü halkayı oluşturan çocukların ve gençlerin diyalog ve iş birliği içinde oldukları ailelerin ve toplumların; her bakımdan, daha huzurlu ve güvenli olduklarını görüyoruz.
Bu denklemin bir başka ifadesi; geçmiş zamana dair "hatıralar"ın, şimdiki zamana dair "gerçekler"in ve gelecek zamana dair "hayaller"in aynı zeminde buluşması. Sosyal dokuyu oluşturan organların; aynı organizma için, birlikte ve uyum içinde çalışması.
YAŞLILIK ŞURASI
Geçtiğimiz hafta, Cumhurbaşkanlığı'nın himayesinde; Birinci Yaşlılık Şurası yapıldı. Devletin ve milletin bir numaralı temsilcisi tarafından, konunun önemli yanları ve yönleri, teker teker hatırlatıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, özellikle, "ömür boyu öğrenme ve aktif yaşama yahut yaşlanma" kavramları üzerinde durarak, örneklerle ve öykülerle izah etti. Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" dediği Selimiye Cami'ni 80 yaşında tamamladığını ve geçmiş dönemlerde yaşamış nice âlim tarafından ileri yaşlarında insanlığa ışık tutacak eserler bırakıldığını hatırlatarak; "Son nefesine kadar hep ileriye bakan, bedeni yaşlı ruhu genç insanlar olmamız gerektiğini" belirtti.
Ayrıca, yaşlılık maaşı ve evde bakım ücreti verilmesi, 65 yaş üzeri yaşlılar için şehir içi ulaşımın ücretsiz şehirler arası ulaşımın %50 indirimli olması, emeklilere yılda iki bayram ikramiyesi ödenmesi, yerel yönetimler tarafından "aktif yaşam merkezleri" kurulması gibi konular üzerinde durdu. Böylece, giderek daha belirgin hale gelen "sosyal devlet" anlayışının ve işleyişinin, yaşlılarla ilgili politikalarını özetlemiş oldu.
Arkasından, tarihi ve kültürel geçmişimize atıfta bulunarak, yaşlıların yalnız yaşadıkları, çocukların ve gençlerin dedesiz ve ebesiz büyümek zorunda kaldıkları bir dünyanın, bizim dünyamız olamayacağını söyledi. Geliştirmeye çalıştıkları politikalar, gerçekleştirmek istediği hedeflerden söz ederek, "Huzurevi tabelalarının arttığı değil, kuşakların aynı çatı altında birlikte yaşadığı veya ilişkilerin kesintisiz devam ettiği bir Türkiye; anneciğini, babacığını huzurevine bırakan değil, onlarla birlikte yaşayan evlatlar görmek istiyoruz" dedi.
YAŞLANMA İSTATİKLERİ
Bu vesileyle; TÜİK'in yaşlanma istatistiklerine baktık. Bu konudaki hal ve gidişimizin "nereye doğru" olduğuna, kuş bakışı göz attık.
Öncelikle, 65 yaş ve üzeri insan unsuru, "yaşlı" olarak tanımlanıyor. Tüm istatikler; ona göre tasnif edilip yorumlanıyor.
Bu ölçüye göre; toplam nüfusumuz içinde, %8.5 civarı (yaklaşık 7 milyon kadar) yaşlımız var. Bunun %44'ü erkek, %56'sı kadın yaşlılar.
Anlaşılan o ki, yaşlanma oranımız giderek artıyor. Türkiye, yaşlı nüfus yahut yaşlanma oranı konusunda, 167 ülkenin 66'ncı sırasında yer alıyor.
Yaklaşık yaşama süresi, erkeklerde ortalama %75.3, kadınlarda ortalama %80.7 yıl olarak görünüyor. Ülke genelinde, 100 yaş ve üzeri yaşlıların, 5.300 civarında olduğu biliniyor.
Yanlız yaşayan yaşlı nüfusun %23.3'ünü erkekler, %76.7'sini kadınlar oluşturuyorlar. "Yaşlılık döneminde, bireylerin mutluluk kaynağının ne olduğu" sorusuna %64.2'si "aile", %18.1'i "çocuklar" cevabını veriyorlar.
Bir zamanlar onlar da çocuktu, gençti; her biri, evlenip yuva kurdu. Neslin devamını sağlayıp; bizim için anne-baba, çocuklarımız için dede-ebe oldu.
Büyüklerimize layık gördüğümüz muameleyle; çocuklarımıza örnek olacağız. Bugün tarlamıza ne ekersek; yarın harmanımızda onu bulacağız.
HUZURLU EVLER PROJESİ
Eskiden beri "sosyal sorumluluk" projelerine ilgi duyup destek olan dostumuz, hemşehrimiz Sebahattin Kaya; yerel yönetimlere teklif etmek için hazırladığı "huzurlu evler" projesini, bize de göndermiş. Özet olarak, "sosyal politikalarla destekleyerek mevcut evleri ve aileleri daha huzurlu ve güvenli ortamlar haline getirebilirsek, huzurevlerine ihtiyaç kalmaz" demek istemiş.
Bunun için öncelikle, "ev" ve "aile" tanımının, kadim kültür ve medeniyet değerlerimize göre güncellenerek, yeniden yapılması gerekir. Yerel yönetimler ve merkezi idareler üzerinden yürütülen "aile politikaları" ve uygulamaları, ona göre belirlenmelidir.
Zannı galibimiz odur ki; bu konuda anlayış ve işleyiş arızaları var. Aile ve sosyal politikalardan sorumlu bakanlık ile alanda aktif görev üstlenen bazı STK'lar, meseleye biraz "şaşı" bakıyorlar.
Yanlış formüllerle, doğru çözümler bulunamaz. Kadını, erkeği, çocuğu, aileyi, yaşlıyı, akrabayı doğru anlamadan ve anlamlandırmadan, huzur ve sükûn iklimi yakalanarak, "huzurlu ev"ler kurulamaz.