Mustafa Kemal “tanrı”, Anıtkabir “mabet” mi?
Yeni Türkiye'nin yüzüncü yılına doğru giderken, ölçüsünü tutturamadığımız bir konu var. İstiklal Harbi'nin Başkomutan'ı, Cumhuriyet'in Kurucu Başkan'ı Mustafa Kemal Paşa'yı; kimileri övgüde ifrata gidip göklere çıkarıyor, kimileri yergide tefrite düşüp yerin dibine batırıyorlar.
29 Ekim gibi kutlama, 10 Kasım gibi anma programları; bu konuda "turnosol kağıdı" görevi yapıyor. Övgüde ve yergide aşırı gidenler; gündemi gövde gösterisine dönüştürüp etrafa toz, duman saçıyor.
Geldiği yahut getirildiği söylenen "özgürlükler"e rağmen; içimizden geldiği gibi konuşup tartışamıyoruz. Çin Seddi'ni andıran "koruma kalkanları"nın gölgesi altında, doğru ve tam bilgiye ulaşamıyoruz.
Bu mesele; çiğneyip yutamadığımız, tükürüp atamadığımız bir "acı lokma" gibi. Kimilerine göre dinin ve devletin, vatanın ve milletin önde giden "hain"i; kimilerine göre, sahip olduğumuz her şeyin "tek sahib"i.
İLAHLAŞTIRMA SENDROMU
Cumhuriyet neslinin aydınlarından ve yöneticilerinden; Kemalizm'i "din", Mustafa Kemal'i "ilah" haline getirenler olmuştu. Kendisi "ulu önder" olarak nitelendirilmiş; "Peygamber"liğine, hatta "Tanrı"lığına nice atıflarda bulunulmuştu.
4 Ocak 1934 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan Aka Gündüz imzalı bir şiirde; "Atatürk'ün tapkınıyız / Her şey O'dur / Her yerde O var" dendi. 5 Ağustos 1935 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ise; "Atatürk yarım bir ilahtır, Türklerin babasıdır" cümlesine yer verildi.
Yusuf Ziya Ortaç'ın "Yoktan var ediyor / Tanrı gibi her şeyi" mısralarıyla; ilahlığın derecesi hatırlatıldı. Kemalettin Kamu; "Ne örümcek, ne yosun / Ne mucize, ne füsun / Kabe Arap'ın olsun / Bize Çankaya yeter" dizeleriyle toplu ibadete katıldı.
Behçet Kemal Çağlar, Mustafa Kemal için "mevlüt" yazdı. "Gök kubbenin altında, birden dize gelerek / Gel ey 19 Mayıs, eşsiz sabah merhaba! / Ey Samsun'da karaya çıkan ilah, merhaba!" sözleri; Süleyman Çelebi'nin dilden dile, gönülden gönüle yayılan "Mevlid"ini bastırmak için çıkarılan bir sesti, avazdı.
Yaşar Nabi; "sanayi devrimi"nin, aslında bir "sanayi dini" olduğunu söyledi. İmanını izah için; "Motorların şarkısı olsun yeni bestemiz / Yeni dinin ezanları minareler yerine / Bulutları püskürten bacalardan okunsun" dedi.
Yetmişli yılların başlarında, lisede Sanat Tarihi dersi okurken görmüştük ki; Anıtkabir, eski Yunan tapınakları gibi yapılmıştı. Bizi, yerinde inceleme yapmak için götüren hocamız tarafından; "Türkün mabedi" olduğu hatırlatılmıştı.
İkibinli yıllarda yaşanan değişimlerden ve gelişimlerden sonra, bu batıl inançların gerilerde kaldığını sanıyorduk. Büyüyen ve gelişen Türkiye'nin, giderek normalleştiğine inanıyorduk.
Ancak, geçtiğimiz günlerde idrak ettiğimiz 10 Kasım anma programlarında; "Kemalist irtica"nın yeniden hortlatıldığını görüp hayretler içinde kaldık. Bazı okullarda, bir tarafına 1881 yazılıp öteki tarafına "sosuzluk" işareti konmuş resimler yahut heykeller önünde; imanın altı şartının yerine ikame edilmeye çalışılan altı ok dizilişiyle, öğrencilere "secde" ettirildiğine şahit olduk.
KORUMA KANUNU
Şimdi, modern Türkiye'nin içinde bulunduğu garabeti; birlikte hatırlayalım ve hatırlatalım. 5816 Sayılı Atatürk'ü Koruma Kanunu'na bu vesileyle bir göz atalım.
Genel ilke ve prensiplere göre; hukuk, ölüler için değil diriler içindir. Hiçbir kanun, artık hayatta olmayan birilerini kapsayıcı nitelikte değildir.
Fakat, ne hikmetse; Mustafa Kemal için, ölümünden nice sonra "koruma kanunu" çıkarma ihtiyacı duyuldu. Evrensel hukuk kurallarına ve kaidelerine uygun bir formül bulabilmek için; o zaman Türkiye'de olan Alman Yahudisi Prof. Dr. Ernst Eduard Hirssch'e başvuruldu.
O da uygun bir formül üretti. "Kendisini değil, hatırasını koruma altına alan bir kanun çıkarın" dedi.
25 Temmuz 1951'de kabul edilip, 31 Temmuz 1951 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi. O gün bu gündür, kıyısından köşesinden eleştirenler bile "koruma kanununa muhalefet" muamelesi gördü.
Son 10 Kasım anma töreninde, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan; söz konusu kanunun etrafından dolanarak, "Türk tarihini bir asra sıkıştırmaya kalkışanlar" ile "Atatürk ve Cumhuriyet üzerinden siyaset ve ticaret yapanlar" üzerinde durdu. Fakat, ne hikmetse süreç tersine döndü ve eski "mücahit"lerden bazıları da şimdilerde "Atatürkçü" oldu.
ARAŞTIRMA KOMİSYONU
Ba ahval ve şerait içinde, bizim bir teklifimiz var. Eski ve yeni "Kemalist"ler bir araya gelip, şu Koruma Kanunu'nu kaldırsınlar.
TBMM'de genelde Cumhuriyet, özelde Mustafa Kemal Paşa ile ilgili bir "Araştırma Komisyonu" kurulsun. Alanında uzman ilim adamlarına görevler verilerek, resmi belge ve bilgilere dayalı bir rapor hazırlanıp; kamuoyunun istifadesine sunulsun.
Kişileri, olayları, durumları doğru ve tam olarak bilelim. Kimseye haksızlık etmeden, akıl ve vicdan süzgecinden geçirerek değerlendirebilecek hale gelelim.
O zaman isteyen övsün, isteyen yersin. Herkes, kanun korkusu olmadan, özgür iradesi ile karar versin.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Eğitim kalesi kuşatma altında (10.11.2019)
- Türkiye’nin zemin etüdü (08.11.2019)
- Eğitimde “el yordamı”ndan “e-yordamı”na (03.11.2019)
- “Rotary Okulda” ise millet nerede? (01.11.2019)
- Münazara, müzakere, mücadele eğitimi (28.10.2019)
- Küresel insan avcıları (21.10.2019)
- Azra Kohen’in iki yüzü (15.10.2019)
- Tarafımız belli olsun (12.10.2019)