Uymak mı, uydurmak mı?
Tarih boyunca, insanlar ve toplumlar; kendi dönemlerinde varlığını devam ettiren dinlerden ya da dünya görüşlerinden birini, "değerler sistemi" olarak seçmişler. İster hak, ister batıl olsun; doğumla başlayıp ölümle biten ömür süreci içinde, o dine ve dünya görüşüne göre amel etmişler.
Günümüz dünyasında da bu anlayış ve işleyiş, küçük istisnalar dışında aynen geçerlidir. İsteyen herkes, istediği dini ve hatta dinsizlik dinini seçebilir.
Ancak, genellikle beklenen şey; mümkün mertebe, tercihine uygun düşecek şekilde yaşamasıdır. Benimsediği temel değerleri, kendi şahsında temsil etmesi ve taşımasıdır.
"Hayatını dinine uydurmak yerine, dinini hayatına uydurmak"; yalancılık, hilekârlık, fitnecilik, bozgunculuktur. Öyle kimseler; o dinin müminleri değil, münafıkları olur.
Geçtiğimiz günlerde şahit olduğumuz özel bir durum, yıllardır devam edegelen genel bir sorunu gündeme getirdi. Sanatçı Ferhan Şensoy'un cenaze merasimi; dostları ve yakınları tarafından, dine ve dindarlara saldırmak gibi bir kötü amaca alet edildi.
Tiyatro binasında yapılan özel törende; Şensoy'un dostlarından Cihat Tamer, Türkiye'de yetmiş yıldır görev yapan hükümetleri "din bağımlısı" olmakla itham etti. Alaylı, imalı bir dil ve üslupla; "öbür tarafta kendisinden önce giden ağabeyleriyle buluşup, bir meyhanede kafa çektiklerini" belirtti.
Sonra, cenazeyi alıp camiye getirdiler. Başkaları namazını kılarlarken, onlar merasime alkışlarla ve tezahüratlarla iştirak ettiler.
Gene de cenaze imamı, hakkında iyi şeyler söyledi. Gereğinden fazla abartarak ve "amel defteri açık tutulanlar" hadisine atıfta bulunarak; O'nu da, "öldükten sonra da sevap kazanmaya devam eden kullar" zincirine ekledi.
Aslında biz; ölülerin arkasından hayır konuşmayı tercih ederiz. Ancak, dinin ifsat ya da istismar edilmesi gibi durumlarda; kör, sağır, dilsiz durumuna düşemeyiz.
Söz konusu sanatçının, son nefesindeki halinin ne olduğunu bilmiyoruz amma; eskiden beri, "din düşmanı" çevrelerde yetişmiş, yaşamış ve saf tutmuş biriydi. Kendisini daha yakından tanıyan, bilen dostları ve yakınları; eğer gereğine inanmıyorlarsa ve İslâmî usullere göre defnedilmesini istemiyorlarsa, cenazeyi camiye getirmeyebilirlerdi.
Çeşitli törenlerde, devlet erkânının dua etmesinden rahatsız olup, "laiklik elden gidiyor" diyenlerin; ölülerinin arkasından, "Allah rahmet eylesin" demek yerine "ışıklar içinde yatsın" demeyi tercih edenlerin camide, cemaatte ne işleri var. Cesetlerini yaksınlar, yesinler diye vahşi hayvanlara bıraksınlar, denize atsınlar, derin dondurucuda tutsunlar, ne istiyorlarsa onu yapsınlar; yeter ki dine ve dindara sataşmaya, çamur atmaya vesile kılmasınlar.
Gençlik yıllarımızda yaşadığımız bir yaman çelişki vardı. Camiye getirilen cenazelerin bazılarında, başka Müslümanlar namazlarını kılıp "Merhumu nasıl bilirsiniz; iyi bir insan, samimi bir Müslüman olduğuna şahitlik eder misiniz?" sorularına cevap verirlerken; dostları ve yakınları, bir kenarda bekleyip bön bön bakıyorlardı.
Böyle kimselerin cenaze namazlarının kılınıp kılınmayacağı, dindar kesimler içinde tartışma konusu olmuştu. Hatta bazı imamlar ile cemaatler itiraz etmiş, tavır almıştı.
Sonraki yıllarda, cenaze imamları yerel yönetimlere devredildi. Bilumum defin işlemleri, belediyelerin işi haline getirildi.
Şimdilerde de "kendisi dine uyma" ile "dini kendisine uydurma" ikileminin örneklerine şahit oluyoruz. Kimileri, cenazelerini "kerhen" camiye getiriyorlar; kimilerimiz de "hakikaten" değil ama "siyaseten" yahut "nezaketen" namazlarını kılmış gibi yapıyoruz.
Artık bu meselenin ayrıştırılması, kamuoyunun aydınlatılması gerekir. Birilerinin zannı yahut zevahiri kurtarma girişimleri sebebiyle, kimse "kâfir" ya da "mümin" olacak değildir.
Ancak, İslâm inancına göre; "ben Müslümanım" diyenlerin cenaze namazı kılınır. Çelenk göndermek, alkışlamak, saygı duruşunda bulunmak, görev yerlerinde tören düzenleyip nutuk atmak, bando eşliğinde taşımak, gösteriş ve israfa vesile olacak uygulamalar yapmak, para karşılığında Kur'an okutmak, özel günlerde veya yıl dönümlerinde anmak ya da kutlamak, kılmadığı namazlar ve tutmadığı oruçlar için sadaka vermek, mum yakmak, bez bağlamak gibi söylemlerde ve eylemlerde bulunmak; mezhep imamları ve diğer âlimler tarafından, "Kur'an ve Sünnette dayanağı olmayan bidatler" sayılır.
Sonuç olarak; cenaze defin işlerinin tamamı, dinlere ve toplumlara göre değişen ibadetler, örfler, adetler, gelenekler cinsindendir. Herkes, "senin dinin sana, benim dinim bana" anlayışı ve açıklığı ile hareket edip; kendi dinine ve dünya görüşüne göre hareket etmelidir.
Öte yandan; cenaze işleri, yerel yönetimlerin sosyal ve siyasal tercihlerine bırakılmamalıdır. Diğer imamlar ve müezzinler gibi; cenaze imamları da genelde Diyanet İşleri Başkanlığı'na, özelde Müftülüklere bağlı olmalıdır.
Herhangi bir dini ya da dünya görüşünü seçme, seçmeme hakkına sahibiz. Ancak, nüfusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede; dinle ve dindarlarla alay etme hakkına sahip değiliz.
Bu durum, diğer dinler ve mensupları için de geçerlidir. Herkes haddini bilmeli, "inandığı gibi yaşama" ve "inanmadığı şeylerden ayrışma" hassasiyetini göstermelidir.
Birilerinin özgürlük alanlarını daraltmamak şartıyla; kimsenin inancına ve yaşama biçimine müdahale etmekten yana değiliz. Ancak; başkalarının da bizim inancımızı ve ibadetlerimizi sulandırmasına, bulandırmasına, tahrif (bozma) ya da tahfif (hafife alma) cüretkârlığında bulunmasına müsaade edemeyiz.
Devlet tedbir alsın ki, millet tavır almak zorunda kalmasın. İman ve ibadet özgürlüğü olsun amma; itham ve istismar özgürlüğü olmasın.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.