Arama

Zekeriya Erdim
Ağustos 22, 2021
Yol ve hal hipnozu
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Hayatın ana unsuru olan insanın, en önemli özelliklerinden biri; düşünme, araştırma, soruşturma, "akıl" yürütme. Herhangi bir konuda, elinde bulunan tüm verileri değerlendirerek; önüne çıkan yol, yöntem ya da seçeneklerden birini "tercih" etme.

Bu "irade" ve inisiyatif elinden alındığı yahut dumura uğratıldığı zaman; kelimenin tam anlamıyla, "insan" olmaktan çıkar. İçinde bulunduğu çevrelere ve ortamlara, karşı karşıya kaldığı olaylara ve durumlara; bomboş gözlerle, görmeden bakar.

Hücreleri, dokuları, organları, organizması canlı olsa ve bedenen yaşasa bile; aklen ve ruhen komaya girer, hatta ölür. Varlık âlemi içinde; bitkiler, hayvanlar ve diğer canlılar gibi olur.

Daha çok tıp ve tedavi literatürü içinde yer alan, insanı "uyutmak" ya da gözü açıkken "uykuda tutmak" için kullanılan yönteme; bilim dünyasında "hipnoz" deniliyor. Telkin ve ikna, ödül ve ceza gibi metotlarla kişinin iradesi ele geçirilip; duyguları, düşünceleri, davranışları kontrol ediliyor.

Uygulama biçimlerine göre tasnif edilip, çeşitlendirilmiş. Birden fazla kişinin eş zamanlı olarak uyutulmasına, "grup hipnozu"; büyük kalabalıkların kontrol altına alınmasına, "kolektif hipnoz" denilmiş.

Çevre baskısı ve kontrolü ile ortaya çıkan çeşidi; "sosyal hipnoz" olarak tanımlanmış. Eskiden beri sosyal, siyasi, dini, askeri kimliğe sahip pek çok lider; toplumu kendi hedefleri doğrultusunda sevk ve idare etmek için, bu yöntemi kullanmış.

Bir de kişinin hipnozitöre ihtiyaç duymadan, ayakta ya da otururken gözü açık uyuması var. Bu durum, genel olarak "oto hipnoz" tanımı içine giriyor olmakla birlikte; sürücülerin yorgunluk ve sessizlik nedeniyle yaşadıkları hale, "yol hipnozu" diyorlar.

Hipnoz metodunun başarılı olabilmesi için; iki önemli ilkenin şart olduğu söyleniyor. Birincisi, kendi kontrolünü bırakarak uygulayıcıya "teslim olma"; ikincisi, eleştirel bakış açısını terk etme ve süreci "sorgulamama" şeklinde özetleniyor.

Konu tıp alanı ve tedavi uygulamaları ile sınırlı düşünüldüğünde; bu anlayış ve işleyiş, yol ve yöntem doğrudur, gereklidir, önemlidir. Ancak, diğer alanlara ve konulara taşındığında; insan ve toplum hayatı için, bir o kadar tehlikelidir.

Hangi ülkenin ve toplumun, dinin ve düşüncenin, kültürün ve medeniyetin mensubu olursak olalım; her hal ve şart altında, önce "insan" kalmalıyız. Hak ya da batıl, doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü yol ve yöntemlerden birini seçip tercih etme konusunda; Allah'ın bize verdiği yetkiyi ve sorumluluğu kuşanarak, "özgür" olmalıyız.

Çünkü; amel defterimiz, özgür irademizle tercih ettiklerimize göre yazılacak. Mahşer gününde, tartımız ona göre yapılacak; cezamız ya da mükâfatımız, ona göre verilmiş olacak.

Allah indinde makbul olan; "taklidi" iman değil, "tahkiki" imandır. İbadet ve muamelat konusunda ise; akıl, ruh, beden bütünlüğü içinde ve "bilinçli" olarak yaşanandır.

Kayıtsız şartsız teslimiyet, sadece Allah için geçerlidir. Mantığı ve muhakemeyi bir kenara bırakarak, kullara tabi olmak; onları "tabulaştırmak" yahut "ilahlaştırmak" anlamına gelir.

Rehberimiz, önderimiz, tebliğ ve temsil modelimiz olan Hz. Muhammed (sav)'in hayatında; bunun örnekleri vardı. Ashabdan, dünyada cennetle müjdelenenler bile, önce "Ya Resulullah, bu dediğin Allah'tan mı senden mi?" diye soruyor; sonra, "Allah'tan" derse "amenna ve saddakna" diyerek tabi oluyor, "benden" derse kendi tespit, teklif, ikaz, itiraz haklarını kullanıyorlardı.

Bundan dolayı hiç kimse kınanmamış, suçlanmamış, tecrit edilmemişti. Onlara; "Sen kim oluyor da sorguluyorsun, peygamberden daha iyi mi biliyorsun da itiraz ediyorsun?" denmemişti.

Günümüzde, İslam dünyasının hemen her ülkesinde, beldesinde; mensuplarından, "kayıtsız şartsız itaat" isteyen sosyal ve siyasal yapılar var. Onların "akletme" ve "irade kullanma" özelliklerini terk edip; bir bakıma, "yol ve hal hipnozu" içine girmelerini istiyorlar.

Bu hal ve gidiş; kitleleri kandırılmaya, inandırılmaya, istismar edilmeye, şer güçlerin tezgâhına ve tuzağına düşürülmeye açık hale getiriyor. İmameyi ele geçirenler, tesbihi istedikleri gibi sallıyor yahut çekiyorlar; iyi niyetler, kötü emellere ve amellere alet ediliyor.

İşin ucu; devletleri yıkmaya, ülkeleri işgal etmeye kadar varıyor. Yurtlar ve yuvalar ateşe veriliyor; insanlar göçmen, sığınmacı, muhacir oluyor.

Yakın ve uzak geçmişte; bu acıklı hikâyenin nice örnekleri yaşandı. Yağmur bekleyen kurak topraklar; gaflet ve ihanet kılıcının akıttığı kızıl kanlara boyandı.

Halen devam eden bir alacakaranlığın içindeyiz. Kimimiz derin uykuda, kimimiz uyku ile uyanıklık arasında; kitleler halinde, "hipnoz" düşündeyiz.

Rüyalarımız kara kâbusa dönüşmeden; uyanmalı ve uyandırmalıyız. Güneşe çekilen perdeleri yırtıp, ortalığı aydınlatmalı; yolumuzu ve halimizi, hakka ve hakikate dayandırmalıyız.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN