Son günlerde yaşanan yoğun yangın ve sel felaketleri; eskiden beri var olan bir tartışmayı, yeniden akla getirdi. Başımıza gelenlerin sebepleri bakımından "ceza mı, ibret mi, imtihan mı" olduğu sorusu ve sorumluları açısından "kaza mı, ihmal mi, ihanet mi" olduğu konusu gündemin başköşesine oturdu.
Kişiler ve kurumlar, ülkeler ve toplumlar, dünya ve insanlık âlemi; zaman zaman "beklenmeyen, istenmeyen, isabet ettiği şeyin yapısını bozup zarar veren" sıra dışı olaylarla, durumlarla karşılaşıyorlar. Dengeyi ve düzeni değiştirip krize dönüştüren, hayatı ve gidişatı derinden etkileyip çekilmez hale getiren bu olaylara ve durumlara; kısaca "kaza, belâ, afet, musibet" diyorlar.
Cana ve mala, ürüne ve üretime, huzura ve güvene tekabül eden tahribatın büyüklüğü nispetinde; oluşan "korku, keder, karamsarlık" duyguları ile "baş etme" sorunu yaşanıyor. Sebep-sonuç ilişkileri bağlamında sorgulamalar, yargılamalar yapılarak; "doğru anlama ve kavrama" safhasına taşınıyor.
İşte bu noktada; farklı yaklaşımların ortaya çıktığını görüyoruz. Kimilerinin "ilim" penceresinden bakarak, maddi verilere dayalı izahlar yaptıklarına; kimilerinin ise, konuyu "din" çerçevesi içinde ele alarak, Allah ile kullar arasındaki ilişkilere dayandırdıklarına şahit oluyoruz.
Öncelikle ve özellikle ifade edelim ki; bu iki yaklaşım ile dayanakları olan ilim ve din, birbirinden ayrı ve gayrı şeyler değildir. Olayları ve durumları, doğru anlamak ve kavramak için; bütüncül bir bakış açısının tercih edilmesi gerekir.
Dinin ve dine dayalı yaşama biçiminin temel bilgi kaynakları içinde; yazılı vahiy Kur'an, yaşanmış vahiy Sünnet ve yaratılmış vahiy ilim zaten vardır. Bu üçüncüsü, yani Allah'ın yarattığı, insanların keşfedip hayata kattığı ilim; İslam kültür ve medeniyetinde, "kevni ayetler" olarak tanımlanır.
Afetler, mahiyetleri bakımından; "jeolojik, klimatik, biyolojik, sosyal, teknolojik" diye tasnif ediliyor. Sebepleri açısından ise; "doğal olanlar" ve "insan kastından ve kusurundan kaynaklananlar" şeklinde ikiye ayrıldıkları söyleniyor.
Ayrıca, ahlaki azgınlıklar ve sapkınlıklar ile bilumum kötü eylemler ve söylemler de afet olarak değerlendirilmiş. Hatta, ilim ehli tarafından; yalan beyanda bulunarak hadis uydurma işine bile "afet" denilmiş.
Demek ki, irademizin içinde ve dışında olan işler ve işleyişler var. Ancak, sonuçlarından; kastı yahut kusuru olanlar da olmayanlar da etkileniyorlar.
Evet, afetler, cezadır; Nuh kavmi tufanla, Semûd kavmi depremle, Lut kavmi başlarına yağan taşlarla, Nemrud kavmi sinek sürüsüyle, Ad kavmi kuraklıkla helâk olmuştur. Ancak, bu afetler Allah'a isyanda ileri giden zalimlere, kâfirlere, azgınlara, sapkınlara isabet etmiş; inananlar ve iyi işler yapanlar, peygamberlerin rehberliğinde ve önderliğinde korunmuştur, kurtulmuştur.
Öte yandan; müminlerin "iyiliği yapmak ve yaptırmak, kötülüğü yapmamak ve yaptırmamak" gibi bir sorumluluğu vardır. Bu görevi ihmal edenler; zalimin zulmünden olduğu gibi, afetin akıbetinden de paylarına düşeni alacaklardır.
Eyvallah, afetler ibrettir; çünkü, hainler cezalandırılırken gafiller de uyarılmış oluyor. Allah(cc), Rum suresi ayet 41'de; "İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozulunca, (bu yanlıştan dönsünler diye) işlediklerinin bir kısmını onlara tattırırız" diyor.
Bazı müfessirler, bu ayeti; güncel olaylarla ve durumlarla bağlantılı olarak tefsir etmişler. Mealen ve özet olarak; "Havanın, suyun, toprağın hoyratça kirletilmesi; gıda, ilaç, temizlik, kozmetik ürünlerinin kimyasal silah haline gelmesi; bilimsel ve teknolojik faaliyetlerin canlı hayatını tehdit edecek şekilde düzenlenmesi; ahlaki azgınlıklar ve cinsel sapkınlıklar yüzünden aile ve toplum hayatının yıkılma noktasına gelmesi… ilâhi müdahaleye davetiye çıkarır" demişler.
Bir de denenme, sınanma, imtihan edilme meselesi var. Kazalara, belalara sabır ve tahammül gösterebilenler; süreçleriyle ve sonuçlarıyla kesintisiz mücadele edebilenler; affedilip arındırılıyor, terbiye edilip olgunlaştırılıyor, Allah indinde derece ve değer kazanıyorlar.
Bu durumu beyan eden kutsal metinlerden biri; Bakara suresi ayet 155'dir. Allah(cc), ant içerek; "Sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz" demiş ve sabredenlerin müjdelenmesini söylemiştir.
Hadis külliyatı içinde de benzeri beyanların bulunduğunu görüyoruz. Rivayetlerden biri olarak; Peygamber Efendimizin, "Allah bir kimse hakkında hayır dilerse, (o kimsenin günahlarını bağışlamak ve derecesini yükseltmek için) kendisine bela ve musibet verir" dediğini biliyoruz.
Afet dönemlerinde insanların öz eleştiri yaparak, geçmişten geleceğe daha sağlıklı baktıklarını; tövbe ve dua ederek, Allah'a yaklaştıklarını; iyilik eğilimi içine girerek, daha çok yardımlaştıklarını uzun uzun anlatabiliriz. Birileri, yağmur duası ile alay ederlerken; yangın bölgesine şakır şakır yağdığını hatırlatabiliriz.
Ancak; kesin hükümler vererek yahut insanları etiketleme işgüzarlığı içine girerek cezadır, ibrettir, imtihandır demekten uzak durulmalıdır. Bilmediklerimizi öğrenme, eksiklerimizi tamamlama, yanlışlarımızı düzeltme, haine engel olma, gafili ikaz etme sorumluluğunu yerine getirme niyeti ve gayreti ile hareket edilip; meselenin dünyevi yönü ehline, uhrevi yönü mülkün ve saltanatın gerçek sahibine bırakılmalıdır.
Zekeriya Erdim