Dünya'da ve Türkiye'de, hemen her dönemde, çeşitli vesilelerle konuşulup tartışılan ana konulardan biri; "kadın kimliği" yahut "kadın hakları" meselesi. Bir başka ifadeyle; hayatın içindeki yeri, önemi, anlamı, değeri, etkinliği, yetkinliği bakımından "kadın" ile "erkek" cinsinin mukayesesi.
Şimdilerde, Afganistan'ın yönetim iradesini eline geçiren Taliban ve onun mümkün ya da muhtemel uygulamaları üzerinden gündeme geliyor. Algı ve bilgi kirliliği içinde yapılan sevimsiz ve hatta sinir bozucu tanımlar, yorumlar; dönüp dolaşıp, İslam dinini ve Müslüman camiayı hedef alıyor.
Onun için; bu konuda aydınlatıcı bilgi ve beyanlarda bulunmak, yeniden ihtiyaç haline geldi. Dinlerin ve toplumların, kültürlerin ve medeniyetlerin kadın anlayışını hatırlamak ve hatırlatmak; sorumluluklarımız açısından, "ânın vacibi" oldu.
Birkaç asırdır, dünyanın hâkim gücü ve belirleyici unsuru durumunda bulunan Batı kültür ve medeniyeti; değerler sistemi bakımından, Eski Ahit ve Yeni Ahit (Yahudilik ve Hıristiyanlık) müktesebatına dayanır. Kadına bakışları bakımından; ikisi arasında büyük benzerlik vardır.
Talmut'a göre, Yahudi erkekler; "kendilerini kadın olarak yaratmadığı için" Tanrı'ya şükrederler. Kadın cinsini ise; "bütün kötülüklerin anası" olarak görürler.
Tevrat'ı tahrif ederler diye; öğrenmelerine ve öğretmelerine izin verilmez. Kadınlara ve kızlara, "kısıtlı" muamelesi yapılır; birçok ibadet ve muamelat açısından, "Tanrı'nın kulu" yahut "dinin muhatabı" olarak görülmez.
Kadın, babasından veya kocasından dolayı mirasçı olamaz; şahitliği geçerli değildir. Erkekten daha geri ve aşağı bir seviyeye, statüye sahiptir; kamuya ait bir alanda ve konuda, görev almaktan men edilir.
Hıristiyan din adamlarının beyanlarında ve temel kaynak olarak kabul edilen kitaplarında; kadın, "doğuştan günahkâr" baş belası bir yaratık ve "şeytanın oyuncağı" olarak tanımlanmıştır. Ayrıca, "kadının erkek için yaratıldığı" iddiası vurgulanmıştır.
Bekâret ve evlenmeme övülür; cinsel hayat ve evlilik kötülenir. Kerhen yapılan evliliklerin nikâh duasında; "Günahla düşmüşüm annemin karnına, günah işlemiş annem bana gebe kaldığında" denir.
Bu arızalı anlayışın, doğal sonuçlarından biri; bekârlığın ideal hayat tarzı olarak benimsenmesi ve ruhbanlığın kutsanmasıdır. Diğeri ise; kadının ruhunun olup olmadığının tartışılması ve "cinlerle münasebetinin olduğu" iddiasıyla yakılarak ya da suda boğularak öldürmek için cadı avına çıkılmasıdır.
Rönesans ve Reform ile başlayan yeni dönemde; bu bağnazlık, başka bir aşırılığa evirilmiştir. Hak, hukuk, adalet, eşitlik gibi süslü söylemlerle kadın "yaratılış" gayesinin ve "yatkınlık" çerçevesinin dışına itilmiş; ekonomik yönden "ucuz işgücü", ahlaki yönden "cinsel teşhir aracı" haline getirilmiştir.
Böylece; insanlık kuşunun iki kanadından biri kırılmış, eşler arası muhabbet kaybolmuş, annelik şefkati ve merhameti unutulmuş, aile kurumu yıkılma sürecine girmiş, toplum dengesi ve düzeni bozulmuştur. Arkasından, başka bir azgınlığın ve sapkınlığın kapısı aralanmış; evlilik dışı birlikte yaşama, eşcinsellik, cinsiyetsizlik teşvik edilir ve desteklenir olmuştur.
Oysa bizim, bambaşka bir hikâyemiz var. Kur'an ve Sünnet eksenli temel dini kaynaklarımız; başka bir kadın tarifi ve tanımı yapıyorlar.
İslam öncesi, cahiliye döneminde; "erkek merkezli" bir toplum yapısı vardı. Kadınlar eşlerini seçemez, yaşama biçimlerini tercih edemez, küçük istisnalar dışında mal mülk sahibi olamaz, mirastan pay alamaz, kocaları öldüğünde onların varislerine kalırlardı.
Kabile savaşlarında, kadınların ırzına geçmek bir intikam aracı olarak görülürdü. Bazı kız çocukları, babaları tarafından; düşman eline geçip de onur kırıcı duruma düşmesin diye diri diri toprağa gömülürdü.
İslam geldi; kadın değer gördü, itibar kazandı. Ayetlerde, erkekler gibi eşit şartlarda kulluk ve halifelik sıfatı verilen "kadınlar, eşler, anneler, kızlar, kız kardeşler" olarak; hadislerde, "erkeğin diğer yarısı" diye anıldı.
Kur'an-ı Kerim'de, bir sure (Nisa suresi) onlara tahsis edildi. Genelde insan, özelde Müslüman, daha özelde kadın oluşunun gerektirdiği bilumum hakların; tanımı yapıldı, çerçevesi çizildi.
Şefkat ve merhamet peygamberi; "cennet anaların ayağının altındadır" dedi. Kızlarını ve kız kardeşlerini himaye eden, iyi yetiştiren, evlendiren ve onlara iyi davranan kimselerin cennete gideceğini söyledi.
Biz; annelerimizi, eşlerimizi, kızlarımızı, kız kardeşlerimizi "canımızdan özge" gördük. Kadını "elmanın yarısı, yumurtanın sarısı" sayıp; "başımızın tacı, gönlümüzün ilacı" sıfatı verdik.
İnsanlık kuşunun iki kanadıyız; birlikte uçuyoruz. Gerekirse, onlar için kendimizden geçiyoruz.
Allah indinde, her iki cins; kulluk ve halifelik açısından eşittir. Sadece, rolleri yahut görevleri farklı olduğu için; akıl, ruh, beden yapıları ona göre düzenlenmiştir.
Adı, sıfatı, statüsü ne olursa olsun; hiçbir kişinin ve kurumun, ülkenin ve toplumun eksiğini veya yanlışını İslam dinine mal etmeye hakkımız yoktur. Ancak, "ben Müslümanım" diyen herkes için; bu hak ve hakikat dinini iyi tebliğ ve temsil ederek asrın idrakine sunmak, büyük ve hayati derecede önemli bir sorumluluktur.
Ayrıca, dünyayı ve insanlık âlemini felaketten felakete sürükleyen Batı kültür ve medeniyetinin mensupları; huzur ve güven ikliminin teminatı olamazlar. Rehberi ve önderi batıl olanlar; belalardan ve musibetlerden kurtulamazlar.
Zekeriya Erdim