Zekeriya Erdim

Gönlümüze gölge düşüren şeyler

Aramızda, ömürlerini "çile" ve "mücadele" ile geçirmiş bir nesil var. Tanıyanlar, bilenler onlara; "dava adamı" diyorlar.

Yetimin ağlayışını, aşını; mazlumun zalime karşı savaşını, iyi bilirler. "Düşenler kızlarımdır, şaşanlar oğullarım; Anam bana yaş döker, ben onlara kan ağlarım" derler.

Ortak dertleri ve davaları, bitimsiz gayretleri ve sevdaları; "din, devlet, vatan, millet" olarak bilinir. Yaşanacaksa, bunlar için yaşanır; ölünecekse, bunlar için ölünür.

İçlerinden biri, yetmişine merdiven dayamış olmasına rağmen; gençleri sollayıp geçecek şekilde, yoğun tempo çalışıyordu. Bir yandan özel işleri, öte yandan sosyal sorumluluk alanlarındaki gönüllü hizmetleri için, dörtnala koşuyordu.

Çocukluk yıllarından itibaren, hep böyle olmuştu. Bulunduğu çevre ve ortamlarda, boyundan büyük sorumluluklar almıştı.

Çünkü, dünya hayatı ve hasılatı; yapabildiği iyi şeyler, üretebildiği iyi değerler kadardı. Ömür kısa, yol uzundu; daha yapacak çok işi vardı.

Nihayet bir gün; aklen, ruhen, bedenen yorgun ve bitkin düştü. Gönlünün gökyüzüne, kara bulutlar üşüştü.

Sanki, elektrikli aletler gibi şarjı tükenmiş, pili bitmişti. Fişi çekilmiş, onu zinde kılan "hayat enerjisi" çekip gitmişti.

Bu hal, alışık olduğu bir şey değildi; geçici olmalıydı. Böyle kilitlenip kalamazdı; çaresini bulmalıydı.

Kabuğuna çekilip; inziva makamında, iç sesini dinledi. Filmi başa sarıp; yaşadığı halleri ve hatıraları, bölümlere ayırarak izledi.

Gördü ki; "ufkuna perde çeken, gönlüne gölge düşüren şeyler" var. Yılların birikimi olan ağırlıklar; omuzlarına binmiş, dizlerinin bağını çözerek çökertiyorlar.

Bir bakıma; aşırı yük yüklenmiş kamyonlar, kamyonetler gibiydi. Kulaklarında çınlayan rüzgâr; hava kaçıran lastiklerin sesiydi.

Kendi kendine; "Acaba, tükenmişlik tüneline mi girdim?" diye soruyordu. İçindeki ses; "Hayır, seninki metal yorgunluğu" diyordu.

Zihninde bir çağrışım oldu; rahmetli Necip Fazıl'ı andı. O'nun mısralarını hatırladı; "Gönlüm ne dertlidir, ne bahtiyar; Ne kendisine yar, ne kimseye yar; Bir rüya uğrunda, ben diyar diyar; Gölgemin peşinden yürür giderim" diye mırıldandı.
Evet, hep ideallerinin peşinden koşmuştu. Her ne olmuşsa; onlara ulaşmak, kavuşmak için olmuştu.

Ancak; çektiği çileleri üst üste koysa, dağlar kadar olurdu. Birilerine anlatmaya, aktarmaya kalkışsa; dinlemekten yorulurdu.

İşin garibi; en çok da yakınlarından darbe yemişti. Başına gelen sıkıntıların pek çoğu; dost ve akraba bildiği, kendilerine iyilik ve yardım yaptığı kimseler üzerinden gelmişti.

Yıllar önce yazdığı dörtlüğü hatırladı. Orada; "Uğrunda süründüm nice yaranın; Çiğneyip başımı, yılan dediler; Rengine büründüm, derde çarenin; Döküp ilacımı, can istediler" mısraları vardı.

Hz. Ömer (RA), insanların ahvalini ve ahlakını değerlendirirken; "Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayın. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, emanete riayet ediyor mu, dünya işlerinde helali - haramı gözetiyor mu ona bakın" demişti. Yunus Emre, aynı mesajı ve muhtevayı; "Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın, namaz değil; Yetmiş iki millet dahi, Elin yüzün yumaz değil" mısraları ile dile getirmişti.

Peygamber (SAV) Efendimizin; "İncittiğiniz insanın ve kırdığınız gönlün bedduasından korkun" şeklinde bir uyarısı vardı. Çünkü; mazlumun ahı, yerleri de gökleri de yakardı.

Bu adamın, gönül kâsesi; kırk yerinden kırılmıştı. Yanık yüreği; paramparça denilecek kadar yarılmıştı.

Ömür boyu; hep, "başkaları için" yaşayanların yolundan gitmişti. Bulunduğu her cephede; ganimet beklemeden nöbet tutmuştu.

Bütün bunlardan sonra; bir miktar vefa görmek, hakkı olmalıydı. Hiç olmazsa elinden tuttuğu, zehrini yuttuğu kimseler; kadir, kıymet bilmeliydi.

Aslında; yaptığı hiçbir şeyi, onlar için yapmamıştı ki. "Muhatabı Allah (CC), maksadı O'nun rızasını kazanmak" değil miydi?

Şems-i Tebrizi, ne güzel söylemişti. "Gamzelendi gönül yine, devası ahtır; Gönlü mahzun olanın, dostu Allah'tır" demişti.

İçindeki sese yönelip; kendine gelmesi için uyardı. Can bedenden çıkıncaya kadar, daha yapacağı çok şey vardı.

Gençlik yıllarında, yaşadığı büyük hayal kırıklığından sonra yazdığı şiirin son beyitleri; gecenin ardından gelen gün gibi, perdeleri aralayacak ve gölgeleri silip süpürecek şekilde zihnine üşüştü. "Ey gönül seferberi, tut ipini Mabudun; Siz ey tüm sevgililer, ağlamayı unutun. Sultanlar sultanına, el açsanız yeridir; Oturup dizin dövmek, âcizin kaderidir. Bin kez melül olsak da, bu sevda yolundayız; Ölmeye hakkımız yok, yaşamak zorundayız" mısralarını okuyarak; sıfırdan başlıyormuşçasına, yeniden yollara düştü.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.