Var olduğumuz, canlılığımızı koruduğumuz süre boyunca "uyku" temel ihtiyaçlarımızdan biridir. Doğru zamanlarda ve yeterli miktarlarda uykuya yatılıp bu ihtiyacın giderilmesi gerekir. Hayat süreci içindeki rollerimizi oynayabilmek, görevlerimizi yerine getirebilmek için ise "uyanık" olma ve kalma zarureti vardır. Aksi takdirde arabamız taşa takılır, tümsekte kalır yahut uçurumdan aşağı yuvarlanır. Bu cümleden olmak üzere; insanların, zaman zaman başlarına gelen bazı haller var. O hallerden birini yaşamaya başladıklarında yanlarında, "kendilerini uyandıracak birileri bulunsun" istiyorlar. Uzun yolculuklarda, özellikle gece saatlerinde araç kullanırken, direksiyon başında uyuklama riski taşıyoruz. Yoldan çıkıyor, birilerine yahut bir şeylere çarpıyor yaralanmayla, sakatlanmayla, ölümle sonuçlanan kazalar yapıyoruz. Yanımızda uyanık biri varsa, uyumayalım diye bizi konuşturuyor. Gerekirse kenara çekip dinlenmemiz konusunda "uyarıcı" oluyor.
Zaman zaman rüyalarımız kâbusa dönüşebiliyor. İçimize kuvvetli keder yahut şiddetli korku duygusu düşebiliyor. Ağlıyor, bağırıyor, kıvranıyor, debeleniyor, eziyet çekiyoruz. Bilinçaltımız çözüm arayışı içine giriyor; yanımızda, yakınımızda bulunan birinin bizi uyandırıp bu çaresizlik çıkmazından kurtarmasını bekliyoruz. Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızda bedenen uyanık olduğumuz halde aklen ve ruhen uyuya kalıp kendimize ve çevremize zarar verecek şeyler yaptığımız zamanlarda var. Öyle durumlarda dostlarımız, yakınlarımız, astlarımız, üstlerimiz, uzmanlarımız, danışmanlarımız, ortaklarımız, paydaşlarımız bizi ikaz ediyor yahut uyarıyorlar. Bazen geçmiş zamanlarda yaşadığımız sosyal, psikolojik, siyasal, ekonomik mağduriyetler şimdiki zamanlarımızı ve gelecek zamanlarımızı etkileyecek kırılmalara, kilitlenip kalmalara sebep oluyor. Zanlarımız yahut korkularımız genel gidişatımızın, belirleyici unsurları haline geliyor. O kadar ki adeta benlik – kimlik - kişilik değişimine uğrayıp başka birileri oluyoruz. Ayılmak, uyanmak, aslımıza dönmek, kendimize gelmek için sihirli bir elin perdeleri açmasına, lambaları yakmasına, karanlık bölgeleri aydınlatmasına ihtiyaç duyuyoruz.
Kur'an-ı Kerim'deki pek çok sureden ve ayetten anlıyoruz ki, Allah (CC), bütün peygamberleri insanlar için "uyarıcı" olarak göndermiş. Herhangi bir konuda, zaafa düştükleri yahut yanlış yaptıkları zaman onları uyarmış, ikaz etmiş. Peygamberlerde bu durumu teyit etmişler. Her biri; "Ey insanlar! Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım" demişler. Tamamlanmış dinin tebliğcisi ve temsilcisi olan ahir zaman Peygamberi (SAV), görme özürlü birine gereken ilgiyi göstermedi diye, Allah O'nu Abese Suresi ile uyarmış. O kişiyle her karşılaştığında "Merhaba ey kendisi sebebiyle Rabbimin beni uyarıp azarladığı adam" diyerek yakınlık gösterip halini, hatırını sorarmış.
Her devirde, müminlerden birilerinin bazı konularda peygamberlerini uyardıklarına dair örnekler var. Önce, " Bu Allah'tan(CC) mı senden mi?" diye soruyorlar; "Allah'tan(CC)" derse "inandık ve teslim olduk" cevabını veriyor, "benden" derse ikaz ya da itiraz görevlerini yerine getiriyorlar. Peygamber (SAV) Efendimizin vefat haberi duyulduğunda müminler arasında büyük bir şaşkınlık, keder ve panik hali oluşmuş. Hz. Ebubekir (RA) , Medine minberine çıkıp "Ey insanlar! Kim Hz. Muhammed'e (SAV) tapıyor idiyse, bilsin ki O öldü. Kim de Allah'a(CC) tapıyor idiyse, bilsin ki O diridir ve hiçbir zaman ölmez" diye uyardığında gönülleri yatışmış, sükûnette buluşmuş.
Hz. Ömer (RA) Halife olduğunda, minbere çıkıp "Ey insanlar! Ben haktan, adaletten ayrılırsam ne yaparsınız?" diye sormuş, halktan biri "Seni kılıcımızla doğrulturuz ya Ömer" diye cevap vermiş. Bunun üzerine, Allah'a(CC) hamdetmiş; "Elhamdülillah, eğrilirsem beni kılıcıyla doğrultacak dostlarım var" diye sevinmiş. Allah'ın(CC) emri, Peygamber'in(SAV) sünneti bize gösteriyor ki genelde insanlar, özelde müminler, "birbirlerini yıkayan eller" gibidir. Doğru yaptığında onaylamak ve desteklemek, yanlış yaptığında uyarmak ve ikaz etmek birbirimize karşı "yıkayıp arındırma" görevlerimizden biridir. Ayrıca "kontrolsüz gücün tehlikeli olduğu, olacağı" konusunda bir temel tespit var. Kişiler ve kurumlar, ülkeler ve toplumlar "ferdi murâkabe, sosyal murâkabe, ilahi murâkabe" mekanizmalarını iç içe çalıştırarak, Allah'ın(CC) verdiği gücü ve imkânı amacına uygun olarak kullanmalılar.
Sonuç olarak; hayatın bütün alanlarında ve konularında, birbirimiz için "iyi niyetli uyarıcılar" olmalıyız. Devletin ve milletin tüm kadroları, kurumları nezdinde bu anlayışa ve işleyişe uygun ortamlar oluşturmalıyız.
Zekeriya Erdim