Doğal olarak, "yazmak" deyince insanın aklına "kalem" geliyor. Güzel yazması için de ucunun "sivri" olması gerekiyor.
Kalınlaşınca yontuyor, bitince yeniliyoruz. Gereğini, önemini, etkisini, katkısını ifade etmek için "kalem kılıçtan keskindir" diyoruz.
Ancak, yazmanın da çeşitleri var. Kimileri, ihtiyaç duydukları alanlarda ve konularda "yazı" yazıyor; kimileri, yaptıklarıyla ve yaşadıklarıyla "tarih" yazıyorlar.
Geçmişten bugüne bazen yazılanlar yaşanmış, bazen yaşananlar yazılmış. Yeni nesillere onları "okumak", kendilerinden de bir şeyler katarak "yeniden yazmak ve yaşamak" kalmış.
Malum olduğu üzere "okumak" da sadece "seslendirmek" değil; "anlamak, kavramak, hayata uygulamak" anlamına geliyor. Ancak o zaman, yazmanın amacı gerçekleşmiş oluyor.
İçimizden biri okumayı, yazmayı, yaşamayı en geniş anlamı ile ele alsa. Kalemin ucunu sivriltir gibi bir odaklanma içine girerek; geçmişten geleceğe köprü kuracak şeyler okumaya, yazmaya, yaşamaya karar kılsa.
Dünyayı ve insanlık âlemini aydınlatacak bir ışık bulmak istese. "Öyle bir mesaja, muhtevaya ulaşayım ki; tarih sahnesine çıkmış kavimlerin, dinlerin, devletlerin, kültürlerin, medeniyetlerin en kapsamlı ortak noktası olsun" dese.
Acaba hangi alana ve konuya yönelmeyi tercih ederdi? Asırlar ve nesiller boyu yaşanan zamanlardan, mekânlardan, olaylardan, durumlardan hangilerinin sayfalarına, satırlarına girip okumak, anlamak ve anlatmak isterdi?
Biz, bu sorunun cevabının "Kudüs" olduğu kanaatine vardık. Yıllar sonra, yüz yüze görüşmek nasip oldu; yakından tanışma muradına erdik.
Mitingler yaparken, sloganlar atarken, hakkında şiirler yazarken aslında kavanozu dışından yalıyormuşuz. Uzaktan uzağa övgülerle, kulaktan dolma bilgilerle tanıdığımızı, bildiğimizi sanıyormuşuz.
Genel anlamda Filistin, özel anlamda Kudüs; tarihin en eski devirlerinden itibaren, "peygamberler diyarı". Vahye dayalı dinlerin, devletlerin, kültürlerin, medeniyetlerin her birinin kutsal beldesi; kitap ehli ümmetlerin her birinin, medar-ı iftiharı.
Bir yönüyle İslam coğrafyasının, asırlardır dinmeyen "yürek sızısı". Diğer yönüyle; Muhammed Ümmetinin asırdan asra, nesilden nesle intikal eden "kıyam aşısı".
Oluşturduğu "mana", geliştirdiği "misyon" açısından; sanki "dünyanın merkezi". Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların; ortak değeri, vazgeçilmez gözdesi.
Onun içindir ki; her iddialı devletin, hukümetin, hükümdarın peşinden koştuğu "kızıl elma" haline gelmiş. Tarihin en yoğun ve yüksek ölçekli sosyal, siyasal met-cezirleri; bu bölgede olmuş.
Zaman, mekân bütünlüğü içinde; pek çok milletin ve ümmetin, zengin hatıraları var. Gelecek hayallerini kurar, hikâyelerini kurgularken; ana unsurlardan biri, hatta birincisi olarak görüyorlar.
Defalarca yıkılıp yeniden yapılan ve en son, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Devleti tarafından inşa edilen Kudüs Duvarı'nın içinde; üç dinin mensupları ve mahalleleri var. Kelimenin tam anlamıyla; "birden çok dinin, dilin, milletin, ümmetin, kültürün, medeniyetin bir arada bulunduğu ve birlikte yaşadığı yer" örneğini oluşturuyorlar.
Bütün iplerin bağlandığı ana direk gibi. Bütün kalp atışlarının birleştiği, bütünleştiği kocaman bir yürek gibi.
Dünyanın ve insanlık âleminin nabzını ölçmek isteyenler, oraya bakmalı. Herkes için huzurlu ve güvenli bir dünya denklemi kurmak isteyenler, barış yolculuğuna oradan çıkmalı.
Bu evrensel değeri kendi zimmetinde tutmak isteyenler; sadece Kudüs'ün yahut Filistin'in değil, bütün dünyanın dengesini bozuyor. O toprakları işgal edip, kadim bekçilerini yahut nöbetçilerini sürgüne gönderenler; tarih kitabının eski sayfalarını ve satırlarını tahrip ediyor, yeni sayfalarına ve satırlarına zulüm yazıyor.
Kudüs'ün esaretine, Filistin'in sefaletine son vermek; bütün dinlerin ve devletlerin ortak derdi, davası olmalı. Ağızlarındaki zeytin dalları ile sürgüne gönderilen beyaz güvercinler, artık geri gelmeli; barışın ve huzurun sembolü olarak, Mescid-i Aksa'nın kubbesine yahut duvarlarına konmalı.
Aksi takdirde "öz vatanında parya" haline getirilen Filistin halkının, "silkinmek, ayağa kalkmak" anlamına gelen "intifada" süreci devam edecek. Ağır bedeller ödeme pahasına da olsa ellerinde sadece yıkılan ve yakılan evlerinin anahtarları bulunan mülteciler yurtlarına, yuvalarına geri dönecek.
İşgalciler hiçbir zaman rahat edemeyecek, huzur bulamayacaklar. Bir gece ansızın kapıları çalınacak, yaptıklarının ve yaşattıklarının hesabı sorulacak; eğer fırsat bulabilirlerse, geldikleri yerlere geri dönmek zorunda kalacaklar.
Kudüs'ü esaretten, Filistin'i sefaletten kurtarma sürecine öncülük etmek; hiç şüphesiz, bizim ilgi ve sorumluluk alanımıza giriyor. Asırlar önce ecdadımızın sağladığı huzur ve güven ikliminde yaşayan dedelerin torunları; evlerinde yahut iş yerlerinde sakladıkları Türk bayrağını öpüp başlarına kaldırarak, sahibinin gelmesini bekliyor.
Devlet ve millet olarak; kalemimizin ucunu, biraz daha bu tarafa doğru sivriltmeliyiz. Yolumuzu gözleyen mekânları ve insanları, daha fazla ziyaret etmeliyiz.
Zekeriya Erdim