Kelime-i şehadetin mahiyeti üzerinde mülâhazayı sürdürüyoruz:
İslâm'da ibadet hayatı iman ve İslâm diye belirlenen iki genel kategori dahilinde tasnif edilir, bu iki kısma bir de aynı ehemmiyet derecesinde görülmeyen ahlâk veya ihsan kısmı eklenir. İman, itikat ve inanma anlamına gelirken bu kısımdaki rükünler öteki kısmın, hatta bütün dinî hayatın gerek şartı haline gelerek gerçek kurucu unsur kabul edilir. Başka bir anlatımla iman ve itikad kısmı sahih olmazsa, İslâm'dan yani Müslüman olmaktan herhangi bir anlamda söz edilemez, amellerin ve ibadetlerin kıymet-i harbiyesi olmaz. Bu itibarla İslâm'da dindarlık esas itibarıyla iman ve itikad kısmında teşekkül ederken İslâm bu kısmın bir tezâhürü bazen "teyidi" ve desteği kabul edilir. Bununla birlikte her iki alanın ilişkisi İslâm düşünce geleneğinin ciddi sorunlarından biri haline gelmiş, İslâm'daki ilk teolojik tartışmalar bu ikisinin mahiyeti ve ilişkileri üzerinden ortaya çıkmış, iman ile ibadetin ilişkisi birçok mezhebin ortaya çıkmasının nedeni haline gelmişti.
İmanın altı şartı olduğu kabul edilir: Allah'a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, kadere ve öldükten sonra dirilişe veya ahiret gününe iman! Mu'tezile'nin farklı bir tasnif tarzı olsa bile ana akım bu taksimi kabul eder, yorum farklarıyla birlikte imanın şartları bu şekilde yerleşmiştir. Bir insanın Müslüman olabilmesi için önce iman şartlarını kabul etmesi gerekir, bunlardan birini bilinçli bir şekilde reddeden insan ise mümin olmamış veya reddettiğinde iman akdini bozmuş sayılır. Müslüman olmak ile mümin olmak günümüzde aynı anlamda kullanılmış olsa bile, imanı üst kategori olarak düşünmekte fayda vardır.
Lakin bu şartların tadat edilişinde kafa karışıklığına yol açabilecek bir durum, ihmal edildiğinde dinî anlayışta ciddi sorunlara vesile olabilecek bir belirsizliğin bulunmasıdır. Bunun nedeni, sayımda zikredilen maddelerin sıralamada "eşit önemdeki" maddeler, hatta bağımsız maddeler olarak zikredilmiş olmasıdır. Bir insan bu maddeleri okuyunca eşit maddelerden söz ediliyor gibi düşünebilir, iman esaslarının aynı derecede olduğunu söyleyebilir. İmanın şartları meselesini kelime-i tevhid ilkesi ışığında ele aldığımızda bu yanılgının ötesine geçerek meseleyi daha doğru bir şekilde anlama imkânı ortaya çıkabilir. Bu meyanda imanın şartları sayılan altı madde kelime-i tevhidin farklı alanlarda tezâhür eden bakış açısının bir ifadesidir. Bu itibarla her bir madde kelime-i tevhitte beyan edilen iradeli Tanrı tasavvurunu anlatır, onun bir istilzamı ve neticesi olarak ortaya çıkar, gerçekte bütün maddeler, tek bir asıl maddenin farklı veçheleri olarak okunabilir. Bu nedenle imanın şartlarını altı madde saymak yerine bir esas maddenin neticeleri ve kelime-i tevhidin varlık yorumunun anlatımı şeklinde okuyabiliriz. Bu ne anlama gelir?
Hiç kuşkusuz dindarlığın esas ve kurucu unsuru Tanrı'ya iman, daha açık bir anlatımla iradeli ve kudretli Tanrı'ya imandır. Tanrı'yı belirlenimsizlik olmaksızın iradeli ve kudretli bir Tanrı kabul etmek, içinde yaşadığımız evrenin tasavvur tarzını inşa eder, bu hayat dahilinde ortaya çıkan her şeye nüfuz eder. Bu değişim, daha doğrusu evrenin ve hayatın iradeli Tanrı inancı ekseninde inşası, imanın öteki kısımlarını ve maddelerini teşkil eder veya onlarda dile gelir.
İmanın kurucu unsuru olan iradeli Tanrı anlayışının ilk tezâhürü "meleklere iman" olarak kabul edilebilir. Meleklere iman, müstakil olarak ele alınması ve üzerinde tahlil yapılması gereken fakat çağdaş İslâm düşüncesinde görece ihmal edilen bir konudur. Müslümanlar arasında meleklere iman, bir akide ilkesi olarak bulunuyor olsa bile Tanrı'ya iman, meleklere imanı etkisizleştirmiş görünüyor.
Meleklere iman, iradeli Tanrı tasavvurunun en önemli ilkelerinden biridir. Başka bir anlatımla iradeli ve kudretli Tanrı'ya iman, Tanrı ve varlık-âlem ilişkisinde öncelikle nedenselliğe imkân vermez, Tanrı'nın fiilleri "vesile" (neden olmayan fakat nispeten perde sayabileceğimiz varlıklar) addedilebilecek birtakım aracı varlıklarla veya durumlarla "perdelenir." Bu durum Tanrı'nın fiillerinin "melekler" ile ortaya çıkması, buna mukabil gerçek failin melekler perdesiyle gizlenmesi demektir. O halde meleklere iman etmek, nedenselliği reddederek iradeli Tanrı'nın âlemle ve tikellerle ilişkisini gösteren bir ilke olarak birinci şartın yeni bir ifadesidir. Kitaplara ve peygamberlere iman ise "nasıl bir Tanrı'ya iman ediyoruz?" sorusunun cevabı olarak ortaya çıkan ve daha çok insanla ilişkili iki cevaptır. Bir Müslüman konuşan-kelam sahibi ve insanlarla ilişkili Tanrı'ya inanmak zorundadır. Üstelik bu konuşma belirsiz ve anlamsız bir söz değil, insanca anlaşılan, bilinen bir sözdür. Dinî hayatta antropomorfik düşüncenin kaynağı ilâhî kelamın bu halidir. Bu ilişki insan tarafından değil, Tanrı tarafından kurulur ve sürdürülür. İlişkinin aracı ve yolu ilâhî kelamdır. Tanrı konuşur ve konuştuğu insanlarca anlaşılabilecek bir metin olarak bize gelir. İradeli Tanrı'nın konuşan olduğuna inanmak, ilâhî kelama ve kitaplara imanı ortaya çıkartırken; iradeli Tanrı'nın insanlarla doğrudan ilişkisi ve onlara rahmet ve hidayet eden bir rab olması ise peygamberlere imanı ortaya çıkartır. Kadere iman ise "nasıl bir Tanrı'ya iman ediyoruz?" sorusuna cevap sadedinde "her şeyi bilen ve her şeyi belirleyen Tanrı'ya iman ediyoruz" cevabını beyan eder. Bir Müslüman, insanlık tarihinde aşina olduğumuz herhangi bir fatalizme veya kötümserliğe değil, bilen ve belirleyen Tanrı'ya inandığında kadere iman etmiş olur. Demek ki kader de iradeli Tanrı'ya inanmak demektir. En nihayetinde ölüm sonrasında diriliş ve ahirete iman gelir. Bu ise sonuçta Tanrı ile ilişkimiz hakkında mukadder bir sorunun anlatımıdır. "Biz iradeli Tanrı ile bir daha mülaki olacak mıyız veya O'nu bir yerde görecek miyiz" diye düşününce din bize "ahiret" ile cevap verir. O zaman ölüm sonrası diriliş, herhangi bir şekilde varlığımızı sürdürmek değil, iradeli Tanrı ile buluşmaya iman etmek demektir.
Bu maddelerin üzerinde ayrıntılı durmak gerekir. Gerçekte bir iman şartı vardır ve o da iradeli Tanrı'ya iman şartıdır. İmanın öteki maddeleri ise iradenin boyutlarını ve bizimle ilişkisini gösteren açıklamalardır.
Ekrem Demirli