İslam dünyasına ve o günkü İslam Devletine komşu kültürlerden bilgi aktarımının boyutu ikinci yüzyılın ikinci yarısında önemli oranda arttı. Ayrıca, alıp benimseme yeteneği, çok çeşitli uygun koşullar sayesinde sürekli ve hızla gelişti. İntikal süreci deyince elbette sadece kitap çevirileri ve bunun etkileri düşünülemez. Doğu Akdeniz'in sahillerinde fethedilen ülkelerle Akdeniz adalarındaki kültür merkezleri temsilcilerinin bir süre Müslümanların hocaları olarak oynadıkları rol ve Süryanice ve Farsça konuşulan bölgelerden çıkan bilim ve kültür taşıyıcılarının önemi de gayet açıktır.
Grek dünyası ve Hintlilerden, muhtemelen dolaylı şekilde geç dönem Keldanilerden de alınarak benimsenen bu ilk dönem bilgilerle, İran'da sınırlı bir gelişme yaşandı. Sasanilerden daha ziyade harmanlanmaya uğrayan bilim alanlarının etkisiyle, İslam'da astronomi, astroloji, matematik, coğrafya, felsefe ve tıp gibi dallarda alabildiğine hızlanmış bir ilmi faaliyet dönemi göze çarpmaktadır.
Ancak bölgeye gelip yerleşen yeni yöneticiler olan Müslüman ilim adamları bu bilgiyi olduğu gibi aktarmamış, zaman zaman sentezlemiş veya yanlış taraflarını tespit ederek geliştirmek suretiyle daha mükemmelini ortaya koymuş ve dünya ilimler tarihinde büyük gelişmelere yol açmışlardır. Mesela Batlamyus'un Kanon adlı astronomik cetveller kitabının, Hint kökenli cetveller yardımıyla gözden geçirilerek işlenmesi bu ilim dalında bazı bilgilerin düzeltilmesini ve doğru bilgilere kavuşulmasını sağlamıştır. Bu gözden geçirmenin en yeni redaksiyonu, Zic eş-Şehriyar adı altında muhtemelen 2./8. Yüzyılın ilk yarısında Arapça'ya çevrilen eserdir. Bu çevirinin Müslüman ilim adamlarını çok erken dönemde bilimsel astronomiyle uğraşma noktasında harekete geçirici etkisinin hayli büyük olduğu görülmektedir.[1]
Felsefe alanında Aristotales'in Organon adı altında toplanan mantık kitaplarının bazıları orta dönem Farsça çevirilerden Abdullah İbnu'l-Mukaffa (139/756) tarafından Arapça'ya tercüme edildi. Pers asıllı olan İbnu'l-Mukaffa' kendi yüzyılının en önemli edebiyatçılarından ve mütercimlerinden birisiydi. Onun yaptığı önemli çevirilerden birisi de, hayvan fablları formunda bir 'siyasetname' olan Kelile ve Dimne adlı meşhur eserin çevirisidir.[2]
İbnu'l-Mukaffa'ın çevirilerinden birisi de Siyerü'l-mülûk adlı çalışmasıdır. III. Yezdücerd zamanında Sâsânî Devleti'nin resmî salnamelerinden faydalanılarak kaleme alınmış Hudâynâme adlı Pehlevîce tarihin tercümesidir.[3]
Sasanilerin ünlü bir ilim merkezi olan Cundişapur şehri ilim aşığı ilmi ve ilim adamlarını koruyan ve kollayan her konuda destekleyen Halife el-Me'mun (198-218) dönemine kadar varlığını sürdürmüştü. Zaman ilerledikçe ve Müslüman ilim adamlarının ilmi inkişafları arttıkça bu önemli tıp ve ilim merkezinin tabipleri Haifelerin de desteğiyle Bağdad'a yerleşmiş ve ilmi faaliyetlerini burada halifelerin desteğinde sürdürmüşlerdi. Bu tabiblerden birisi olan Cercis İbn Cabrail İbn Buhtişu', Cundişapur Hastahanesi'nin başhekimi olup o güne gelinceye kadar tıp ile ilgili birkaç eser telif etmişti. Bu hekim ilerlemiş yaşına rağmen Halife el-Mansur tarafından, Halife'nin mide rahatsızlığını tedavi etmek için 148/765 yılında Bağdat'a çağırılmış ve Halife'yi tedavi etmiş, buna karşılık da büyük mükâfatlar almış ve hatta Grekçe'den Arapça'ya birçok tıp eseri büyük meblağlar karşılığında tercüme etmişti. Kendisinin bizzat telifi olan eserleri ise Süryanice olarak kaleme almıştır.[4] İşte bu ilk dönem çalışmalar zaman içinde ilerlemiş ve Bağdat'ı dünyanın medeniyet merkezlerinin en ön sıralarına taşımıştı.
İkinci/Sekizinci Yüzyılın ilk yarısında İslam ilimler tarihinde meydana gelen muazzam gelişmeler olağanüstü bir seviyede idi. Zamanla hadis ve İslam hukuku alanındaki ilk mütevazı eserlerin yerini büyük Hadis Mecmuaları ve Hukuk Külliyatları aldı. Ayrıca hadis usulünün ve Tabakat kitaplarının yazılması da son derece önemli bir adımdı. Bir taraftan İslam tarihinde önemli bir yer tutan fetihlerin tarihi yazılırken, bir diğer taraftan da bu yeni ülkelerin coğrafi açıdan tanıtımına da yer veriliyordu. Aynı şekilde dil bilimleri alanındaki gelişmeler, Ebu'l-Esved ed-Düeli, Halil İbn Ahmed ve daha sonraları Sibeveyh ve Ahfeş gibi dilciler büyük çalışmalar yaparak ilmi gelişmelerde ilk çığırları açan ilim adamları idiler. İşte bu gelişmelerin hicri ikinci, miladi sekizinci yüzyılın ilk yarısında dikkat çekici bir hızla alabildiğine canlı bir şekilde ilerlemesi akla durgunluk getirecek mahiyette idi. Aynı durum, hem İslam öncesi Arap şiirlerinin toplanması ve yazılmasında hem de sarf ve nahiv alanında kullanılan materyal çerçevesinin genişletilmesi de bu alandaki büyük gelişmelerden birisi idi.
Mesela Ebû Abdirrahmân el-Halîl İbn Ahmed İbn Amr İbn Temîm el-Ferâhîdî/ Fürhûdî'nin (ö.175/791) çalışmalarını ele aldığımızda, içerik açısından kendisinden sonraki ilim adamlarına örnek teşkil eden mükemmel çalışmalarının olduğunu görüyoruz. Bu çalışmaların başında Naktu'l-mesâhif [5] veya diğer adıyla Kitâbü'n-Nakt ve'ş-şekl[6] gelmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'in harekelenmesi ve noktalanmasına dair kaleme aldığı, İbnü'n-Nedîm'in listesinde geçen, fakat günümüze ulaşmayan kitap bu sahada ilk telif eserdir. Hz. Peygamber'in hayatında çeşitli malzemeler üzerine kaydedilmiş olan Kur'an metnini, Hz. Osman'ın bizzat istinsah ettiği mushafta yazılan şekliyle muhafaza etmek ve böylece onun bozulmasına yol açmamak gibi sahabenin gösterdiği gayret yanında, kıraatte tashîf (yanlış okuma) ve lahn (dil hatası yapma) tehlikesini önleyecek tedbirlerin de alınması lüzumu hissedilmişti. Ebü'l-Esved ed-Düelî ile (ö. 69/688) başlayan, Nasr İbn Âsim el-Leysî ve Yahya İbn Ya'mer gibi şahsiyetlerle devam eden bu yöndeki çalışmalar arasında Halîl İbn Ahmed'in yazının ıslahı hususundaki büyük hizmeti önemli bir yer işgal eder.
Halil İbn Ahmed'in diğer önemli bir çalışması da Kitâbu'l-Ayn adlı eseridir. Arap lügatçiliği alanında telif edilen şekil ve muhteva bakımından orijinal, aynı zamanda dünya lügatçilik tarihinde ikinci/sekizinci yüzyıl gibi erken bir dönemin mükemmel bir ürünü olma özelliğiyle dönüm noktası sayılabilecek mühim bir eserdir. Daha önce hazırlanmış sistematik sözlük çalışmalarından sonra Halîl İbn Ahmed'in ilk defa alfabetik diziyi uyguladığı bu çalışmada kelimelerin köklerini oluşturan sessizler esas alınmıştır. Arapça'nın yapısıyla ilgili olan bu husus bazı istisnalarla dil bilimde hâlâ devam etmektedir. Diğer bir çalışması da dilbilgisi/Nahiv alanında olup Kitâbü'l-Cümel en-nahv adını alır. Halîl İbn Ahmed'in, Arap dilinin gramerini büyük ölçüde genişletip geliştirdiği ve kendisine aidiyeti hakkında şüpheler bulunan Kitâbü'l-Cümel'den başka müstakil bir eser kaleme almamasına rağmen gramer çalışmalarına büyük ölçüde yön verdiği muhakkaktır. Onun eski Arap şiirinde büyük bir önemi haiz olan Kitabü'l-'arûz, adlı eseri ile Mûsiki ile ilgili Kitabü'n-Nağam fi'I-mûsîkâ adlı çalışmaları İslam Medeniyetinin ilk ürünleri arasında önemli yeri olan eserlerdir.
Her bir bilim adamı kendi öncülerinin eserleri üzerine yeni şeyler inşa ederek bunları olabildiğince genişletiyor ve vazgeçilmez eserler haline getiriyordu. Amr İbn Osman Sibeveyh'in (ö.tahminen 180/796)[7] "Kitap" (el-Kitab) diye tanınan gramer kitabı buna örnek olarak gösterilebilir. Daha sonra nesillerce gramerin başyapıtı olarak kabul edilen bu şah eser, hacmiyle ve sistematik yapısıyla İslam Medeniyetinde ilimlerin kısa zaman zarfında ne kadar hızlı ve köklü gelişim gösterdiğini ortaya koymaktadır.
[1] F. Sezgin, GAS, V, 203-204.
[2] Bu çeviri İbnü'l-Mukaffa'ı üne kavuşturan en önemli çalışması olup I. Hüsrev zamanında tabip Berzeveyh (Berzûyeh) tarafından Hindistan'dan getirilip Pehlevîce'ye tercüme edilen Panchatantard'nın Arapça'ya çevirisidir. Aslı Sanskritçe olan eser, hayvanların diliyle yazılmış hikâyelerden (fabl) oluşup ismini Kelîle ve Dimne olan iki çakal kardeşten alır. Kelîle ve Dimne Farsça, Arapça, Süryânîce, İngilizce, İtalyanca, Almanca ve Fransızca gibi çeşitli dillere çevrilmiş, Arapça çevirisi ilk defa Silvestre de Sacy tarafından Calila et Dimna ou fables de Bidpai (Paris 1816) adıyla yayımlanmış, daha sonra Bulak, Kahire ve Beyrut'ta birçok baskısı yapılmıştır.
[3] Başta Firdevsî'nin Şâhnâme'si olmak üzere Sâsânî tarihi üzerine kaleme alınan Farsça ve Arapça kitaplara doğrudan veya dolaylı olarak kaynak teşkil eden eser üzerinde Mario Grignaschi, Nîhâyetü'l-ireb fî ahbâri'1-Fürs ve'l-Arab adlı anonim kitapla karşılaştırarak geniş bir çalışma yapmıştır. Reynold Aleyne Nicholson, Siyerü'l-mülûk'ü Arap tarihçilerinin tarih yazımı konusunda örnek aldıklarını söyler.
[4] Ibn Ebi Usaybi'a, Uyun el-Enba, s.123-125; bk. Ayrıca A. Ağırakça, İslam Tıp tarihi, İstanbul 2004.
[5] Kur'an/Mushaf'ın noktalaması
[6] Noktalama ve harekeleme konusunda bir çalışma