Her mesleğin kendisine has bir ahlâkı vardır. Ticaretin, devlet yönetimin, politikanın, askerin ve nihayet her bir mesleğin bir ahlâkı olması gerektiği gibi eğitim ve öğretimin, eğitimcinin ve öğretmenin de kendisine özgü bir ahlâkı olmalıdır. Fakat sağlığın, insanlığın hayatiyyeti ile ilgili öneminin büyüklüğünden dolayı tıp ve tabibin ahlâkı diğerlerinden çok daha farklı bir önem arz eder. Sağlık insanlığın hayatî bir meselesi ve insanın varlığını sürdürmesine bağlı önemli bir meslek olduğu için tabip ve tıp ahlâkı üzerinde haddinden fazla durulmuş ve buna dair İslam Tıp Tarihinin ilk dönemlerinden başlayarak günümüze kadar sayısız eser yazılmıştır. Bu eserleri ileriki günlerde arz edeceğimiz yazılarımızda tanıtacağız. Bunlar içinde farklı bir özellik taşıyıp, tıp ile ilgili ilk ahlâkî öğütleri içeren ve tabipler için vazgeçilmez ilkeler olan ilk metin, Hippoktares'in el-Ahd (Söz) diye ifade edilen ve sonradan da "yemin" diye bilinen ahlâkî ilkelerdir.
Tıbbı İlahi bir sanat olarak kabul eden Hippokrates tıp ile ilgili olarak birçok alanda önemli düşüncelerini yazmıştır. Onun tıbba yaklaşımı ile ilgili şunları dile getirmek mümkündür: "Tıp, ilimler arasında en şerefli sayılan mesleklerden biridir. Ancak bunun en tehlikeli yanı tıp öğrenimi görmediği halde ve tıp bilgisine sahip olmayan kimselerin insanları tedâvi etmeye kalkışmalarıdır. Kendi hevesini tatmin etmek ve para kazanmak üzere tıp mesleğini icra etmeye kalkışan ve insanlara kendisini tabip diye takdim eden kişilerin yaptıkları yanlışlıklar kolay kolay telefi edilemez. Bu gibi tabipler kendilerini ismen tabip görseler de hakikatte asla tabib olamazlar. Bunun için tıp öğrenimi almamış olan kimselerin öncelikle dürüst ve ahlâklı, ilme saygılı ve dikkatli olması gerekir. Ama tıp öğrenimi görmüş ve bu mesleğin özelliklerine sahip olan kimse, insanlar için güzel hizmetler yapabilir. Bütün bunlar insanın tabiatı ve ahlâk anlayışına bağlıdır. Hayat bir eğitim ve terbiyedir. Eğitim ve öğretimden elde edilecek ürün ise aynen toprağın verdiği ürün gibidir. Neyi ekersen onu biçersin. Güzel tohum toprağa düştü mü, güzel ürün verir. Tıp ilmi de iyi bir hazine ve güzel bir azığa benzer. Mükemmel bir şekilde elde edilirse kişiye mutluluk verir. İnsanlığa büyük bir hizmet yapılmış olur. Ama sadece bir intihal olarak elde edilirse kendisine mutsuzluk hastalara da büyük sıkıntılar getirir.
Hippokrates bu öğütlerine devam ederek öğrencilerinin şu hususlara uymalarını istemiştir: "Çok tamahkâr olmayınız, hastalarınızın maddî imkânlarını göz önünde bulundurup ona göre onlardan ücret alıp almayacağınızı iyice düşününüz. Bazı tıbbî vakalarda hastadan hiçbir maddî ücret istenmemelidir. Geçim sıkıntısı çeken bir yabancı size başvurduğunda onu tedâvî ettikten sonra kendisine yardım ediniz. Çünkü insanların sevildiği yerde tıp sanatı da itibar görür. Hastalarınızı ziyaret etmek üzere bir eve gittiğinizde onlardan izin isteyerek içeri giriniz. Bilerek veya bilmeyerek yapabileceğiniz her türlü kötü davranışı yapmamaya çalışınız. Gördüğünüz, işittiğiniz her sırrı saklamayı kendinize bir ilke edininiz. Hastanın sırrını mutlak surette saklayınız."
"Tabip hür düşünceli, güzel huylu, genç yaşta tıp öğrenimine başlamış mütenasip bir vücut yapısına sahib olmalı, yani kilosu normal olup, şişman olmamalı, kavrayışı güçlü, güzel konuşan, kendisine danışıldığında veya bir konunun müzakeresi yapıldığında orijinal düşüncelere sahip, iffetli, cesur, mütevazı, ciddi ve kızgınlık anında iradesine hâkim, yürüyüşünde mu'tedil bir kimse olmalıdır. Saçı sakalı daima düzgün tıraşlı, elbisesi temiz ve beyaz olmalı, hastaya bakmak üzere çağrıldığında hastanın yanında oturup ağrı ve şikâyetlerini iyice dinlemeli, hastaya ve hasta yakınlarına karşı mütekebbir davranmamalıdır."
Hippokrates bugüne kadar varlığını sürdüren bir tıbbî ahlâk geliştirmiş olup, tıp ilmini öğretmeye başladığı kimselere önce bu ilmin kurallarına bağlı ve sadık kalacaklarına dair yemin ettirir, sonra öğretime başlardı. İşte tıp tarihinde "Hippokrates yemini" ve İslâm Tıp Tarihleri kaynaklarında da "el-Ahd" diye ifade edilen veya "el-Eymân" diye bilinen yemin budur.
Asklepios devrinden beri bu ilim sadece Asklepios ailesi ferdlerine öğretilirdi. Babadan oğula veya dededen toruna intikal edip duran bu ilim Hippokrates'ten sonra onun gayreti ve isteği üzerine başkalarına da intikal etmeye başlamıştır. Ancak buna karşılık tıp ilmi Asklepios ailesinde bulunduğu müddetçe hiçbir hastadan para alınmaz ve ücret mukabilinde kimse tedâvî edilmezdi. Büyük bir ihtimalle bu bir peygamber öğretisidir. Bu iş tamamen "iyilik" anlayışı üzerine bina edilmiş olduğu görülmektedir. Fakat bu ilmin adı geçen aile fertlerinden başkasına intikal etmeye başlaması üzerine meslek ahlâk ve haysiyetinin korunması amacıyla yukarıda söz konusu ettiğimiz yeminin yapılması zaruri kabul edilmiş ve bu prensipler içinde uygulamaya konulmuştur. Bu yeminin metni İslâm ve batı tıp eserlerinde farklı şekillerde yansımıştır. Özellikle XX. Yüzyılda ateizmin öne çıktığı ve din düşmanlığı ve inkârcılığının adeta tercih edildiği dönemde kanaatimizce Hippokrates yemini değiştirilmiş ve Allah adının anıldığı baş tarafı atılarak sekülerleştirilmiş bir yemine dönüştürülmüştür. Grekçe'nin İyonya Lehçesinden Arapça'ya tercüme edilen ve İslâm tıp tarihi kaynaklarına yansıyan bu yeminin metni şu şekilde kaydedilir:
"İnsana hayatı ve ölümü, sağlık ve şifa ile her türlü ilacı bahşeden Allah adına; hekim Apollon, Asklepios, Hygia, Panacea ve Allah'ın erkek-kadın bütün dostları adına yemin ederim. Ayrıca bu yeminime aynen sadık kalacağıma, bana bu ilmi öğreten hocamı aynen babam gibi tanıyacağıma, onun ihtiyaç duyacağı her hususta fedakârlıkta bulunacağıma, malım ve canımla onun emrinde olacağıma, onun neslinden gelen evlad ve torunlarına –istedikleri takdire- bu ilmi şartsız ve ücretsiz öğreteceğime, onları kendi öz kardeşlerim gibi göreceğime, tıp yeminini yapmalarından sonra, benim ve hocamın çocukları ile diğer tıp öğrencileri arasında asla ayırım yapmayacağıma, bütün gücümle hastayı tedâvî ederek onun yararına olabilecek her hususta çalışacağıma, hastanın zararına olabilecek her şeyi ondan uzak tutacağıma, ona eziyet verecek her hususu bilgim oranında ve inandığım tıbbî çözüm doğrultusunda ondan uzaklaştırmaya çalışacağıma, öldürücü ve zehirleyici bir ilaç benden istendiğinde vermeyeceğime, bu konuda kimseye yardımcı olmayacağıma, çocuk düşürücü ilaçları kadınlara vermeyeceğime, nefsimi ve mesleğimi her türlü eksiklikten koruyarak en güzel hasletlerle donatacağıma, mesanesinde taş bulunan hastanın hemen karnını yarmayıp bunu konu ile ilgili uzman cerrahlara bırakacağıma, gireceğim bütün evlere sadece hastanın yararı için gireceğime, her türlü zulüm, kötülük ve ahlâksızlığın dışında bir hayat süreceğime, mesleğimi icra ettiğim sırada ya da bunun dışında toplum içinde gördüğüm yahut işittiğim, açıklanması gerekmeyen hiçbir hususu açıklamayacağıma ve böyle durumlarda ağzımı sıkı tutacağıma ve bütün bunları bir görev olarak algılayacağıma yemin ederim. Bu yeminimi hiç bozmadan yerine getirebilirsem yaşamım ve mesleğimi mutluluk içinde geçireyim. İnsanlardan daima saygı göreyim. Şayet bunları yerine getirmezsem bütün bu temennilerin zıttı ile karşılaşayım." (İbn Ebi Usaybia, Uyûnu'l-enbâ', s. 45).
Müslüman tabipler tıbbın dünyada en şerefli ve en itibarlı meslek olduğunu kabul ederler. Genel olarak tabibin soğukkanlı, merhametli, insanın fıtrî yapısını bilen ve ona göre insanlara davranan, mütevâzı, vakarlı, ağırbaşlı, necip, insanı kendisine saygıya adeta mecbur eden ve özellikle mütekebbir olmayan bir kişiliğe sahip olmalıdır. Tabib, kıskançlığı, başkasını kötülemeyi ve kendini beğenmişliği reddeden bir şahsiyet olmak zorundadır. Bu onun mesleğinin gereğidir.
(Konuya devam edeceğiz.)