'Erken' devir Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin asli ideolojisi 'hür sermâyecilik', toplumu iki temel sınıfa ayırmıştır: Büyük çaplı üretimi elinde tutanlar, bunlara 'mâlikler' diyebiliriz ve mâlik olmayan üretenler, yani 'emekciler'. Bu iki temel kesimin dışında bir ara sınıf bulunur; buysa, küçük tarım üreticisi, esnaf, zanaatkâr ile hizmetlilerden oluşur. Söz konusu dört kümeyi belli bir sınıfa yerleştirmiş olmamıza rağmen, bunlar mütecânis bütünlük oluşturmazlar. En azından ilk iki küme ile sonuncular arasında önemli fark vardır. Küçük çiftci-tarımcı ile zanaatkâr, üretirler. Ancak, kendilerine sermâye birikimine imkân tanıyacak ölçüde artıürünü, maddi nedenlerden ötürü, meydana getiremezler. Bununla birlikte, ortaya koydukları 'emek' ile kullandıkları malzemenin karşılığını görürler. Demekki, büyük sermâyenin buyruğunda çalışan emekci-işciden farklı olarak 'emekleri'ne de onun 'semere'sine de 'yabancılaşmaklar. Küçük çiftci yahut tarım üreticisi ile zanaatkâr, artık 'çıkmaz yol', 'çağdışı' yahut 'köhne' iktisâdi etkinliklerden sayılırlar. Aynı değerlendirme, aslında üreticilik yanı bulunmayan, küçük esnaf için de geçerlidir.
Üretici olmamakla birlikte, küçük esnaf, iktisâdi bir etkinlik içerisindedir. Hizmetliler, oysa, iktisâdi etkinlikte bile bulunmazlar. Buna karşılık, toplum hayatının düzen ile tertibini sağlarlar. Şu var ki, bahsi geçen kısmen alışılagelinmiş öbeklendirme sermâyeci esâslı Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin günümüz toplum yapısını, artık tam yansıtmıyor. Bir kere, A.B.D., İngiltere, Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda, Güney Afrika Birliği, Fransa, Almanya- Avusturya, Felemenk, İsviçre, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya, İtalya, Ispanya, Meksika, Şili, Arjantin, Brezilya, Lehistan (Polonya), Macaristan, Rusya, Çin, Japonya, Kore, Hindistan, Tayland ile Malezya gibi, yeryüzünün 'kalkınmış' yahut, en azından, mâli sermâyeci düzene dâhil olmuş ülkelerde özel ile kamu kuruluşları tarafından istihdâm olunan geniş bir 'hizmetliler kesimi' daha bulunur: Araştırmacı bilimadamları. Bunların, gerek üretime gerekse toplumun tanzimi ile tertibine doğrudan kısa vadede katkıları olmaz. Sözü edilen kesimin yanısıra, hiçbir yararı görülmeyen çığ misâli devleşen bir 'işsizler ordusu'[1] ile 'eğlence sanayii işcileri'[2] de vardır. Görüldüğü gibi, Çağdaş İngiliz-
Yahudî medeniyetinin klasik devrinde, öncelikle elektronik sanayi hamlesinin ardısıra başgösteren 'özgüç' (Fr&İng automation) olayının sonucunda üretimçin istihdâm zorunluluğu gittikce gerilemektedir. Yine de bu durum, sömüren - sömürülen keskin ayırımını ortadan kaldırmıyor. Tersine, söz konusu uçurumu genişletip derinleştirmektedir.
Günümüzde yürürlükteki Klasik İngiliz-Yahudî medeniyetinde zanaatkârın, küçük çiftci ile esnafın ve hizmetlinin 'sınıf niteliği bile müphemdir. Esnaf ile hizmetli, bir fasıl 'küçük kentsoylu' sayılmakla birlikte, zanaatkâr ile çiftci- tarımcı hangi öbeğe yerleştirilmeleri icâb ettiği belli değildir. Haddizâtında bu, bir sorun olmaktan çıktı. Zirâ mâlî sermâyeci düzenin, hâkimiyetini tesis ettiği diyârlarda 'el emeği göz nuru', büyük çapta, hayatta kalmış 'eskiler'in sisli puslu anılarında yaşayan bir olaydan ileri geçmez oldu artık. Mamûl mallar, yüzde seksen, doksan oranında kendikendine işleyen âlet edevât yoluyla el değmeden üretilmektedirler. Koca koca imâlathânelerde, fabrikalarda, kuruluşlar ile enerji üretim merkezlerinde, bakıyorsunuz, beş on kişiden mürekkep mühendisler ile teknisyenler topluluğundan başkası yok. Çirkinlik abîdesi dev boyutta gemiler, altı yedi kişi tarafından tümüyle elektronik âletlerle yürütülüyor. Katar (tren) makinistleri ile metro sürücüleri araçlarında süs niyetine oturuyorlar. Yakında aynı durum, pilotlar için de söz konusu olacağa benzer. Pek çok alanda kişinin, işlerini evinden yahut taşıtından bilgisayar ile telefon yoluyla yürüttüğünü görüyoruz. Bu yüzden yeryüzünün bellibaşlı büyük şehirlerinde işyeri satmak yahut onu kiraya vermek bayağı sorun olmağa başlamıştır. Oralarda yazıhâneler doluymuş gibi gözüksün, bundan dolayı da satış yahut kira râyiçleri düşmesin diye bunların ışıkları söndürülmüyor. 'Alınteri dökerek ekmeğini taştan çıkarmak', önemli ölçüde, çağdaş nesillerin tanımadığı 'tarihöncesi' bir tavrın deyimleşmiş hâlidir. Önemli ölçüde diye niteliyoruz. Bu, Türkcede amelelik dediğimiz, kaba inşâat işciliğinin dışında geçerliliği kalmamış bir maişeti temin çeşididir de ondan. O, inşaatlarda çalıştırılan, konutlar ile kamuda temizlik işlerinde kullanılan vasıfsız işci, yanî 'amele'dir. Kısacası, bu kişi, ucuz işgücü sunan, köleliğin bir gömlek üstünde bulunup her türlü toplum güvencesinden yoksun 'sınıfdışı' bir Lumpenproletardir. 'Safâhat toplumları' kendilerine yakıştırmadıkları en mihnetli ve pis işleri, yeryüzünün 'bahtsız toplumlar'ından devşirip getirdikleri bahsi geçen Lumpenproletarlere gördürürler. Onlar da, kendi yerlerinde yurtlarında aç sefîl kaldıklarından, mezkûr işleri boğaz tokluğuna görmeğe dünden teşnedirler. Amele olamayanlara kader daha da kötü bir oyun oynar. Kadınlar, genç kızlar ile küçük erkek çocuklar, yeryüzünün kimi yerlerinde dev boyutlara erişmiş fuhuş pazarlarında satışa arzolunurlar. Bunlar, kelimenin tam manâsıyla fuhuş köleleridir. Onları pazarlayanlar da köle tâcirleridir. Bu tâcirler, kimi zaman işi meslek edinmiş kimselerdir. İşin daha da kötüsü, zaman zaman, baba, amca, ağabeğ yahut koca neviinden, 'köle'nin birinci dereceden yakını dahî olabilir. Fahişelik, insanlık şeref ile haysîyetini topyekûn ayaklar altına alan en aşağılık tür köleliktir. İnsanın bundan daha fecîi duruma düşmesi düşünülemez. Fakat 'insan' bir kere 'beşer' düzlemine indirgenmeyegörsün, her çeşit insanlıkdışı durum olağanlaşır.
- İnsan-olmanın maddî ile manevî çıkış yahut hareket noktası karşı cinsiyete mensûb iki kişinin 'sevişme'sidir. Aile dediğimiz temel toplum katmanı bu yoldan vucut bulur. Ama beşerleştiren Çağdaş İngiliz-Yahudî medeniyetiçin 'aile' mefhumu ortadan kalkmıştır. Bu mefhum ve bunun türevi olan kurumla, birlikte 'sevgi', 'saygı', 'dayanışma' ile 'savunma' gaileleri de yokolmuştur. O hâlde her şey gibi, cinsiyet de serbestce pazarlanır, satılır ve satınalınabilinir. Bu yüzden işte, en gözde metâa cinsiyet tâcirliğidir. Bahis konusu ticârette metâa her vakit açıkca sergilenmeyebilir. Ticârî ile siyâsî yatırımları ve mâlî kaynakları harekete geçiren, kişiyi cinsiyet alışverişine hazır hâle getirmek; çoşturmak; şehvete dâvet çeşidinden bellibaşlı etkenlerdir. Batakhâneler, kumarhâneler, meyhâneler, genelevler, buluşmaevleri, 'demiryolu hattı'nın son duraklarıdır. Oralara varmadan önceki 'durak'lar, dev boyutlara erişmiş bir sanayinin kısımları gibidir. Nedir bu kısımlar? Öncelikle erkeği sevişmeğe, kadını da erkeği şehvetlendirmeğe teşvîk edici basın, yayın, sinema, tiyatro, roman, hikâye, müzik yollu propaganda, reklam; kamunun bakışına açık mahallerde levha yahut duvar ilânları. Bütün bir yaşama ve davranma tarzının kökten değiştirilişi; bu değişmenin öncelikle kadının giyimi ile kuşamında kendini yansıtışı: Çıplaklığa varacak raddede bedenin açık saçık teşhiri. 1960larda bu tavır deniz kenarında, kumsalda sergilenirken 1970lerin başlarından, özellikle de 1990ların ikinci yarısından itibâren büyük şehirlerin kalabalık, işlek, saygın caddeleri ile mutenâ semtlerine taşınmıştır. Asırlarca bütün müstesnâ medeniyetlerce müstehcen ve müstekreh görülüp kabul olunmuş insan manzaraları artık umûruadiyeden addolunmaktadır. Tersine, yine öncelikle kadının iffetli, ağırbaşlı davranışı ve buna koşut kapalı giyim kuşamı yerilmekte ve hattâ kimi ülkelerde yasaklanmaktadır. Tasvîrini sunduğumuz bu gidişin iktisâdî-ticârî nedenlerinin yanında, siyâsî sebepleri de var. Fuhuş ile zinâ, bireyin günümüzde son toplumsal dayanağı ile sığınağı olan aile kurumunu yıpratıp aşındırmakta; sonunda da çökertmektedir. Böylelikle birey, tümüyle dayanaksız ve korumasız kalmakta, sonuçta küresel sömürü karşısında dirençsiz bırakılmaktadır.
- 1780lerde başlayan küreselleşme çabaları, başarının doruğuna 2000de ulaşmış görünüyor. Felsefe-bilimin dialektik yöntemiyle düşündüğümüzde, görülmemiş zafer, çöküşünün, inkırâzının tohumlarını da bağrında taşıdığını anlarız. Çağdaş Küreselleşen İngiliz-Yahudî anlayışının, medeniyet düzleminde, görünürde, rakîbi, onu bırakın, en azından, seçeneği bile yoktur. Onun bildirdiği düstûrların, kalıpların dışında düşünüp eyleyemezsiniz. Ürettiği fennî araçlar ve cihâzlarla geçmişte yaşanmamış raddelere varan denetim, dolayısıyla baskı mekanismalarını kurup harekete geçirebilmektedir. İnsanın yaşamak amacıyla birinci derecede ihtiyâç duyduğu havanın, su ile ekmeğin yanında adâlettir. Haddizâtında bu dörtlünün başında adâlet gelir. O, sakatlanmışsa, hiç değilse, ekmek ile suyun temini zorlaşır, giderek imkânsızlaşır. Çağdaş İngiliz-Yahudî medeniyetinin ana ideolojisi olan mâlî sermâyecilik adâleti ayaklar altına alan bir fikrî-siyâsî-iktisâdî işleyiştir. Dünya nüfusunun beşte biri yeryüzünün sunabildiği nîmetlerin yüzde seksenine yakın payını zimmetine geçiriyorsa, beşte dördüne de yüzde yirmilik hisse kalır. İşte, uzaklara gitmeğe hâcet yok; A.B.D.nin 2004 başkanlık seçimlerine Demokrat Partinin aday adayı Lyndon LaRouche'un 24 temmuz günü, yanî 11 eylül kundaklamalarından kırk sekiz gün önce, Birleşmiş Milletler ile Vaşingtonda iki yüz elli kişinin önünde yaptığı video destekli konuşmada mâlî sermâyeciliğin baş kalesi Birleşik Devletlerinin içinde bulunduğu durumu bizlere şöyle tasvîr etmiştir: "Mâlî bunalımda bulunuyoruz... Sistemimiz iflâs etmiş durumdadır. Ulaşım, takat/enerji, eğitim, sağlık teşkilâtlarımızın tamamı, altyapı ile sanayimiz çöküş hâlindedir. Halkın yüzde seksenini dar gelirliler oluşturuyor. Bunların durumu 1977dekinden fenâdır. Milletlerarası Para Fonu (IMF) ile hâlihazır siyâsetler devâm ettiği, Wall Street ile Federal Reserv sistemi varolan hâkimiyetlerini sürdürdükleri sürece, A.B.D. de kimse gelişme beklemesin... Çöküş, kendini birden duyurmaz. Kötü siyâsetler, sürer gider; bunalım ânsızın patlak verir. Sâdece A.B.D. değil, Batı Avrupada İngiltere, Almanya, Fransa ile İtalya dahî iflâsın eşiğindedirler..."[iii]
Çağdaş küreselleş/tiril/en İngiliz-Yahudî medeniyeti, tarihin sonumudur? Tarihte ilk defa seçeneksiz bir medeniyet olması itibâriyle adı anılanın çürüyüp çökmesi, batmasıyla insan varoluşunun noktalanması mantık gereğidir. Dış görünüşce 'beşer'e benzese bile, duygulanmayan, tefekkür edemeyen; şan, şeref, haysiyet, adâlet, merhamet ile güzellik duygularından yoksun fabrika yahut laboratuvar ürünü 'ruhsuz', hattâ 'nefssiz' 'beşer kopyaları'na yahut 'kopyalanmış beşer'lere, 'insan' bir yana, 'beşer' bile diyemeyiz. Kimliğiyle, toplum ortamıyla, doğal çevresiyle, bir bütün olarak, 'insan', 'soykırım'a uğramaktadır.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
[1] İşsizler ordusu içinde çalışma yaşında olup iş bulamayan vasıflı - vasıfsız istihdâm edilebilir olanların yanında, emekliye ayırılmışlar da yer alırlar.
[2] Tekmil 'hâne'lerde istihdâm edilen kadın, erkek ve hattâ çocuklar. Bu andığımız kadın, erkek ve hattâ çocuklar, çoğu kere, özellikle 'fuhuş sanayii'nde köle durumunda çalıştırılırlar.
[iii] Lyndon LaRouche (1922 - ): "How to Survive the Ongoing Financial Collapse".
Ş. Teoman Duralı