Hat san'atı'nın büyük isimleri - 24
Daha ziyâde Hacı Nazif Bey künyesiyle tanınan Mehmed Nazif Bey 1846'da, şimdi Ruse ismiyle Bulgaristan sınırları içinde kalan Rusçuk'da doğdu. Babası Mustafa Efendi Kırım Türklerindendir. Âilece önce Dobruca'ya, sonra İstanbul'a geldiler ve küçük Nazif, kardeşi Âkif'le beraber burada Enderûn-ı Hümâyûn'a dâhil edildi.
Genç Nazif, Enderûn-ı Hümâyûn'daki tahsîline devâmı sırasında, Saray'ın Hırka-i Saâdet dâiresi imâmı hattat Hâfız Abdülahad Vahdetî Efendi'den (ö.1895) sülüs-nesih yazılarını meşkedip 1278/1862'de onaltı yaşındayken icâzete hak kazandı Tahmînen 1866'da Mehmed Şefîk Bey'den de ancak bir meşk alabildi. Kendisinin imzâlı yazılarına 1278'den îtibâren rastlanmakda ise de, bunlar onun gelecekdeki mertebesini göstermekden henüz uzakdır. Abdullah Zühdi Efendi'nin (ö.1879) talebesinden olan ve 1867'de Harbiye Mektebi hattatlığına tâyîn edilen Abdülahad Vahdetî Efendi, daha sonraki yıllarda genç talebesi Mehmed Nazif'in de her türlü terbiyeyi aldığı Enderûn'dan ayrılıp Dâire-i Umûr-ı Askeriye dâhilinde bulunan Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Matbaası'nda çalışmasına zemîn hazırladı. Nazif Bey, kesin târihi belirlenemeyen bu intisâbından sonra, Matbaa'da yıllarca haritaların litografya (taş baskısı) tekniğiyle çoğaltılmaları için eczâlı kâğıd üzerine eczâlı mürekkeble yazdığı yer adlarıyla dikkati çekti. Zîra geniş coğrafî sâhaları yazı satırıyla kaplayabilmek maksadıyla, sülüs harflerinin alışılandan uzun bir şekilde keşîdeli olarak yazılmasını ancak onun gibi olağanüstü bir kābiliyet başarabilmiş, mümeyyizlik rütbesine yükseltildiği bu müessesede vefâtına kadar da vazîfesini sürdürmüşdür.
Nazif Bey orta yaşlarına erişdiği 1880'li yılların ilk yarısında, hattat Hasan Rızâ Efendi'nin (1849 - 1920) tavassutuyla Üstad Sâmi Efendi (1838-1912) ile tanışarak kendisinden ta'lîk, dîvânî, celî dîvânî yazmasını ve tuğra çekmesini öğrendi. Sâmi Efendi, Nazif Bey gibi müstesnâ bir kābiliyeti tanıdıkdan sonra, birikimlerini kendisine şevkle aktarmağa başladı; hattâ zamân içinde ondaki san'at aşkı karşısında takdîrlerini "Allah Nazîf'i yazı yazmak için yaratmışdır" sözleriyle ifâdelendirdi. Can dostu Çarşanbalı Ârif Bey'in 1892'deki ölümüyle sarsılan Sâmi Efendi, onun yerine Nazif Bey'i koyarak: "Allah Ârif'i aldı, yerine Nazif'i verdi" sözleriyle tesellîsini aradı. Nazif Bey de hem hocası, hem de arkadaşı olan Sâmi Efendi'nin kendisine tesîrini "Ben, ona mülâkî oldukdan sonra esrâr-ı hatta vukuf peydâ etdim" diyerek anlatmış; yine bu cümleden olarak, 1907'de Sâmi Efendi'den ta'lîk icâzetnâmesi alan gençlerin yanısıra, beş asırlık icâzet geleneğini bozmamak maksadıyla, büyük bir mahviyet ve tevâzu içinde, altmış yaşından sonra Sâmi Efendi'den ta'lîk icâzeti almakdan geri kalmamışdır (Resim 1).
Resim 1: Nazif Bey'in, Sâmi Efendi'den aldığı ta'lîk icâzetnâmesi.
Nazif Bey'in üstâdlığı her türlü yazıda görünmekle berâber, kendisi en fazla celî yazıya ve taklîde ehemmiyet vermişdir. Bir başka başarısı da celî hattını isterse kamış kalem yerine tek kurşun kalemle çizerek yazabilmesindedir. Ömrünün sonuna kadar san'atında tekâmülünü sergileyen Hacı Nazif Bey'in, Sâmi Efendi üslûbuna tâbi olmadan yazdığı bâzı celî sülüslerinin harf bünyelerinde aşırı dolgunluk görülür. Kendisi, sülüs hattı ile onun celî şekli arasında sâdece irilik farkı bulunduğu kanaatindeymiş. Bu sebeble, celî yazılarına küçültücü dürbünle bakarak veya onların ufak eb'âdda fotoğraflarını çekdırerek, hat bu boya indiğinde cılızlaşan harfleri tashîhle kalınlaşdırma yoluna gitmişdir. Nazif Bey'in celî yazılarındaki hareke ve hurûf-ı mühmele işâretleri de, bundan dolayı bâzan tıkızlaşır. Ayrıca, levhaların târihlerini gösteren rakamların yazılmasında da Sâmi Efendi kadar titiz davranmamışdır.
Nazif Bey, İsmail Zühdi ve Şevkı efendiler gibi sevdiği bâzı hattatların sülüs-nesih kıt'alarını, Yesârîzâde'nin 24 kıt'alık Hilye-i Hâkānî murakkaasını fevkalâde taklîd etdikden başka, Mustafa Râkım'ın Fâtih Câmii hazîre kapıları üstündeki celî sülüs yazılarını sülüs kalemiyle taklîden yazıp altlarına nesih hattıyle ilâve etdiği enfes satırlarla çok latîf kıt'alar vücûde getirmişdir. Bir sülüs-nesih kıt'asını bu sahîfelerde göreceksiniz (Resim 2). Topkapı Sarayı'nda muhâfaza edilen Hırka-i Saâdet'in örtülerine işlenmiş celî sülüs yazılar da ona âiddir. Nazif Bey'in hat san'atında tâkîb etdiği yol celî sülüsde Mustafa Râkım, celî ta'lîkde Yesârîzâde Mustafa İzzet efendilerin üslûbudur. Onun, son derecede güçlü kalemiyle, isterse âhârsiz, "bakkal kâğıdı" olarak anılan kaba kâğıdlara veya âdi mukavvaya kendini sınamak için yazdığı celî çalışmalarını görüp de hayran kalmamak elde değildir.
Resim 2: Nazif Bey'in sülüs-nesih kıt'ası.
Müze ve husûsi koleksiyonlarda is mürekkebiyle yazılmış sülüs-nesih ve ta'lîk kıt'alarına, zer-endûd veya mürekkeble hazırlanmış celî sülüs (Resim 3) ve celî ta'lîk (Resim 4) levhalarına rastlanan Nazif Bey'in kitâbe şeklinde İstanbul'a armağan etdiği eserleri de vardır İstanbul'un Yıldız semtindeki saat kulesi (Resim 5), Orhaniye kışlası, bâzı askerî binalar bunlardan bir kaçıdır. Yazdığı mezar kitâbeleri içinde en mükemmeliyse, Fâtih Câmii hazîresinde Sâmi Efendi'nin kızı Saâdet Hanım için hazırladığı ve hocasına hürmetinden imzâsız olarak bıraktığı 1320/1902 târihli celî sülüs kitâbedir.
Resim 3: Nazif Bey'in 1329/1911 tarihli celî sülüs bir levhası.
Resim 4: Nazif Bey'in celî ta'lîk bir levhası.
Resim 5: Nazif Bey'in Yıldız Saat Kulesi üstündeki 1308/1891 tarihli celî ta'lîk kitâbesi.
Deve derisinden Karagöz tasvîri yapmakda da mâhir olan Hacı Nazif Bey, gençliğinde pehlivanlığa merak sarıp güreşe çıkmışdır. Yazı yazarken elindeki metâneti muhâfaza için, zaman zaman baltayla odun kırdığı da bilinir.
Kısaca boylu, uzun sakallı, mavi gözlü, kanaatlerinde ısrarcı bir kişiliğe sâhib bulunan Hacı Nazif Bey, bir kalp krizi neticesi 29 Rebîuevvel 1331 (8 Mart 1913)'de vefât etdi. Yahyâefendi Dergâhı hazîresindeki kabrinin kitâbesi olmadığı gibi, yeri de şimdilerde belli değildir.
Mehmed Nazif Bey'i onunla aynı yıllarda yaşayan Kadırgalı Mustafa Nazif Efendi'yle karışdırmamalıdır. Bu zât, hıfza çalışanlar arasında yaygın, ancak hat cihetinden orta seviyede bulunan âyet-berkenar (sahife tutar) matbû mushafıyla tanınır.