‘Zıddıyla Düşünmek’ Yanılgısı
Bir şeyi zıddıyla birlikte düşünmek veya zıddının yardımıyla onu tanımaya çalışmak öğrenme sürecini kolaylaştıran bir yöntem olarak kabul edilir. 'Her şey zıddı ile kaimdir (mevcuttur)' bir şeyin mutlaka zıddıyla beraber var olabileceğini, 'her şey zıddıyla bilinir' ise zıtlar arasındaki ilişkinin öğrenme sürecini belirlediğini anlatan iki deyimdir. Bununla birlikte hadiseler ve şeyler arasındaki zıtlıkları tespit edebilmek, daha önemlisi hangi yönden zıtlık bulunduğunu görebilmek hiç de kolay bir iş değildir. Bir şeyin zıddı nedir veya bir şey/hadise zıddı olduğu şey hakkında bize ne söyler diye düşündüğümüzde, kısır döngü içinde kaldığımızı fark ederiz: A'yı tanımak için onun zıddına, zıddı tanımak için ise bu kez A'ya dönmek zorunda isek ortada bir totoloji var demektir. Binaenaleyh herhangi bir zıt bize zıddı olduğu sanılan şey hakkında ya hiçbir bilgi vermez veya arada gerçek karşıtlık söz konusu olmaz. Bu nedenle metafizikçiler hadiseler ve şeyler arasındaki karşıtlıkları tespitte düşebileceğimiz yanılsamalara dikkatimizi çekerek günlük hayatta yaygın şekilde kullandığımız deyimlerin anlamsızlığını fark etmemizi sağlarlar.
Şeyler arasındaki zıtlıkları tespit ya imkansızdır veya güçtür dedik. Öte yandan bir şeyi zıddı sanılanla birlikte öğrenmek ise başlı başına tartışmaya açık bir konudur: Mesela bir şeyi doğru diye kabul ederek öğrenmek onun zıddı olan yanlışı öğrenmeye bağlı ise o zaman zihnimizde hem doğru hem onun zıddı olan yanlış hakkındaki iki bilgi birlikte bulunacaktır. Ahlakı iki seçenekten birini, yani doğru sayılanı seçmek şeklinde düşünürsek, burada bir çelişki bulunmayabilir. En azından iki ihtimal arasından irade gücüyle birisini seçmiş, birini yapmak ötekini de terk etmek yoluyla aynı anda iki fiil icra etmiş oluruz. Bu meyanda bir şeyi yapmak zımnen onun zıddını yapmamayı (terk) içerdiği için insanın soyut ve tekil hiçbir fiili olmayacaktır. Lakin meseleye metafizikçilerin yaklaşımı cihetinden ele alacak olursak, durum daha karmaşık hale gelir. Çünkü metafizikçilere bilhassa sufilere göre fiillerimizi yanlıştan korumak yetmez, zihnimizi de yanlış ve hatalı bilgiden korumak lazımdır. Çünkü bilginin zihinde kalması diye bir şey söz konusu değildir; bilinen mutlaka müessirdir, bilgi mutlaka eyleme çıkar. O zaman kötülüğü bilmek, kötülük yapma ihtimalinin ötesinde bir eylemdir (zihnin eylemi) ve zihnimizde kötülük bilgisi olduğu sürece insan selamette değildir.
Bir şeyi zıddıyla bilmenin tek tehlikesi onun gerçekleşebilme ihtimali veya zihinde bilgi olarak bulunabilme durumu değildir. Bundan daha tehlikeli olanı, zıddın doğru bilginin tanımında belirleyici olarak yer almasıdır. Biz iyiliği kötülükten ayrıştırmak yoluyla tanısak, kötülük iyiliğin tanımında bulunmakla varlığını sürdürecektir. Her iyilik bilgisi bir kötülük bilgisi olarak kötülüğe mecbur kalacak, kötülüğü kendi zımnında barındıracaktır. Güzeli çirkinin zıddı saymak, iyiliği kötülüğün zıddı saymak, birincileri tanımda ikincilere göreli bir şekilde bağlamak demektir. Bu durumda herhangi bir iyiyi öğrenmekle mutlaka kötüyü öğrenmek gerektiğini kabul etmiş oluruz.
Acaba nesneler ve hadiseler arasındaki ilişkiyi zıtlık ve karşıtlık ilişkisinin ötesine taşıyarak, başka bir ilişki kurmak mümkün müdür? Galiba işin doğrusu, şeyler arasında sabit bir karşıtlık veya zıtlık bulunabileceğini reddederek duyuların bize dayatmış olduğu karşıtlıkları aşmaya çalışmaktır. Nesneler arasındaki karşıtlığı bize gösteren yüzeysel bir evren telakkisi ile duyularımızdır. Duyular verdikleri izlenimlerle zihnimizi şekillendirir, zihinimiz de duyulardan gelen verileri varlıktaki sabit hakikat saymaya başlar. Bunun yerine şeyler arasında dereceli bir farklılaşma ve ayrışmanın olabileceğini düşünürsek, gerçeğe daha yakın bir yerde durabiliriz. En azından metafizikçi sufilerin yaklaşımı bu şekilde özetlenebilir. Bu yaklaşıma göre bizim şeyler arasında zıtlık diye telakki ettiğimiz ilişki bir şeyin iki durumu veya zihnimizde itibari bir şekilde gerçekleşen bölünmeye bağlı bir durumdur. Mesela itibari olarak ortaya çıkan şeylerin birisi bir seviyedeki var oluş, öteki ise başka bir seviyede bulunabilir. Böyle bir yaklaşımla hadiselere baktığımızda ise itibari olan zıtlıklar belirli bir seviyede ortadan kalkar ve biz nesneleri kendi tekillikleri içerisinde tanıma imkanı ararız. Şeyler ve hadiseler arasındaki ilişkiyi derecelenme ilişkisi olarak gördüğümüzde, sözünü ettiğimiz deyimler anlamını yeniden bulacaktır. Bu durumda bir şeyin zıddı onun -söz gelişi- kuvve hali sayılırken kendisi ise bilfiil hali olabilir.
Böyle bir yaklaşımın gereği ise şeyler arasında gerçek bir karşıtlığı iktiza edebilecek düalist varlık telakkisinin anlamsızlığı olacaktır. Nesneler ve hadiseler arasında ortaya çıkan karşıtlık, genellikle varlık hakkındaki bilgeliğimizden neşet etmez, bunu ortaya çıkartan şey varlığı bize unutturan geleneksel ve psikolojik koşullanmalar, eğilimler ve alışkanlıklardır. Sufilerin 'Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmak' diye tabir ettikleri yetkinleşme süreci ise hadiseleri tekillikleri dahilinde önyargısız temaşa edebilecek bir tecerrüde ulaşmak demektir. Böyle bir durumda zıtlıklar yerini sonsuz bir tekilliğin ahengine bırakır.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Leyleğin ömrü neyle geçer? (13.12.2022)
- Ene’l-Hak: Birinci Tekil Şahıs Olarak Tanrı’yı Tefekkürde Kendini Bilmek (28.11.2022)
- Zamirler: O, Sen ve Ben (22.11.2022)
- Modern Dünyanın Mümeyyiz Vasfı: Münafığı Olmayan Bir Çağ (20.11.2022)
- Rene Guenon’u erken okumak (15.11.2022)
- ‘İslam ve Bilim’ konuşmalarında tarihte kalmak (10.11.2022)
- Stefan Zweig ve ara yazar sorunu (30.10.2022)
- Kabiliyet ve Karakter (27.10.2022)